- 131 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TARİHLE YÜZLEŞMEK
Son yıllarda “tarihle yüzleşmek” sözü sıkça dillendirilmeye başlandı. Tabii ki tarihle yüzleşmek, ondan ders almak ve olumsuzlukların tekerrürünün önlenmesini sağlamak, yüzleşmenin amacı olmalıdır. Bizde yüzleşme kültürü pek gelişmediği için bu kavramın da suyunu çıkardık. Televizyon ekranlarından muhaliflerimize bağıra çağıra, bazen de küfrederek sözüm ona tarihle yüzleştik. En kolayı da yakın tarihimizle ve özellikle de cumhuriyet dönemiyle ilgili yüzleşmelerdi. İstiklal mahkemelerinin icraatları, Şeyh Sait ve Dersim İsyanları, tek parti dönemindeki uygulamalar, derken şimdi de dizilerle ilgili “hesaplaşmalar” başladı.
Tarihle yüzleşmek zordur. Çünkü tarih yapan insanlar artık karşınızda değildir. Onlarla alıp veremediğinizi yüz yüze konuşamazsınız. Onları suçlayamaz, sadece icraatlarını sorgularsınız. Bunu sorgularken de önyargılardan uzak “objektif” olmaya mecbursunuzdur. Bu sizin insanlık görevinizdir. Hümanizm denilen erdemler bunu gerektirir.
Ayrıca tarihle yüzleşmekten de korkmamak gerekir.
Gelin görün ki tarihle yüzleşmek gibi çok ciddi bir konu, ya ülkenin gündemini değiştirip dikkatleri başka yere çekmek için kullanılıyor, ya da kendi dünya görüşünde olmayanların uygulamalarına çatmak için. Son günlerdeki tartışma konuları da “Muhteşem Yüzyıl” veya “Kuruluş Osmanlı” gibi diziler. Bana göre bu diziler tarihi gerçekleri anlatmak yerine daha çok kar amaçlı yapılmış, tarihi gerçek ve olayları objektif aktaramayarak magazinsel hale dönüşmüşler. Ancak dizilerde sübjektif de olsa olaylar yok sayılmamış. Halkın tarihsel konulara ilgisini artıracak bir çalışmalar. Belgesel değil, sadece diziler. Kuşkusuz örneğin Muhteşem Yüzyıl dizisinde Kanuni Sultan Süleyman gibi bir cihan padişahını birkaç kadınla hareme sıkıştırmak yanlıştır. Ancak padişahları kutsamak ve evliyalaştırmak da yanlıştır. Onların da birer insan olduğu ve hata yapabilecekleri hatırdan çıkarılmamalıdır.
Siyasilerin bu tür filmlere baskı yapması, her şeyi kendi ölçülerine göre tasarımlamak istemesi, din ve ahlak zaptiyeliğine soyunması ancak totaliter rejimlerde söz konusu olabilir. Yoksa ağzımızdan düşürmediğimiz “tarihle yüzleşmek” ve demokrasiden bahsetmek laftan öteye geçemez. O zaman sorarlar, siz sadece yakın tarihteki bazı olay ve kişilerle mi yüzleşiyorsunuz? Tarihle yüzleşmek bu mudur?
Herkes kendi düşünce ve hayat görüşüne uygun bir tarih yaratamaz. Tarih, hayal ettiklerimiz gibi değildir. Yaşanmış gerçeklerdir. Kanuni Sultan Süleyman’ın muhteşemliğinin yanı sıra bilinmeyen yönlerinin de öğrenilmesinden daha doğal bir şey olamaz.
“Muhteşem Yüzyıl” dizisinden o kadar korkulmuş ki, sanki gelecekte olacak olayların bilinmesini engellemek için kılıf hazırlanıyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın kadim dostu ve eniştesi İbrahim Paşa’yı saray entrikalarının etkisinde kalarak 5 Mart 1536 tarihinde boğdurmasını, saray entrikalarının nelere sebep olduğunu halkın bilmeye hakkı vardır. Yine Muhteşem Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’nın başına gelenler saklanmamalı. Hürrem Sultan ve işbirliği yaptığı kızı Mihriban Sultan’la evli damadı Rüstem Paşa’nın çevirdiği dolaplarla hiçbir şeyden haberi olmayan ve babasının elini öpmeye gelen Şehzade Mustafa’nın 22 Eylül 1553 tarihinde öldürülmesi bir ibret vesikasıdır. Şehzade Mustafa çadırda yedi dilsizle karşılaşmış ve dehşet içinde kalmıştır. Babasından ümitsizce yardım istemiş, ancak cellâtlarca boğulurken atlas bir perde arkasından olayı Kanuni Sultan Süleyman izlemiş ve oğlunun çırpınmalarından ve babasını boş yere çağırmasından kılı bile kıpırdamamıştır. Bu arada çadırın dışında da şehzadenin koruması ve ağasının başı kesilmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın diğer oğlu Cihangir ise, ağabeyi Mustafa’nın durduk yerde öldürülmesini bir türlü içine sindirememiş ve günümüz deyimiyle zaten “engelli” olan vücudu bu acıya dayanamayarak Mustafa’nın ölümünden kısa bir süre sonra ölmüştür.
Kanuni Sultan Süleyman, sağ kalan diğer oğulları Şehzade Selim ve Şehzade Beyazıt’ın saray entrikaları sonucu birbirine düşmesini de engelleyememiştir. Sultan Süleyman da entrikaların etkisinde kalmış, oğlu Beyazıt’ı dışlayarak diğer oğlu Selim’den yana tavır koymuştur. Halk Beyazıt’ı daha çok istemesine rağmen Beyazıt, entrikalarla baş edemeyeceğini anlamış, ağabeyi Mustafa’nın başına gelenlerin kendi başına gelmesinden çekinerek mücadeleyi bırakmış ve İran’a sığınmıştır. İran Şahı üç yüz bin altın Sultan Süleyman’dan, yüz bin altın da Şehzade Selim’den olmak üzere aldığı dört yüz bin altının karşılığında kendisine sığınan Şehzade Beyazıt ve dört oğlunu öldürtmüştür. Beyazıt ve oğullarının cenazeleri Sivas’a getirilerek defnedilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, kocasının ölümünden dolayı Bursa’da matem içinde bulunan Beyazıt’ın hanımının kucağındaki üç yaşında çocuğu da boğdurulmuştur.
“Muhteşem Yüzyıl”ın sonlarında 1595 yılında daha da acıklı olaylar olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu, Selimin oğlu III. Mehmet, tahta çıkar çıkmaz 19 kardeşini boğdurmuştur. Şehzadelerden erginlik çağını aşmış ikisinden gebe kalan yedi cariye de denize atılmıştır.
Tarihle yüzleşmekten korkmamak gerekir. Kuşkusuz objektif kalarak.
Koçi Bey bile yüzyıllar öncesinde günümüzdekilerden daha bilimsel yüzleşmiş tarihle. Bakın 1631 yılında duraklama sebeplerinin Kanuni Sultan Süleyman zamanından başladığını belirterek Osmanlı Devleti’nin geri kalış nedenlerini nasıl açıklıyor:
*Kanuni Sultan Süleyman’dan itibaren padişah divanda hazır bulunmamış, olup bitenleri kafes arkasından izlemiştir. Eski Asya geleneği bu yüzden terk edilmiştir.
*Vezir-i Azamlık, Sultan Süleyman zamanından itibaren haremin etkisine girmiştir.
*Yine Sultan Süleyman zamanında özellikle Rüstem Paşa devrinde rüşvet ve irtikâp almış başını gitmiştir. Rüstem Paşa çok büyük malvarlığına sahip olarak bütün devlet geleneklerini yıkmıştır. Belirli şahıslarda lüks hayat başlamıştır.
* Tımar sistemi bozulmuş, bu sistemin bozulmasıyla ordu disiplinsizleşmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanından itibaren bu bozulmalar görülmüş, fakat o devirde devlet çok güçlü olduğu için farkına varılamamıştır.
İyi ki Koçi Bey günümüzde yaşamıyor. Onun tespitlerine de bir kulp bulurduk. “Ecdadımızı küçük düşürüyor” diye. Sanki asılanlar, boğdurulanlar ecdadımız değilmiş gibi.
Mademki tarihle yüzleşeceğiz, bizim de söyleyeceklerimiz var. Sadece cumhuriyet döneminin kimilerince olumsuz sayılan yönlerini değil, tarihimizi bütün olarak ele almak zorundayız.
Bu coğrafyada İslam’ın Arapça yorumu olan Eş’ariliğin nasıl geliştiğini, bir Türk yorumu olan Maturidiye itikadının neden köreltildiğini sorgulayacağız.
İslam’ın altın çağına damgasını vuran ve Maturidiye ekolünden gelen İbni Rüşt ve İbni Sina gibi bütün medeni âlemin “âlim” diye örnek aldıkları şahsiyetlerin neden İmamı Gazali tarafından kâfir ilan edildiklerini sorgulayacağız.
Kanuni Sultan Süleyman’ın çok değer verdiği Ebussuud Efendi’nin verdiği fetvalarla on binlerce Alevi Türkmen’in “Büyük Kaçgun Dönemi”nde nasıl katledildiklerini ve yerlerinden yurtlarından edildiklerini sorgulayacağız.
Osmanlılarda 15. yüzyıldan itibaren neden “Veled-i Abdullah”ların yönetimde tercih edildiklerini, Türklerin devlet kademelerinde niçin görev alamadıklarını sorgulayacağız.
16. yüzyılda (Muhteşem yüzyılda-1500’lü yıllar) medreselerde pozitif ilimlerin niçin yasaklandığını, bunun sonucunda da neden bilim toplumu olamadığımızı sorgulayacağız.
Pandoranın kutusu açıldı bir kere. Artık gerisi gelir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.