- 105 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
GÜZEL BİR KAHVALTI
“Dur!” diyebilmek kolay değil, kendine… “Tamam yeter, fazla kaptırdın kendini. Geride bıraktıklarına da bak biraz, çiçeklere baktığın gibi…”
Öyle gönlünce esip geçerken yollarda bir rüzgârın peşinde; duramıyorsun birden… Durduğunda içinde şu an var olan o kanatlanma hissinin yok olacağından korkuyorsun.
Arkadaşlarınla gezilere çıkıyor; seminerlere, fuarlara katılıp, ilgili ilgisiz bir sürü kursa gidiyorsun. Sürekli bir inşa halinde, kendini tamamlamaya çalışıyorsun sanki… Eve dönüp kendinle baş başa kaldığında içinde varlığını hissettiren o eksiği kapamaya çalışıyorsun böylece: Gülüşlerinin tamama ermesini önleyen; yemeğe son dokunuşlarda bulunurken baharatlardan birini unuttuğundaki gibi eksik kalan bir şeyleri… Sevdiğin adamın gözlerinden el sallayan sana…
Peki, bu hengamede kocaman kocaman açılan gözleri ne olacak o küçük kızın? Sıcacık dumanı tüten çay dolu bardaklar… İç ısıtan o sofra..? O rüzgârı durduran bir mekanizma olmalı; sana bakıp da şaşkınlıktan o kadar açılmasın o gözleri küçük kızın, ufacık yüzünde yer açabilsinler kendilerine, diye…
Mesele; küçük bir yüreğin atışlarında aksaklıklara yol açmak, o yürüyüşünde… İlle küçük yaşta olması da gerekmiyor, her yaştan insanın yürek atışlarında bir sızı hâlinde var olacak kadar gürültülü akisler bırakması adımlarınla çıkardığın seslerin…
Bir denge kurmalısın; eğer o rüzgâra pencerelerini tamamen kapamak istemiyorsan. Çünkü çok da uzun zaman dayanamazsın; geride birilerinin sen yürürken kalakalmalarına ardında: Görünürde yaşamın içinde yer almaya devam etseler de; görünmeyen yerlerinde her zamanki gibi olmamasına bir şeylerin…
Küçük kız okula gidecektir mesela. Babası da iş yerine tabii… Güzel bir kahvaltı yapılıyordur her sabahki gibi… Tam tekmil bir sofra hazırlanmıştır, bir kuş sütü eksik…
Malzemelerde eksik yoktur bu sofrayı kahvaltı sofrası yapmak için… Ama tam tamama erecekken; akış bir yerde kesintiye uğramıştır sanki… Belli belirsiz bir eksiklik vardır bu sofrada; sıcacık bir kahvaltı sofrasına varmasını engelleyen…
O rüzgâr çok erken esmeye başlamıştır çünkü. İçi içine sığmıyordur sofradaki kadının. “Kahvaltı bitse de gitseler artık” diyen o telaş vardır her şeyinde… Küçük kız ve babası hissediyorlardır; pencereler kapalı da olsa açık da fark etmeden, ne zamandır sürekli evde esip duran rüzgârı: Önüne katıp kovalayan onları… “Daha ne duruyorsunuz” diyen… O sadece o güzel kadına ait bir rüzgârdır çünkü. Sorun da burdadır ya zaten! Onun, hepsinin rüzgârı olmaması… Bir rüzgârın peşine takılacak kadar birleşmemesi yollarının…
Çok ayrı yerlerdedirler ne zamandır. Aynı evde aralarına bir dünya mesafe koyan bir ayrı gayrılık vardır… Bir yabancılık…
Zaten başka türden bir rüzgâr vardır çok öncelerinden aslında, aralarında esip duran…
Önce evdeki kadınla erkek arasına girmiştir, soğuk soğuk esip sıcak yerlere sığınmak zorunda bırakmıştır ikisini. Gerçi hiç yeteri kadar ısınamamıştır ya, en büyük ısı kaynağından, yani sevgilerinden mahrum kalan o yer!..
İş güç mü getirmiştir o rüzgârı yoksa; ruhu özgür kılan rüzgârdan çok farklı… ‘Yorgunluğun bulutları’ gözlerde uçuşmaya başlayınca, her şey de uykuya davet ediyordur sanki. “Bu adam çok yorgun, sevgi isteme ondan” diyordur.
Kadın yorgun değildir o kadar, küçük kızı için işten ayrıldığından beri... İş dönüşü ağır bir külçe gibi koltuğa yığıldığı o günlerdeki kadar en azından... Evin çeşitli çeşit işleri, kızı daha da küçükken bütün gün evde onunla ilgilenmesi yoruyordur yormasına… Ama o yorgunluk; içinde her şeyi kaybedecek bir kıvama varmıyordur. Bir köşede biraz soluklanmak yetiyordur, sıklaşan nefesini düzene sokmaya. Hele kızı biraz büyüyüp de okula gitmeye başladığında, iyice büyümüştür kendisine kalan o zaman parçası…
Bazen “işe mi dönsem” diyordur, yıllar geçip de yorulmaların derecesi arasındaki farkın aralarında bu kadar derin bir uçurum açtığını görünce… Bir karar verene kadar yorulacak başka bir çözüm bulmuştur. Kendini dışarı atmış, yürümeye başlamıştır, yine kendine varan bir yolda; ta ki nefesi tükenip bitap düşünceye dek… Sırf yorgun bir adamdan sevgi dilenmemek için…
Evet, mesele tam da budur belki de… Yorgunluklar arasındaki eşitsizlik… Peki o minik peri neresindedir bu bütünün? Yoksa yanlış bir bütüne mi varmıştır, uçurumu kapayayım diye sevdiği adamla arasındaki?!.. O güzeller güzeli kızı dışlayan bir resim mi çizmiştir günlük güneşlik bir geleceğe dair?
Daha çok hareket ederek daha çok yorulup eşiyle arasında kapamaya çalıştığı o aralık; küçük kızıyla arasına ne kadar bir boşluk koyacaktır? Ne kadar uzağa itecektir onu? Onu da kendisi gibi bir sevgi dilencisine mi döndürecektir?
Zaten çok önceden görmemiş midir aslında, sofradaki adamın gözlerinde; yorulmakla kapayamayacağını aralarındaki mesafeyi?.. Başka bir yerde araması gerektiğini uyuşmazlığı… Bedene dair olmayan yorgunluklarda…
Herkesin aynı oranda mutlu olduğu bir resmi hayata geçirebilecek midir? Kahvaltılarını yaparken odada esen o rüzgârın sadece sofradaki kadına değil diğer ikisine de aynı oranda değdiği, onları kendisiyle birlikte esmeye davet ettiği… Soğuk soğuk esip araya giren o rüzgârı def edip “hadi ne duruyorsunuz, peşimden gelin” dediği…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.