- 51 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KIRMIZIYI SEVEN ŞEYTAN
Yaşama bir şeyler katma çabamın hiç olduğu bir gündeyim. Birbirinin inadına basılan araç kornaları ve ne kadar süreceği belli olmayan bir inşaat çalışması kulaklarımın içinde büyük bir gürültü ile patlıyordu. Daha sabahın sekizi ve sokakların tenhalaşmasının beklemem çok imkânsızdı.
Bu gün bir şeyler yazmaya çalıştım ise bir türlü yazmam gereken cümleler kâğıt üzerine şekillendiremedim.
İnşaAtın beton savaşlarını andıran görüntüsü tıpkı insanın yaşamı gibi kim yerde derin çukurlar; kim yerde duvarlar yükseliyordu. "arayan belasını da Mevlamsını da görür" misali başımı her yukarı kaldırmam da asık suratlı gökyüzü ile karşılaşmam bir oluyordu.
Ne olacaktı böyle benim tanrının unutulan çocuk hallerim. O iç sesim bir yoksul sofrasının boş tabağı gibi hiç kirlenmeden taraf da ki yerini alıyordu.
Daha dün ününe ün katan bir yazarın söyleşisinde tüyolar almış ve yazacaklarımın konusu kan gövdeyi götüren bir olaydan ibaret olacaktı.
Ben ki bir sinek kanını eline bulaştırmamış iken ve gidip eli kanlı adamları ile akılı adamları bir araya getirecektim. "Aah! Su sesi işemeye sebepler yarattığını" söyleyen Giresunlu Emin ablayı aklıma getirdi. İşemenin sudan sebeplerinden biri yine su yani gürültünün sebepleri yine başka bir gürültünün olduğunu kabul etmekle yazacaklarıma başlamalıydım. O zaman yazacaklarım su gibi akıp gidecekti.
Bir acı kahvenin hatırına kirlettiğim fincanı suyun altına tutup tekrar salona döndüğüm o inşaat çalışmasında saatler önce ki sessizliğine dönüşmüştü.
Bu sessizliğinin nedenini bilmiyorum ve acilen öğrenme konusunda koca kıçımı koltuktan kaldırıp ya balkonda yâda cam kenarına bir kuğu gibi süzülmem gerekiyordu.
Çok hızlı düşünen insanlar gibi kolumda ki saatte bakmaya hep üşenirim. Direk gözlerim duvarda ki saatte ilişti işçilerin yemek çay paydosu falan değildi.
Bir şeyler ters gidiyordu. İnşaatın boğaz sıkan kesen bu sessizlik ne olabilir diye bir ok gibi oturduğum koltuktan alıp yüzümü cama dayadım ki ne göreyim.
Islak zemin üzerinde yarı çıplak bir bedeni gören bizim inşaat bekçisi İsmail polise verdiği ifadenin sonuna gelmişler bile. İnşaat bekçi İsmail omuzlarında külçe demirler bağlanmış göz kapakları milyon gaz damlasına maruz kalmış gibi kıpkırmızı idi;
Buz parçaların dan dan kopan en küçük parçası gibi kendisinde ani bir unutkanlık başlamasının ilerde kendisine getireceği zararın kaygısını taşıyordu.
Onun izlemek de olan ben ise kafam da bin tilki dolaşıyor; fakat kuyrukları bir birine değemiyordu.
Bütün gece gözetleme kulesi eş penceremde inşaatın her anın şahit ben burada neler kaçırdığımın az buruk bir hissi vardı. Bu yarı çıplak kadın bedenin buraya ne ara taşındığını merakı ile olduğum his ile de kıvrım kıvrım kıvranıyorum
İnşaatın birinci katına bırakılan yarı çıplak kadın cesedin bizim inşat bekçisi İsmail tarafında bulunmasına bulunduğu aşikârdı.
Fakat bir suçlu olmalı bileklerine kadar kan bulanmış hemen işlediği suçunun nedenlerini suç ortaklarını; ilk polis sorgusunda çatır çatır ötmesi lazımdı.
Her şey bir kış manzaralı kartpostal gibi resme bakındığın da hissi bir soğukluk getirmesi ile yarı çıplak kadın cesedin benim korku süzgecimden geçmeden daha vahim hal aldı. Ölünün adı sanı bilinmiyor katilleri nasıl bilinsin ki!
Yorgun savaşçı bizim inşaat bekçisi İsmail; inşaatın etrafını saran kalabalığı görünce kirlenmiş coşkun akan nehirlerden yıkanıp arınmayı bile diler bir haldeydi.
Günün başlaması ve bitimine kadar kalbi hep kuş gibi hafif olurdu bu gün binlerce tona ağırlık altında nefes alış kesik kesikti.
Kendini kendinden alıp uzaklara kaçırmanın telaşı sonrası yerini katı bir taşa dönüştürdü.
Kalabalık inşaattın etrafında suda çözülen boya misali dağılmaya başlamıştı ki! Az ilerde araçlarını dan dan inen ve bağıra çığrışa bir insan topluğu belirlemişti. Konun muhatabı olduklarını kolluk kuvvetlerine önce ağızları köpürte köpürte anlatmaya çalıştılar ise beceremediler. Onları bu hale getirin şeyin adı acıydı. Birinin ölümü idi; Hiçbir şeyi dinlememekle beraber itiş kakış yerinde tepinmeler bir süre devam etti. Kısa bir süre sonra konuştukları bir fısıltıya dönüştü ve Kolluk kuvvetlerinin çektikleri şerittin geçilmeyeceğini onları ikna etmiş gibi görünüyordu.
Bizim inşaat bekçi İsmail sağlık kontörlüne götürmesi bir ambulansı çağrıldığını duyunca daha bir büklüm büklüm hareketleri benim burada anlaya biliyorum.
Sanki ağır bir trafik kazanın mağduru gibi üzerinde ki kıyafetler sağa sola toplanmış ve kocaman ellerinin arasında kayıp olan başını ovuşturuyordu. Bizim bekçinin gövdesinin iriliğini en çok da ambulansa alınırken belli oldu. Sedyede üzerinde değil de. Plastik bir hamur Leğende ekşimiş o hamur gibi için için kaynamıştı.
Ambulansın gitmesi sonrası oluşan sessizlik kısa sürdü. İnşaattın önün deki kalabalığın dağılacağı yoktu. Merakının en iyisi en kötüsünün bir arada olduğu bir olay vardı inşaata gidenin yerine yenisi geliyordu.
Merak işte ölenin kimliği ve ölümüne sebebiyet verenlerin kim olduğu idi; kulakları ağır işten konu hâkimliğini elinde tutamayan bazı yaşı yüksek amcalar bekçiyi katil ilan etmeyi de başarmıştılar.
Aynı noktaya bakan gözlerin yorulduğunu gittikçe dikkatlerinin dağıldığını Sokak ve inşaatın etrafında insanların varlığı azalınca anladım. Daha fazla pencere güzelli olmamı doğru bulmayıp geri masamda beni bekleyen bilgisayarımın başına döndüm. Evet, bir şeylerin yazmaya kurdeşen döken ben, şimdi ayaklarımın önüne yarı çıplak kadın cesedi var. Konun seyrini değiştiren bilgiler lazımdı.
Ölüm şeklini bilmem gerek sokak da olup bitenin iyi seyircisi Cihat ağaya işimizi düştü "aaah gittin yine bir demlik çay ve yanına kaymaklı bisküviler."…tabi ilk fırsatta Cihat benim kapımı çalacağını beklemem gerekti, yani inşaat olup biteni benle rapor etmeliydi. Onun konu hakkında fikirlerini can kulağı ile dinleyecek tek kişi ben idim;
Ne garipti ki olayının üzerinde saatler geçti. Cihat ve ya komşulardan birinin kapımı çalmamasından; bir gariplik vardı. Avuçlarımın içi terliyor göğüs kafesi yumruklayan bir hırıltı ile korkularım gittikçe fazlalaşıyordu. Ve hiç haz etmem düşüncemin başka düşünceye bağımlı olmasını
Usul usul merdivende ayak seslerini geldiğini duyunca, bir yüz ifadem değişmişti, otuz iki dişin tamamı olmasa da ortadaydı.
Ve bir koşu kapıya doğru gidince gelenin Cihat değil de. Asker emeklisi Esat ağabeyimin ta kendisi idi; mavi gözleri kemiksi yüzünü kara bir hüzün çökmüş olması dışında. Bollaşan göbeği içine çekmiş kırk pınar yağlı güreşçi edası ile kapıdan sıyrılıp cam kenarına koyduğum tekli koltuğa kuruldu.
Az önce sokağı bir hararetlendiren olayın halen şokunda olan Esat ağabey için için yapacağım ilk şey taze demlediğim bir bardak çay getirmek oldu.
Esat ağabey ise günlük bizim inşaat cinayetini haber ajanlarında göreceği telaşı ile bana geldiğini biliyordum. Esat ağabey merakları konusun da evrende toz zerresi asıl genel toplum olarak hafiye olma kültürünü birebir yaşadığımız için anlatanda; dinleyende harikalar yaratır.
Esat ağabey: çayını yudumlarken "ya Metin hoca olanları niye pencerede izlediniz. Keşken aşağıya inip bizle izlemeniz iyi olurdu. " dedi
" doğru diyorsunuz da Esat komutanım yukarda. İzlemenin keyfi bir başka olur. Fakat hava soğuk olunca malum serde bir beden fukaralığı aşağıya inmeye birazda üşendim ."
Esat ağabey: Metin hocam senin düşüncelerin seni bağlar toplumsal olaylarda. Ben duyarlı bir adamım. İnşaatta gelen boğuk sesi kulağımda netleştirince hemen indim ve polislerden önce cesetlerin başında oldum.
"durum nedir ceset kime ait olduğu belli mi? pekiyi Esat komutanım"
Esat ağabey. Cesedin anasını bellemişler. Tanınması zor gibi de. Umarım bulunur. Kime ait olduğu da
hııım!
"Esat ağabey! Benim gördüğüm kadarı ile bağrışa çağrışa inşaatın içine girmeye çalışan kadınlı erkekli bir kalabalık geldi. Onların derdi neydi?
Esat ağabey: onların ki yanlış ihbar bir yakınları idi; kardeşleri kayıpmış inşaat atılan cesetlerin onların olur düşüncesi ile gelmişler
" bir ümit çığlıkları idi; onlar demek ki"
Esat ağabey: evet öyle
"polisin cesedin kime ait olduğu bilgisini almışlardır. Onlara engelledi demi"
Esat ağabey: yok yok bu ölen kadının çok bakımlı ve gayet zengin havası varmış ve bağırışa çağırışa gelenlerin ise bizim roman vatandaşlardı. Polis onların olma ihmali olmadığına ikna etmiş ve yinede emniyette gereken takiplerinin yapılmasına karar verilmiş…
Tekrar benim oturduğum dairenin dış kapısının zil uzun uzun çalınca bunun da Cihat olma hisim ile hızlıca yerimden kalkıp kapıyı açtım.
Cihattı kapı da görünce içim de dedim ki "oğlum Metin üçlü saç ayağı tamam olduk "
Hiç vakit kayıp etmeden Cihattın bordu renkli montunu sırtından alıp vistöryer taktım. Salonumun ben güzelliği cam kenarında duran iki tekli koltuğu idi; birinde Esat komutan otururken diğer koltuğa da ve Cihat diğer tekli koltuğa oturmasını söyle. Biz bu olayı kendi aramızda çözeri keyifliliğe misafirlerimin çaylarını bir soluk da tazeledim.
Sobanın verdiği sıcaklıkla da Esat komutanın yüzü balık pulları gibi koyu açıktan kırmızılıklar oluşturmuş
Cihat bu gün mahallemizi meşgul eden ceset olayına kendini fena kaptırmıştı. Bir dolu bir dolu dolu ki sormayın.
Gelir gelmez Esat ağabeyin gözlerin içinde ki sıcak ışığı almaya çalıştı. Eğer o sinirli ise hiç konuya girmeyecek, sadece anlatılanı dinlemekle kalacak hissi vardı.
Esat ağabey Cihadın fikrini önemsemiş gibi kendinin az önce beyan ettiklerinin Cihat’ının dünyasın da nasıl sahne aldığını bir an önce öğrenmek için can atıyordu.
Esat ağabeye: de bakalım koca oğlan ceset konusunda bildiklerini "dedi.
Cihat bir gergin sadece omuzlarını silkelemiş "bir şey bilmiyorum" dedi.
Esat ağabey gülerek Cihatta " bak oğlum ben askerim senin anlatacaklarının birçoğunu tahmin ederim. De hele kim yaptı?"
Cihat bir korunma içgüdüsü ile tekli koltuk dan dan kalkıp benim yanımda duran plastik tabureye hızlıca gelip oturdu.
Cihat: ben bilmem ya! Komutan ağabey o cesedin bir katili var. Ama ben değilim. Bak hocaya sor beni bilir cana kıyamayacağım da söyler sana
Cihadın savunması bana kalmış gibi "evet komutan bırak garibimin yakasını o nereden bilsin "dedim
Benim Cihattı kanatlarımın altına bir anaç gibi alınca Esat ağabeye konuyu hemen değiştirdi.
Esat ağabey: yahu ben Anadolu da şark görevindeyken aynen böyle bir genç kadın cesetti ile karşılaştım. Bakın cesedin orada oluşunun öncesi bir gariplikler doluydu.
Cesedin kimlik olayı hızla çözülmüştü ve ailesi teker teker ifadeye çağrıldı. Çocukluğunu çalan kişilerin anlattıkları aynen şöyle idi;
Sabah dokuz buçuk on arası asalet bacının evinin kapısı bir iki kez vurma sesi duyulmuş. Asalet bacı uzaklardan bir beklediği olmadığı için her halde komşularının birinin can sıkıntısını gidermek için kapısını vurulduğunu düşünür. Bunun başka bir açıklaması yok iken kırık tahta kapının arkasında çok da kendisine tanıdık olmayan sesleri duyunca, kalp atışları hızlanmış ve güvenlik amacı ile kapıyı mühürleyen demir kancayı bir ağır gıcırtı ile kaldırıp yana bırakır
Ve en nihayetinde kapıyı içeriye doğru aralar iken. Karşısında hiç hayatında görmediği iki adam yaşlı bir kadın ve bez parçalarına sarınmış zayıf bir kız çocuğunu görür
Anadolu’nun kışı hiçbir yere benzemez; bembeyaz karları bereketi ile göğsüne yatırıp ayazında nini diye sallardı. Kapının önünde dört kişinin sözcüsü gibi duran orta yaşlı bir adam Asalet bacıya dönüp" yenge bizi aşağı Mahmutlar köyündeniz ve bir sıkıntımız için buraya geldik acaba hoca efendi evdeler mi? " der. Asalet bacı karşısında yarı donma şokunu yaşayan misafirlerini daha fazla kapıdan bekletmemek doğru olmayacağını düşünüp onları el, kaş, göz işareti ile içeriye buyur etmesi uzun sürmez
içeri giren misafirler karanlık odanın karanlığı milyon ışığa özlem duymuş dışarıdan gelenler hafif bir görme bozukluğu yaşamışlar. Fakat o sırda odadaki nesneler kimin umurunda yanan sıcak sobanın başına geçmiş oturmaları için Asalet bacı oturmaları için tahta tabureleri onlara verivermiş Asalet bacı bir an önce misafirlerine izzet ikramlarda. İlk sobanın üzerine kocaman bir demlik bırakır ve sobanın fırın gözüne bir kap dolusu pişmesi için patates dizer. Kocası olan Hoca Efendi ise çiçek bahçesine andıran yatağının içinde doğrulmuş evliya donun üstüne kat kat elbiselerini giyinmek ile meşguldü.
Hoca efendi bu arada bir aylık pazar parasını kazanmanın telaşını yaşıyordu. Hocanın sıcaklığı kokusu yataktan kayıp olmasın mantığı ile Asalet bacı bir solukta katlayıp yataklarını diğer bir odanın içine kurduğu yatak ambarı(yatak dolabı) içine dizip bırakır ve işinin başına hizmetine geri döner
Bu arada misafirlerinin derdinin ne olduğunu içten içe meraklanmıştı. Onları can kulağı ile dinlemek içinde; bekliyordu. Asalet bacı görücüye kendini beğendiren kız gibi evin içinde hız yapma yarışında idi; Gümüş kalaylı tepsinin içine dizilmiş ince tandır ekmeği, yağ, peyniri ballı, kuşburnu pekmezini sıcak çayı ile enfes bir güzellik oluştururken. Diğer üç kişinin bir az uzağına oturan kızın bezlere sarılı başı, gözü açılıp açılmasını dert etmediler
O kızcağız sadece uykuya çekilmiş top top kocaman bir kediyi andırıyordu. O oturuşu ile kim bilir hangi dağın yaralı ceylanı idi; kahvaltı tepsi hoca ve iki erkek misafirine kalmıştı. Ne yaşlı kadın nede bezlere mumyalamış o gelin kız gelip oturamadı. Tabi gelenek mi? daha doğrusu erkeğe gösterilen büyük saygının bir başka bozuk şekilli burada görünmesi öncelik eşitlik olmayan kadının Anadolu’da ki bir siyah beyaz karesi idi;
Bu yaşananlar sonra erkekler tepsi üzerinde ki ikramlıkları midelerine indirip sıcak çay bardaklarını ellerinin arasına alıp uzunca kurulan minderlerin üzerine geçip oturunca.
Asalet bacı daha sonra diğer iki kadın misafirine de bir şeyler yemesi telaşına girince odanın bir köşesinde üç kadının kahvaltımı yapıyorlar. Yoksa sessizlik tiyatrosunun son bir perdesine dâhil olmuşlar mıydı derseniz. Sessizliğin hakkını vermiş aynı dili konuşmayan canlılardı bana göre
Erkeklerin sohbetti onu tanır mısın? Bunu tanır mısınız ötesine geçmiş birbirlerine daha sıcak cümleler edip övgü halleri odanın içinde kahkahaları yankılanıyordu.
Bir arada Asalet bacı daha çok merakına gem vurmayacağını anlamış misafirlerinden yaşlı kadının kulaklarına yavaşça eğilip "kızın mı? Gelin mi "dedi. Yaşlı kadının o yılların içinde yıpranmışlığın ifadesini taşıyan kalın çizgili alnın bir iki sefer yukarıya inip kalkar. Yüzü hep yere dönük olan kızın duymayacağı minik bir ses tonu ile kaş göz işretleri konun konuşulmasının şimdilik çok sağlık olmadığını gösteriyordu. Kim bilebilir yaralı ceylanın yaşadıklarını ve ya burada yaşayacaklarını.
Duvar saatin on ikiye doğru yol alırken. Hoca efendi iki erkek misafirinin yanında ayrılıp Asalet bacı odanın dışına çağırır. Ve konun ne olduğunu ona şöyle anlatır. "Bu bez parçalarına mumyaladıkları kızın yaşlı adamın karısı olduğunu ve diğerleri, kuması ve kızın dayısı olduklarının. Gelin kızın topuktan bacaklarına doğru şeytan gözlerine benzer yaralarının açıldığını bunun tedavisi için kendisinden yardım talebinde bulunduklarını anlatırken.
Büyük kışın bir morgu andıran mutfağın ocağında bir ateş yakıp adamları oraya almasını ister.
Odanın içindeki dağınıklıkları toplamayı bırakan Asalet bacı hoca efendi tarafında verilen görevine odaklanmıştır. Saat öğlene doğru hocanın kazaya bırakılan bir namazda vardı. Misafir erkeklerin ibadet rahatlığını fark eden hoca efendi namaz kılmayı bu günlük bir kenara bırakarak bir an önce şifacı kimliği ile nimetleşmek istemekte idi;
Şifacı ama ne şifacı onun sonrasını beklemekten başka çare yoktu. Halk tabiri ile bir deyiyim var ya "bekle de neler göresin" evet hocaya bir cerrah ortamı ayarlanmış her taraf düzgün Oda da sadece yaşlı kadın, Asalet bacı ve yaralı ceylan kalmıştı. Tipik hoca hikâyelerinde biri bu odada canlandırılması an meselesiydi. Hocanın talimatı ile ve Genç kadını boylu boyunca tahta divanına üzerine uzatılmıştır. Ama gelin kızın halen o bez parçaları üzerinde ve onun kadınlık güzelliği bir sır olmak da çıktığı anına gelelim. Hoca kadın erkeğin doğasında olan cinselliği yeni bıraktığı yerden usul usul devam ediyordu.
Hoca koca nasılı ellerinin çabukluğu ile Genç kadının üzerinde kumaş parçalarını usulca bedeninde çekip alınca. Allah’ın verdiği o güzellik hocayı da; Asalet bacı da çok ama çok büyülemiş.
Sanki bir ay parçacısı odalarının içerisine düşmüş, Hem hocanı hemde Asalet bacı yüzünde acı bir ifadeyi bir değiştirememe şoku yaşamışlardı. Bu güzellik de bir kadının bu yaşlı hayatın yarasını geride bırakmış adamın yanın da ne işi vardı.
Neden ona eş verildiğini öyle merak ediyorlardı ki önce kim soracak bakışını birbirlerine atıp Asalet bacı yaşlı kadına" a be kadın Allahdan korkmadınız mı? Siz bu küçük kız çocuğunu alıp bu yaşlı kokuşmuş adama verdiniz " dedi.
Sadece yaşlı kadının çaresizliği kendi rahatını yerinden edercesine kollarını boşluğa bırakmış bir evin enkazını taşıyordu yüz ifadesi. Dönüp asalet bacıya" Tam tersine yok bacı eşim yaşlı ama iyi adamdır bizim kızın sorunu eşi değil bacaklarını oluşa gelen şeytan gözü büyüklüğündeki yaralar dedi. Ve sustu... Sanki şeytanın gözü büyüklüğünü görüp resmetmişler işte burada bir inanış bozukluğu karşımıza çıkıyordu.
Genç kadının üzerine de sıyrılmış bez parçalarını katlayan kuma kadın bir suskun asalet bacı bir suskun idi;
Tuhaf bir biçimde odanın içine bir çiçek kokusu yayılmış, Hocanın etrafında bir sinek şeklinde vızıldayan eşini nede yaşlı kadını duyuyordu.
Hoca efendi Gelin kızın o bembeyaz bacaklarına dokunduğu her an cinsellik dürtüsünü artıyor ve dudaklarının arasında yılan tıslamasına benzer sesler çıkarıyordu.
Evet, gelin kızın bacaklarında oluşan yaraların hiç birinden zerre kadar tiksintisini duymuyordu. Usul usul dudaklarını hayali ıslatmasına geçip adette onu minik minik dilinin ucunu yalayıp öpme konumda
Bu arada eline aldığı tükenmez kırmızı kalem ile göz göz olmuş yaralarının etrafını çizip dudaklarında garip mırıldanmalar duyulur.
Hocanın garipleştiği yaşlı kadının gözlerinden kaçmıyor. Hocada biliyordu üflemesi püflemesi ile geçemeyeceği yaraların geçmeyeceğini
Gelin kızın sessiz çığlıkları ilahi bir sır ile Rabbime ulaşmış gibiydi. Dışarı da bir şekilde ani bir rüzgârı ile uğultular baş göstermek de. Kendindeki öncekinin yarım bıraktığı yaraya yara eklememek en büyük başarıdır bir insan için bizim için Asıl kişinin inancının kuvveti önemliydi.
Hocanın alnındaki terlerin gelişi güzel damlamalarının silicisi Asalet bacı bir ara hocayı sağa sola itekleyen hareketi hocanın işin cinsellik boyutuna getirdiğinin işareti idi ve durması gerektiğini belirtiyordu.
Gelin kızın bedenin ki tahribatına ses çıkarmaması yanaklarında süzülen yaşlarının tarifi belki Nuh’un tufanından daha etkiliydi. Hoca da Erkeğin cinselliğe arzusunu tek tamamlayıcı kadının ne his ettiği önemli olmadığını bir kez daha göstermişti.
Okunarak iyileşen her ne şey olursa olsun hekimlerin ve ve bu mesleğe gönül verenlere en büyük saygısızlıktı. Tabi ki duanın güzel doğru yerden kullanmasına saygı duyarım. Burada yaralı bir ceylanın ve sessizlikle savaşına şahit olan o güç nerede kalmıştı… pis bir şarlantanın o gelin kızın bedenin deki bütün güzel istekleri yok etmiş olmalı ki ..kendisini bu hale getiren kocasına sesini çıkaramamış ….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.