- 50 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Şehir, hisler, toplumsal
Gün batarken, hava kararırken, şu karşıki tepelerdeki hanelerde teker teker yanar ışıklar. Çok geçmeden ışıl ışıl olur dört bir alem. Gel gelelim, o ışıkların altındaki evlerdeki herkeslerin iç dünyaları da pırıl pırıl, nurdan nurdan mıdır? O binlerce süzme ışığın ışıldattığı binaların sakinleri içinden sabaha çıkamayacak olanlar, aydınlığa değil karanlığa uyanacak olanlar da yok mudur? Vardır elbet. Onlar ki, bir daha asla gün yüzü göremeyeceklerdir. Bir de yaşadıkları sürece gün yüzü görmemiş, görememiş kimseler vardır...Vardır amma kimin umrundadır onlar olmuş olmamış; yaşamış yaşamamış; ölmüş ölmemiş? Hiçkimsenin.
Hasta olan toplum değil, benim. Bunu böyle bilin, böyle belleyin. Toplumu bırakın, beni tedavi edin. Böylesi daha fazla işinize gelir sizin. Anormal olan siz değilsiniz, benim. Yuvarlayıverince avuç avuç hapları, ben de sizler gibi normal olacağım öyle mi? Hep istediğiniz buydu değil mi? Avucunuzu yalarsınız. Ben asla sizler gibi olmayacağım. Beni kendinize benzetemeyeceksiniz.
Sizler. Siz sayın Bay, sayın Bayan; ne zaman bir son vereceksiniz sahip olduklarınızla başkalarına hava atmaya, çalım satmaya, kendinizi birşey sanmaya? Kimi ilgilendirir sizin sahip olduğunuz otomobiller, sevgililer, eşler, kız ya da erkek evlatlar, mallar, mülkler? Sıkıyorsa hiçbirşeyinizle büyüklensenize bakalım? Sıkar biraz. Büyük mü? Ne büyüğü? Şu halinizle siz küçük, küçücüksünüz ve küçüldükçe de küçülmektesiniz.
Şu henüz on üç yaşında cebinde sigara paketi taşıyan, akranlarıyla duraklarda tütün tüttüren kız çocukları bizim eserimizdir. Şu acınası, insanda hüngür hüngür ağlama arzusu uyandıran gençlik bizim eserimizdir. En ağıza alınmayacak küfürleri bile sokak ortasında herkesin duyabileceği bir şekilde birbirlerine çok sesli bir biçimde savuran şu sözde bitirim delikanlılar da bizim eserimizdir. Onlar kendi kendilerini bile isteye öyle yapmadılar ki. Onlar bizim şaheserimiz. Eserimizle ne kadar az gurur duysak yeridir.
Adamın biri diyordu ki: ’Tek iken tekil bir yalnızlıktı benimkisi. Çift oldum, çifte yalnızlık yaşar oldum. Eskiden de yalnızdım, şimdi de yalnızım. Değişen ne? Değişen şu; Tek kişilik yalnızken, hiç olmazsa kafa dinliyordum. Çoklu yalnızlıkta ise kafam hiç rahat değil. Ee, o halde çift olmaya ne gerek vardı ki...’
’Sen yine iyisin’ diyordu adamın biri; ’bizi çift olmak da kesmedi. İki de çocuğumuz oldu. Oldu mu sana dörtlü, quarto bir yalnızlık. Senin hiç olmazsa kafan rahat değil. Bende kafa-mafa diye birşey de kalmadı.’
Dışarıda insanı kendi haline bırakmıyorlar ki. Yalnızlığını yüzüne yüzüne vuruyorlar. Dışarıda yalnızlık beş kat, on kat daha çekilmez hale geliyor. Anlıyorsunuz ki, bu toplumun sizin yalnızlığınıza en ufak bir saygısı yok. Üçlü, beşli, daha olmadı, onlu gruplar halinde, yanı başınıza kadar sokulup bağrışıp çağrışıyorlar, sonu gelmez, malayani laflamalarla tekil yalnızlığınızı çok sesli, çok renkli, çoğul bir yalnızlığa çevirdikten sonra çekip gidiyorlar. Bir restoranda, bir vapurda onca boş koltuk, masa, sandalye varken, gelip tam arkanızdaki ya da önünüzdeki masaya, koltuğa kuruluveriyorlar. Ondan sonra da Allaaah!, dinle dinleyebilirsen bunların mama yemeyen çocuklarıyla atışmalarını, aşkımlı, canımlı, cicimli, bicimli, micimli muhabbetlerini...
Zaten ben (biz) yalnız (yalnızlar) ben bana (biz bize) yetiyorum (yetiyoruz). Bir de siz gelmeyin, benim (bizim) üstüme.
Blog: blogger.com Omer
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.