- 145 Okunma
- 0 Yorum
- 9 Beğeni
Sefil bir yol özrüydü zaman
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Karıştır mecalimi var mı adı sana benzer bir takat
Çıkıp kendi üstümün başına düştüm kaldırımlara
Anımsayamadığım sebepli sebepsiz aldanışlarımla üstelik
Devrilen duygunun zihin yırtığına saklı cümleler yırtığına aşikâr bir dille secde ediyorken
Kulak ve boyun arası tanrısal bir titremenin paçalarına saklanıyordum.
Üstünü birkaç adımda düşürmüş bir zamanın teninde yürüyordu tanrının öteki kulu
Ya da ben öyle bilmekle meşguldüm.
Sonra, birden ardımı ardına sürdüm. Avuçlarımın çukurunda tırnaklarıyla çiğnenmiş hikâyesini üzdüm, Tanrı’mın. Kaç defa lokmalardım sorularımı, yutkunamadım, bilmiyorum. Tenimin dudaklarında toplu haliyle akıp giden yabancı hırsım ve bir de pulunda salya küfü zarfımı alıp adındaki hıncıma durdum.
Hizalar kırkına uzanıp mesafeleri yüzlerindeki ezikliğin kokusuyla savuştururken duraksadım.
Dilimin tenhasında kaç defa sulandım. Keşke susaydım ucunda zamanın dedim.
Islığının da dişlek bir tanrıyı yitirdim, taşına bulaşan o tadın kıvamını unutarak.
Sonra zihnim ayaklarımı giyindi özrü üstüne, verilen sözün hakkına, fikrime, yaşlanmayan kusuruma sırt verip aksayan mevsimleri geçip ruhumu topuklarıma gizledim.
Zemin ağırlığıyla basılı topuklarım sancırken kendine, fikrin amaçsızlığına yürüdüm ve yürüyordum.
Gülen şehir tın duygusundayken tanrısı eksik soytarılar sezdim. Biraz daha ezdim bağrında büyümediğim şehri
Yüzü gözü kırpılmış dizlerimin örtüsüne savururken bedenimi, kopuk kirpiklerimi düşürdüm sokağa.
-Zihin atlasından inmeden kırbaçlanan fikrim ak sağanıyla yasta. Kendini kendine unutturun topuk ağrısı hükmü ile yolcu olmaya başladım ve artık sorgulamıyordum geçerek geciktiğim güzergâhları.
Parmaklarımı büküp, üstündeki derisini ısırıp çukuruna salıverdim, ardında bıraktığı seyrek rüzgârı dolduruyorken ciğerime, sinsi bir üşüme olup zarif, ince, biraz da sakin ama derin bir sıyrıkla öpüp öldürüyordu iblislerimi.
Adım adım yol beslerken, bitiyor, bitiriliyordum.
Sözümün yol başlarına saklanıp dişlerime süzülen boğazı kesik bir bağırış peyda oluyordu birden.
Sol veya sağ diye hüküm bekliyordu gözümün ferini fes ederek. Sonra damağını kazıp yükünü soluma atıyordu sağım, boşaltmak için içinin içini. ama telaşın yolu bitiyordu. Basılacak zemin dur diyordu bana. Bir süre dur yabancı. Ağsak adımlarını çek tenimden ve düşüncesinde, kararlı olduğu ihtimalini sezerken, biz aldanmıyoruz ve kendi tenime eziyetim devam etsin diyorum.
Zihin hevesinden alıkoyunca kendini sıyrılıyor bütün yavru iblisler tırnaklarımdan ve artık ardın gözükmüyor. Üstelik bir dediğim bir dediğime zulüm ediyor ve ağrısına mecburi bir dönüş başlıyor.
Elimde, elde edemediğim bir ben bir de sen ile kuşkulanıyoruz ve aşk neydi diyorsun içimin küçüğüne.
Sesim hırpalayıp fikrimi o kurcalanan şehri gösteriyor ve parmaklarımın ucunda yağmur başlıyor.
Yağan her yağmur aşk dedirtiyor ve zihnimi tırnağıma giydirip topluyorum ve biliyorum kırıntılarında sen varsın her yağmurun. Sonra güneş geliyor başucuma üstünü açık bıraktığım şuurum hatları içinden çekilmiş yarım bir yaprağın zemindeki eğimine özenip kuruyup kalıyorum.
Sen gidiyorsun bu yol başaramadan bitiriliyor. bu kadar karar sızısı gezinirken insani hükümler arasında onca gülücükten birinde yaşıyorum. -Şimdi kendimi anlata bildiğim yerdeyim ama anlamsızlığım kolumda ve sırıtıyor. -Her şeyi unutarak tekrar, tekrar başladığım bu yolun binlercesinde aynı koku var. Bir de yokluk giyinen yaşamlar var.
Ruhumla gezinen yaşamın sürekliliği sürdürürken soluğunu kuşkusuz ve korkusuz gelip yüzümde barınmaya çalışıyor. Sonra var ile yok ikiye bölüp kendini burun kıllarımla uzayıp bıyıklarıma karışıyor. Yüz kılıfımı alıp ellerime kırıştırıp, kırıştırıp kesilesim var diyorum kendimden.
Üstelik yaşam çekişen yokluğu sefille şen yanımdan.
Ş i m o
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.