- 47 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Zihnin Kırılma Noktası
Kendi gölgeme takılıp kaldırımlara düştüm. Hatırlayamadığım nedenlerle ve aldanışlarla dolu bir hikâyenin içinde sürükleniyordum. Zihnim, bir girdap gibi düşünceleri içine çekiyordu. Devrilen her duygu, zihnimde derin bir iz bırakıyor, bu izler dile gelmeye çalışıyordu. Ama dilim yetmiyordu, sanki tüm bu karmaşayı yalnızca hissedebiliyordum.
Bir adım sonra bir başka kayıp hikâye. Her adımda içimdeki çatışmaların sesi yükseliyordu. Tırnaklarımın altında birikmiş sorularla Tanrı’yı susturmaya çalıştım. Sorular, cevapsızlık içinde yankılanıyordu. Cevapsızlığın yükü, ruhumun ağırlığını artırıyordu. Bir noktada her şeyden vazgeçmiş, kendimi yürüyüşün ritmine bırakmıştım.
Şehir, gülümsemeyen bir yüzle karşımdaydı. Tanrısından yoksun bir karnaval gibi, sahte kahkahalarla doluydu. Adımlarım ağırlaştı. Durdum. Sokaklarda, geçmişimin izlerini aradım. Her köşe başında eksik bir parça, her adımda silinmiş bir anı vardı. Bu arayış bir yandan beni tüketiyor, bir yandan da varlığımı yeniden inşa ediyordu.
Sonunda, bu yolculuğun bir anlamı olmadığını fark ettim. Yollar bitiyordu ama içimdeki boşluk hep aynı kalıyordu. Kendi kendime dönüp duruyordum. Yolculuk, bitmeyen bir sorunun cevabı gibiydi: Kimdim? Neydim? Bu soruların cevabını bulamadan bir sonraki köşe başına ilerliyordum.
Yağmur başladı. Yağmurla birlikte içimde bir ses yükseldi: "Aşk neydi?" Her yağmur damlası bu sorunun cevabını fısıldıyor gibiydi. Ama hiçbirini yakalayamıyordum. Yağmur dindi, yerini güneşe bıraktı. Güneş, yüzüme bir huzur serpiştirdi. Fakat bu huzur da geçiciydi. Gölgesi bile yoktu.
Sonunda, bu yolculuğun sonuna vardım. Ama aslında hiçbir yere varamamıştım. Kendi benliğimden uzaklaşmış, yabancı birine dönüşmüştüm. Kendi yüzümü ellerimde kıvırıp kesip atmak istedim. Çünkü bu yüz, artık bana ait değildi. Bu, yalnızca yaşanmışlıkların bir maskesiydi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.