- 62 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
-DARBECİ ZİHNİYET ARAMIZDA MI?-(1)
Siyasi ideolojik özellik gösteren konular rizikoludur, dışı seni yakar içi beni misalidir hani. Bir şey söylemek elini taşın altına sokmayı gerektirir. Dışarıdan bakıldığında iyi görünen içine girildiğinde problem arz edebilir de.
Bizim yakın tarihimizde darbeler, ihtilaller böyledir. Derinlikten yoksun yüzeysel bakışla değerlendirilir çok kez. İç siyasetin hasmane duygularıyla örülü bizim mahalle öteki mahalle ayrımı revaçtadır. Genel olarak ilgili dönemler bulunduğu noktadan göründüğü gibi ölçülüp biçilir, siyasi kesimler arasında sempati noksanlığı empati yapmayı güçleştirir. Farklı kesimler nazarında kendisi ve muhitinin acı çekip çekmediği esastır. Darbeler arasında bir kesişim kümesi aramaktan ziyade dönem profili çıkartılır. Bizden canı yanan var mı yok mu?
Uluslararası sistem dönemlere göre nasıl işlemektedir? Ülkemizin demokratik ve darbeci eğilimler açısından nasıl bir tarihi derinliği vardır? Bunlar sanki tali unsurlardır da asli olan papatya falı misali seviyrim sevmiyrim ikileminde gönlümüzde kopan fırtınalardır. Hani resim yapıyor olsak duyguların ve iç dünyamızın tayin edici olduğu dışavurumcu çizgide eserler verirdik. Politik ve ekonomik istikrarsızlık dönemleri de buna müsait bir iklim teşkil etmez mi?
Konu bir yönüyle bin dokuz yüz kırk beş sonrasının Sovyet tehdidi, batıyla bütünleşme süreçlerini kalkış noktası almayı gerektirir. Öyle midir acaba? Sanki bu bakış açısı buz dağının su üstünde kalan kısmına takılıp kalacak gibi durmakta. Doğru doğru bin dokuz yüz sekiz Meşrutiyet inkılabına ve sonrasında Otuz bir Mart vakasına da inmek gerekmez mi? Yetmez ki birader! Osmanlı’da ne saray darbeleri yok mu? Sadrazamların halli, Genç Osman vakası, sözün özü Yeniçeri ayaklanmaları azımsanabilir mi?
Üstat Necip Fazıl’ın bir dönem "öz vatanını işgal altında tutan, sınırların kaçağı ve kendi yurdunun alçağı" tabir ettiği on yedinci asrın Yeniçerilerinin başı bozuk halleri akla gelebilir de. Buradan hareketle 27 Mayıs ihtilalini dahi ordu hiyerarşisine aykırı yapısıyla bir başıbozuk hareketi tanımlamak imkânsız mıdır? Albay generali kazımaz, yüzbaşı albaya posta koyar hani. Zamanın genel kurmay başkanına ihtilal gecesi darbecilerin başına geçme şansı tanınır, kabul etmeyince rütbeleri sökülüp er statüsünde yargılanır. Milli Birlik Komitesini biliriz, arka planda Silahlı Kuvvetler Birliği yükselir, bir genç subaylar curcunasıdır gider, kim oldukları muamma dersiniz de ‘Muallanın sandala atılıp götürüldüğü’ günler bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmez mi? Mevcut şekliyle müdahale bazı darbecileri kesmez yeni girişimler gırla gider. Bir Yeşilçam repliğiyle sabah çavuş darbe yapar öğleden sonra onbaşı hesabına!
Şu kadar ki darbeci zihniyetin kökleri benliğimizin derinliklerindedir. Hani derim ki nesillere takılmayıp asırlara indiğimizde zehirli bir sarmaşık misali dal budak salmaya ve dahi boy vermeye müsait bir noktadan konum atmaktadır bizlere ve anlayana. Oysa biz günlük siyasetin heyulası içerisinde birbirimizi gammazlamaya yelteniriz.
Darbeci, bizdeki darbeci damarı siyasi ideolojik düzlemde şekillenen birbirimize attığımız hamasi nutuklarda aramalıyız. Ordu millet, asker millet gibi kutlu, ulvi kavramlar dahi siyasi kulvarda Irsi bir koda, şifreye dönüşebilir, genlere sirayet edebilir adeta. Hamaset, yiğitlik duyguları şüphesiz şiirde pek muteber eserlerin membaıdır. Kahramanlık şiirleri şiir türleri içerisinde pek haklı bir şöhret bulmaktadır. Fakat kapladığı alanın dışına çıkıldığında ise müspet netice vermemektedir.
“Yine de Şahlanıyor Aman” türküsünü anımsayalım. “Görünüyor, yandım aman, Bize sefer yolları” der sözlerinde, halbuki biz ne yaptık dönem dönem? Darbe günlerinde o ruhani atmosferi perçinlemek adına kullandık, darbe güzellemesi yaptık. Sefer mi vardı gündemde, eski zamanlarla emsal ülkeler mi fethediyorduk? Ola ki zaman zemin de müsait değildi buna. Ne ki içerideki siyasi hesaplaşmalar uğrunda sömürdük o yurt duygularını, kahramanlık nidaları patlatarak “istemezük” kulvarını işlettik usulca ve usulsüzce, ince ince doğradık.
Öyle ki rahmetli türkücü Hasan Mutlucan’ın kahramanlık türküleri kulvarında nam salmış davudi sesi bilinir. Şöyle ki askeri müdahale dönemlerinde darbelerin meşruiyetinin duyurulmasında bulunmaz bir imkân teşkil ettiği söylenebilir darbeci anlayışın elinde. Üstat da bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirecektir zaman zaman.
"Dehşetli bozuluyorum. Çünkü darbe sanatçısı değilim. Sanki bütün millet, hislerinin tercümanıymış gibi kabul etti. Kahramanlık türküleri insanlara tesir eden bir şeydi. Hissiyatlarına tesir ettim ki beni beğendiler. Ama yukarı kademelerden bazı kişiler beni maalesef kullandılar. Propaganda, reklam vasıtası yaptılar. Darbecilere mal etmek istediler, o türkülerden soğuttular beni. Ben kimsenin adamı değilim, halka türküler okuyan biriyim, o türküler ecdadımın kahramanlık öykülerini anlatan menkıbelerdi. Daha fazla konuşmak istemiyorum. Hissiyatıma kapılabilirim. Küskünüm efendim." Demesi manidardır rahmetli Mutlucan’ın.
Politizasyon böyledir ne yazık ki, meydana getirdiği girdaplara, burgaçlara kapılıp gitmek imkansız değildir açıkçası. Demem şu ki yanlış zamanda yanlış yerde bulunuyorsak negatif bir fotoğraf karesinde yer alabiliriz de siyasi tarihin albümünde.
Hiç kuşkusuz tarihsel derinliğin sosyal psikoloji ve toplumsal siyasal bünyemiz üzerinde yaptığı tazyiklerin ötesinde uluslararası sistemin işleyişine ve bunun reel siyaset ve devlet politikaları alanındaki tezahürlerine eğilmek de gerekmektedir.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Levent hocamın o değerli kaleminden ders niteliğinde güzel bir yazı okudum. Ulvi değerlerimiz dün olduğu gibi bugünde o siyaset dediğimiz çamurun içinde kirlenip gidiyor. Ve her darbe döneminde bu ulvi değerler kullanılmıştır. Çok beğendim fazla yoruma gerek kalmamış aslında. Eseriniz üzerine bir dost selamı ekliyor saygı ve selamlarımı yolluyorum.
levent taner
Katılım ve katkınız her dem değer arz eder
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.