- 267 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Kayıp Zamanların İzinde
Kayıp Zamanların İzinde
Aralık ayı, İstanbul’un her zaman olduğu gibi, serin rüzgârlar ve hafif yağmurla selam verdiği bir sabahla başlamıştı. Boğaz’ın suları hüzünlü bir griye bürünmüş, vapurların tiz düdük sesleri şehrin melankolik senfonisine katılmıştı. Yılın son ayına girerken, İsmail kendisini alışıldık ama yabancı bir duygu içinde buldu. Geçmiş yıllarda olduğu gibi, bu dönemde içsel bir hesaplaşma başlar; zamanın ne kadar kıymetli olduğu, hayatın getirdikleri ve götürdükleri üzerine düşünceler sarar zihnini.
Zamana yenik düşen insan mı, yoksa zamanın içinde zaferle çıkan insan mı? İkisi arasında gidip gelirken, yaşadıklarının birer deneyim mi yoksa unuttuğu kazılar mı olduğunu sorgulamak kaçınılmaz hâle gelir. Belki de her bir anı, geçmişin bir parçası; sevinçler, hayal kırıklıkları, kayıplar ve kazanımlar bir araya geldiğinde, insanın kimliğini şekillendirir. İsmail, bu ayın getirdiği karamsarlıkla birlikte, hayatın sunduğu fırsatları da düşünmeden edemedi. Geçmişteki hataların gölgesinde kaybolmuş gibi hissederken, geleceğe dair umut da taşımaktadır. Deneyimlerin ağırlığı altında ezilmek mi, yoksa onları birer basamak olarak görüp yükselmek mi? İşte, bu sorular zihninde yankılanırken, belki de yanıtı bulmak için biraz daha zamana ihtiyacı vardır.
Sonra, elinde bir bardak çayın buharı, vapurun bacasından yükselen buhar gibi hafifçe kıvrılarak havada süzülüyordu. Çayın sıcaklığı, ellerini ısıtırken, İsmail’in zihnindeki karmaşa da yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu. Her yudumda, geçmişin yüklerinden arınma isteği belirdi. Dışarıda yağan yağmur, sanki içsel bir temizlik vaadi gibi, onu geçmişiyle barışmaya davet ediyordu. Bu son ayın, yeni bir başlangıcın habercisi olabileceğini düşündü. Belki de her son, yeni bir başlangıcın tohumlarını barındırıyordu.
Pencerenin kenarında, huzur dolu bir sessizlik içinde oturmuş, karşıdaki sokak lambasından düzensiz bir ritimle damlayan yağmur damlalarını izliyordu. Her damla, sabahın serinliğinde havaya karışırken, bir melodi gibi yankılanıyor, düşüncelerinin derinliklerine dalmasına neden oluyordu. İsmail, günün ilerleyen saatlerinde karşılaşacağı tüm belirsizliklerle yüzleşmeye hazırlanırken, bu anın tadını çıkarmaya kararlıydı.
Pamuk, kıvrılıp yattığı minderden usulca kıpırdadı. Beyaz tüylerinin içine gizlenmiş, neredeyse hareketsizdi; ama bir şeylerin farkında olduğu belliydi. İsmail’in sıkıntılı hâli, kedinin sessiz şefkatine dönüşmüş gibiydi. Pamuk, kalkıp pencerenin önüne geldi ve başını İsmail’in dizlerine yasladı. İsmail, bu tür durumlarda Pamuk’un sırtını okşamanın kendisine iyi geldiğini biliyordu. Kedi, İsmail’in olumsuzluklarını mı alıyordu, yoksa İsmail mi kedisinin uysallığından mı huzur buluyordu? Hayatın bir alıp verme oyunu olduğunu düşünürken, kendisiyle mi, kedisiyle mi konuşuyordu?
“Bugün…” dedi İsmail, kendisiyle konuşuyor gibi. “Bugün Zeki’yi düşünüyorum. Yıllar oldu. Ne yapıyor, nasıl acaba?”
İsmail, Zeki’nin çocukluk arkadaşıydı; birlikte büyümüş, sokaklarda koşmuş, yaz akşamlarının tadını çıkarmışlardı. Çocukluk döneminde oluşturdukları arkadaşlık, masumiyetin ve saf duyguların bir yansımasıydı. O dönemde arkadaşlık, birlikte geçirilen zamanın, oyunların ve dondurmaların tatlarının etrafında şekilleniyordu. Ancak zamanla bu saf tatlar üzerine bir toz gibi serpilmeye başlamıştı. Zeki’nin kahkahası, İsmail’in hafızasında bir çınar ağacı gibi kök salmıştı ama şimdi o kökler çatlamış, geçmişle bugün arasında bir boşluk oluşmuştu.
Gençlik dönemine adım attıklarında ise, İsmail, Zeki ile dost olduklarını düşündü. Dostluk, çocukluk arkadaşlığının ötesine geçiyor, daha derin ve anlamlı bir hal alıyordu. Bir dilim ekmeği paylaşmaları, aralarındaki bağın güçlendiğine dair bir işaretti. Ancak İsmail, dostlukların bazen anıların arasında kaybolduğunu fark etti. Çocukluk oyunları, paylaşılanlar ve barışçıl anlar, zamanla yerini mesafeye ve unutulmaya bırakıyordu. İsmail, dostlukların doğasının zamanla değiştiğini, geçmişin izlerinin kalmasına rağmen, bazen kaybolup gidebildiğini düşünmeye başladı.
Pamuk miyavlayarak İsmail’in dikkatini dağıttı. Kedinin gözleri kıpırtılıydı, sanki sahibine dünü düşünmek yerine şimdiyi yaşaması gerektiğini hatırlatıyordu. Ama İsmail, çocukluk anılarından kaçamıyordu. Zeki’nin yanında yaşadığı o yaz akşamları, sokakta futbol oynadıkları, el ele tutuşup düşledikleri hayaller aklına geliyordu.
Bir gün, Zeki’yle birlikte, mahalledeki parkta, gökyüzüne doğru fırlattıkları uçurtmaların peşinden koşarken, İsmail’in yüzünde bir gülümseme belirmişti. Zeki’nin gözleri parlıyordu; hayatın tüm renkleri oradaydı. “Dostluğumuz hep böyle kalacak, değil mi?” demişti Zeki, bir an olsun ciddileşmeden. İsmail, o anı düşününce içini bir sıcaklık kapladı. Ama zaman, o sıcaklığı da alıp götürmüştü.
"Dostluklar neden kaybolur Pamuk?" dedi İsmail kediye. Pamuk miyavladı ama bu sorunun yanıtı elbette ki onda değildi.
Yıllar geçtikçe İsmail, insanların birçoğunun aslında dost olmadığını anlamıştı. Bazıları, yalnızca kendi çıkarlarını gözetmek için yanındaydı. Her gülümsemenin ardında bir hesap, her destek gibi görünen bir amaç vardı. İsmail bu düzene alışmış, ama Zeki gibi saflığını yitirmeyen dostlarına duyduğu hasret bir an olsun azalmamıştı.
“Belki de aramalıyım,” dedi sonunda. Bu fikrin nasıl bir sonuca yol açacağından emin değildi. Zeki, onu unutmuş olabilirdi. Belki de çoktan hayatından çıkmıştı. Ama Pamuk, İsmail’in kucağına atılıp patisini usulca sahibinin yanağına dokundurduğunda, içindeki kaygılar bir nebze olsun azaldı. Bir cesaret belirdi içinde.
Telefonunu eline aldı, Zeki’nin numarasına bir mesaj yazdı. Basit bir selam, samimi bir şekilde ama fazla derine inmeden yazılmıştı. “Merhaba Zeki, seni düşündüm. Umarım iyisindir.”
Birkaç dakika bekledi. Cevap gelmedi. Ama hayal kırıklığıyla değil, aksine bir huzurla gözlerini kapattı. Denememiş olsaydı, belki bir ömür bu şeyin ihtimaliyle yaşayacaktı. En azından denemişti.
Pamuk, mırlayarak sahibinin kucağında kıvrıldı. İsmail gökyüzüne bakıp gülümsemek zorunda hissetti. Bu şehirde, bu anıda, kedisinin yanında, hatıraların kendisine artık bir yük değil bir hediye olduğunu anladı. Gelecekten korkmak yerine bugünü yaşamanın hafifliğine teslim oldu. Zeki’nin kahkahası, yıllar sonra bile bir yerde yankılanıyordu; belki de bazı dostluklar kaybolmaz, sadece çocuklukta ışıldayan bir yıldız gibi, sönmüş gibi yapar. Ama hatırladığınızda yine parlamaya başlar.
O an, İsmail’in kalbinde bir umut filizlendi; belki de dostluklar, bazen kaybolsalar bile, bir gün yeniden bulunmak için beklerlerdi. Aralık 2024 İstanbul
Gürel SÜRÜCÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.