- 39 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
-DARBECİ ZİHNİYET ARAMIZDA MI?-(2)
Tarihi olaylarla, dönemlerle nasıl bir bağ kuruyoruz, bilinç düzeyi oluşturuyoruz? Çoğumuz bir yoğurt içinde para bulma yarışmasının müdavimleri miyiz yoksa? Öyle ya çok insanın günlük yaşamda tarihçiye ve şaire soyunduğu bir ülke değil miyiz? Tarih bilimler, şiir de sanat edebiyat dalları içerisinde hobi oluşturmaya daha ziyade müsait, bir o kadar da kolay olan mı? Mesela resim ve heykel atölye ya da masa başı ortam gerektirir, boş zamanlara hitap etmez pek. Oysa şiir iç cebimizde bir kalem, bir küçük not defteri bulundurmayı yeterli kılmaz mı? Bir de bakmışsınız antolojilerin dışına taşmış ve orta malı olmuş bile. E tarihte böyledir biraz. Akademik ve popüler tarihçiliğin haricinde amatör tarihçilik o kadar yaygındır ki toplumumuzda. Bir ali kıran baş kesenlik eğilimi damar açmaktadır inceden ve incelikten uzak. Yanlış anlaşılmasın sosyokültürel gelişmişlikle yakından alakalı hususlardır bunlar. Bir dangıl dungulluk alır yürür de bu bizi bilimsel alanlarda Angıl ve Sakson kılmaz ne yazık ki.
E hal böyleyken de darbeci zihniyet bir hayalet misali aramızda gezinir durur. Orada da çok boyutlu olgusal çözümlemeler yok çünkü. Belli belirsiz bir rant alanı teşkil ettiği de söylenebilir. Profesyonel bir uğraştır darbecilik, yanlış anlaşılmasın öyle alelade değil. Ne işle meşgulsünüz? Efendim darbeciyim gibi. Kuşkusuz sistematik analizler bu şekilde cereyan etmez. Demem şu ki karikatürize etmekte kifayet etmez.
Bir kere iki asrı bulan batılılaşma tarihimize gönderme yapmak gerekir. Çok net darbe tetikleyicisidir. Meşrutiyet ve anayasacılık hareketlerini yukarıdan aşağı dayatmacı kılmıştır söz gelimi. Şöyle ki Tanzimat’ta ve birinci Meşrutiyette özgürlük azınlıklara, Levanten Burjuva çevrelere yaradığı gibi, kendi kültürel tarzını oluşturan bir komprador alafrangalığı peyda edecektir. E bu yapının kendi çıkarlarına dokunan her durumda hom hom homurdanacağı uzun boylu konuşmayı gerektirmeyecek kadar açık nettir. İkinci Meşrutiyet ise Mason arka planı yanı sıra Balkan milletlerinin bağımsızlık süreçlerini tetiklemektedir. Tamam içeride de, Payitahtta da sorgulanacak, tartışılacak hususlar yok mudur? Elbette vardır ama Ermeni komitacıların Sultan Hamid’e suikast girişiminden ve tahttan indirilmesini kendisine bildiren heyetin dahi gayrı Müslim zevattan mürekkep olmasından da anlaşılacağı üzere durumun vahameti ortadadır.
Kuşkusuz on bir yıllık harpler dönemi türlü basiretsizlikler ve dahi getirdiği çöküntüler dairesinde yaşandıktan sonra kuru bir öksürük yapıp, evet nerede kalmıştık, ha tamam hatırladım makamında Osmanlı’ya devam edilmezdi. Hani derim ki Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinin müsebbibi Cumhuriyet olmayıp Cumhuriyet o evveliyatın vardığı noktadır. Şüphesiz inkılapların radikalizmi üzerinden sorgulama yapmaksa tam gaz devam. Ne ki olguların ışığında hanımlar, beyler! Lütfen! Devrin iç ve dış dinamikleri, süreç, evveliyatta olsun mümkünse. Vurun abalıya misali değil hani.
Her şeyden önce yirminci asrın ilk yarısı bir bunalım çağıdır. Dünya bir gül bahçesi de Cumhuriyet dönemi dikenlerle örülü değil. Dünya savaşları, totaliter rejimler, dünya ekonomik krizi, sanat edebiyat, düşünce aleminde dinsiz, ateist cereyanların sultasını kurması, hemen hiçbir yeryüzü köşesinde dinin, mistisizmin merkezi rol oynamaması enteresandır. Bir buhranın pençesindedir insanlık, açık net. Meteoroloji alanında karşımıza çıkan siklonik hareketler misali tayfunlar, tsunamiler dünyamızı kasıp kavurmaktadır. Böyle bir dönemde Atatürk deyim yerindeyse ortasında kalarak kasırgayla birlikte hareket etmek misali uluslararası konjonktürle bağ kurmak suretiyle hamleler tasarlamaktadır kanımca. Sözüme mim koyun lütfen! Olay döküm bizi vakanüvis kılar ancak, modern tarihçiliğin semtine uğramak, hani şöyle bir görünüp ayrılmak şansımız yok bu sistemde. Salt komplocu damardan söz ettiğim sanılmasın. Madalyonun iki yüzü vardır her zaman. Bir de Gardırop Atatürkçülüğü meşhur vardır bizi biz kılan modern dönemlerde.
Bu iki damarın aynı kaynaktan beslendiği, feyz aldığı söylenebilir de. Bizdeki tarih eğitimi, kültürü, algısı her zaman cerahat yapmaktadır. Nesiller boyu aldığımız bir devrim tarihi/inkılap tarihi eğitimi vardır misal. Bu, genel tarihten bağımsız 1908-38 arasını kapsayan ‘kerameti kendinden menkul’ bir üst tarih formasyonudur. Evet ikinci Meşrutiyet, Otuz bir Mart, harpler dönemi, Mondros Mütarekesi, Milli Mücadele derken imparatorluğun hızlı çöküşü, Cumhuriyetin ilanı, inkılaplar yallah, sen sağ ben selamet tarihçiliği ülkemizde birbiriyle tenakuz halinde iki toplumsal siyasal kesim üretecektir ana akım misali. Biri tarih vizyonu neredeyse otuz yıla oturan dünyayla ciddi bağ kurmayan bir narsisizm, bir kendi dünyasında yaşama eğilimi, diğeri de buna tepki olarak temellenip geliştiği muhakkak paranoyak bir komplocu damar olmakta. Bu anlayışta tarih, doğa ve evren misali bir yasalar sorunu değildir. Dünya sürekli perde arkası güçlerin kumpasları üzerinden okunmakta. Tabiri caizse bir “Çingene çalar Kürt oynar” halinin tezahürü olan çalkantıları yaşamaktayız. Irkçılık mı? Aman efendim ne münasebet! Çingeneler müzik Kürtlerse folklar kültürüne damgasını vurmuştur. Neden başka iki topluluk anılmıyor burada. Bilirsiniz deyişler birincil anlamda olumluya ikincil kullanım alanında olumsuza delalet eder.
Sözün özü Tanzimat’tan bu yana batılılaşma tarihimizin modern dönemlerde darbe tetikleyicisi damar açtığını söylemek mübalağa olmayacaktır zannımca. Bir etki tepki, ifrat tefrit iklimi oluşturuyor çünkü. Mesela Cumhuriyet döneminde bir eski yeni zıddiyeti meydana getirir, dönemine göre şaşılası değildir de zamanla kronik hal alacaktır. Kemalizm Osmanlıcılık zıddiyeti hatta kendi içerisinde bir sağ sol Kemalizm ayrışması meydana getirmesi yabana atılmamalı derim. Atatürkçülüğün sağ Kemalizm’in sol bir kulvar teşkil ettiği öne sürülür bazı. Halbuki sağda da solda da Cumhuriyet dönemi modernizasyonuna bir mesafe vardır genelde. İki kesimde de ekseriyetle Milli Mücadelenin Mustafa Kemal paşasına yakınlık gösterilir. Ağırlıklı olarak saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı sıcak karşılanır ya da bir şekilde mutabık kalınır da sonrasında lafız allıklı, pudralı olsa da suratlar ekşir.
Kimi zaman bir İnönü Atatürkçülüğünden dem vurulur ki bana da çok uyar şahsen. Gerçekten de Atatürkçülük/Kemalizm genel olarak bir aydın, bürokrat, asker tabakanın cuntacı, statükocu eğilimlerini yansıtır. Geçtiğimiz asırda kesin böyle. Sağı solu da yok bu işin. Bir “devletin malı deniz” dir gider maalesef. Ekonomide, siyasette, bürokraside hantallıktan, ağır ayaklıktan geçilmez. Koalisyonların biri gider biri gelir. İş yapmak değil yaptırmamak esas olmaktadır haliyle.
Yine tek parti dönemini algılamada Jakoben din laiklik siyaseti üzerinden Kemalistlerin ve İslamcıların birbirine aksi yönde mutabakata varması yanılgılı olduğu kadar yanıltıcıdır da bana göre. Tam da bu noktada Atatürk ve İnönü’nün kafa çapı ve kişilik yapıları arasında derin ayrılığa dayanarak diyebilirim ki bin dokuz yüz yirmi üç otuz sekiz, otuz sekiz elli ayrımı zaruridir. Gerçekte İnönü dönemi dahi ikinci dünya savaşı yılları ve savaş sonrası olarak belirginleşir. Bu tabi Osmanlı asırlarını bile kendi içinde yekpare bütün zanneden algı bozukluğu düşünülürse oldukça meşakkatlidir hiç kuşkunuz olmasın.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Levent hocam, bu yazı dizinizi takip ediyorum ve harika gidiyor seri. Bilgilendirici, düşündürücü ve araştırmaya da yönelten bir yazı.. Osmanlı'yı da, Cumhuriyet dönemini de konjonktürel şartlar dahilinde değerlendirmek bence en doğru seçenektir. Dönemin olumlu-olumsuz yönleri gayet iyi tahlil edilmesi ve gerçeği ortaya koyan net bilgiler tarih bilgisi olarak kabul görmelidir. Büyük İnsan Mustafa Kemal Atatürk'e ve Silah arkadaşlarına minnetlerimle. Saygılar, selamlar
levent taner
İçten gönül sesinize iştirak etmemek mümkün mü?
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.