- 55 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KADİMDİR DAVA
Kim ki bir bahar özlemiyle beklemesin yarın doğacak şafağı ve kimmiş ki umuda yürünen yollardaki çukura, dikene, yokuşa takılsın da vazgeçsin yürümekten. Esenliğin kapılarının aralanacağı ve en güzel hazların demleneceği günler için hangimiz büyük bedeller ödemeyi göze almayız? Bu tekil düşünüşü milletler için genelleştirdiğimizde ortaya çıkan gerçeklik hayalleri oldukça zorlayan manzaraların da doğuşunu barındırmaz mı özünde?
Her ne olursa olsun ne güzeldir ümitvar olmak, olabilmek ve o ümidin peşinden doğacak her şafağın yankılandıracağı o asude hayatın nimetlerinin vereceği hissiyat için büyük bedelleri ödemeyi göze alabilmek. Belki de bu düşünüş, hissiyat ve ondan ivmesini alan kültürümüz; cihanı sarsan onca savaşa, arzı yerle bir eden âfetlere, kıtlıklara rağmen bu ümidini ve daha büyük kadrajdan da bu asırlardır bağrında sakladığı büyük ülküsünü asla yitirmediğinden, benliğinin derinliklerinden aldığı ilhamla da bugüne de doludizgin gelebilme başarısını göstermiştir.
Yukarıda dile getirilen ve pek çok medeniyeti şu ya da bu şekilde test eden dünya sınavı, medeniyetlerden birçoğunu da tarihin tozlu rafları arasına ibretlik şekilde hapsetmiş, esameleri okunmaz hale de getirmiştir. Pek az medeniyet bu çetrefilli müşküllere ve adeta mahşeri zorluklara özgü sınavlardan muzaffer çıkabilmiştir. Mayasında ortaklığı barındırması gereken; dili, tarihsel birikimi, geleceğe dair beklentileri ve yeri geldiğinde de ; ailesinden, kentinden, canından da vazgeçebilmeyi gerektiren bu asil duruş, kendinden sonrakiler için yepyeni şafaklarla bir hayatı bahşetmiştir. Yeniden uyarılmayı bekleyen ve Türkçülüğün değerli kalemi merhum Ziya Gökalp`in bu davanın kilit sözcüğü de sayılan o ”hars” kavramı, milletizin bu geçmişte olduğu gibi bu asrın dinamikliği içindeki ve her zemindeki acımasız rekabette göz kamaştırırcasına şafakla uyanışının da öznesidir şüphesiz. Kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına milletimizin her bir ferdinin hayatı tehdit eden, akışını sekteye uğratan, üstesinden çoğu milletin gelemeyeceği zorluklarda nasıl da bir araya gelerek güç birliği oluşturduğunu defalarca gördük, göreceğimize de kuşkumuz yoktur.
Konunun tam da bu kısmında çok manidar bir örneği vermeden olmaz diyerek, kısa bir anekdotu da paylaşmak gerekir kanımca. Neredeyse iki yüz seksen bin kilometrekarede büyük yıkıma neden olan, on bir kentin büyük depreminin acılarının sarılmaya çalışıldığı o günlerde, kabından taşmışçasına ortaya konulan insan üstü gayretleri hiç birimiz unutmadık. Yabancı basında da yankılanan ve yardım konvoylarının âfetzedelere insanüstü gayretle gidişatından etkilenerek kaleme alınan “Türkler çıldırmış olmalı!” anlamlarındaki başlıklar, her zorda nasıl da bir araya gelme muvaffakiyetini gösterebildiğimizi bir kez daha ortaya koymamış mıdır? Kırıkkale`de bir lisenin müdürü ve aynı zamanda yakın arkadaşım olan eğitimcinin hayretle dile getirdiği, değerlerde bir erozyona uğrayan gençlikten dem vurulan bu günlere ilişkin gözlem, işlerin öyle olmadığını göstermesi bakımından da not alınması gereken bir husustur. Giyim ve kuşamları, davranış ve alışkanlıklarıyla pek tasvip etmediğimiz bu jenerasyonun, yardımlaşma kolilerinin âfetzedelere ulaşmasında gösterdiği ve yaşça da ileri çoğu kesimi hayretlere düşüren gayretleri, onurlu duruşları ve biz anlayışının yankılanışındaki yüreklere su serpen fedakârlıkları, bizlere bu güne dair görünenin ötesinde mayadaki ruhun yerli yerinde durduğunu, asla da yitmeyeceğini ispatlamıştır. “Doğrusu bu gençlikten böylesi bir vefayı, fedakârlığı, işbirliği ruhunun gerektirdiği gayreti beklemezdim.” cümlelerini dile getiren meslekdaşımla, binlerce yıldır nesilden nesile gelen asil kanın, onu zorluklarda motive ederek güç birliğine çağıran motivasyonun mayasının canlı şahidi olmanın da gururunu yaşamıştık. Büyük millet olabilmek tam da bu değil midir?
Güne imzasını atmış, elinde kanlı kırbacı, cebindeyse onca parası ve kendine uşaklık edenlerin de verdiği cesaretle asırladır dünyaya o güzelim hayatı darlayan, sömüren, onu taşınmaz bir yük haline, çileye eviren güya Batı medeniyeti, insanlık adına bir damlalık değer katmak bir yana, kalan son zerresini de gözünü dikerek, tüketmiştir insanlığı. Onların duygu dünyası körelmiş, kirli paralarının gücünde yaşamakta oldukları o yüksek sosyetik hayatlarının bedellerinin ne olduğu hususları da umurlarına da gelmemiş, gelmeyecektir de anlaşılan. Bir insanın hayatına onca değeri atfeden doğu mirasının ortaya koyduğu ve esastan da “hümanistik” bu duygu, düşünüş ve işlenişin Batı`ya gölgesi dahi kısmet olmamıştır ne yazık.
Biri sömürü, diğeri ise fetih anlayışından demlenen bu iki zıt medeniyet, yüzyıllardır şiddetli bir savaşımın içindedir. Çok kere bu medeniyetin ön bariz temsilcisi aziz milletimizi türlü hile ve baskılarla soldurmaya ve hatta yeryüzünden silmeye dek uzanan çabaları da başarısız olmuş, üstelik ciddi bir farkındalıkla da şu yaşanan günümüzde tüm gerçekler tereddüte yer bırakmayacak derecede de ortaya çıkmıştır. Bundan sonrası, safların belirlenmesi meselesidir. Milletimizin safı binlerce yıldan beri bellidir. Üstelik, dünün uykulu ve mahmur gözleriyle dünyanın gidişatına bakmayan devlet anlayışımız, kendisine ta ötelerden biçilen rolün gereği olan büyük çabaların da bizzat içerindedir. Elbette bu büyük dava için bazı bedeller ödenmiş, ödenecektir de. Kimse, her yönden bir özgürlüğün bedava olduğunu iddia edemez. Onun bedeli, yeryüzünün en ağır bedelidir ve gözyaşını, teri, yerinde de kanı dökmeye cesareti olmayanlarla elde edilemez de bir kazanımdır hürriyet.
Asla mukaddeslikle bağdaşmayan, insanlık dışı muameleleri insana reva gören, kendi inanç ve köklerinden olmayanı öteleyen duruşun ve fiiliyatta da dünyayı yaşanmaz hale getirenlerin cüretleri karşısında, kendisiyle birlikte yaşadığı dünyanın tüm paydaşlarına saadeti getirme ülküsünde olan bizlerin dada bir cüretkâr olmaması düşünülebilir mi? Üstelik var oluşunun mayasında hak ve hukuku en üstte tutarak, hasmina bile yeri geldiğinde vicdanî görevinin gereklerini yapmaktan da geri durmayan üstün karakter, kendine tevdi edilen bu kutsi davayı elbette o gücü bulduğunda yeniden hayata geçirecektir.
El sanatlarıyla, tarımsal birikimiyle, ordu düzeniyle, ilmi ve fenniyle Batı medemiyetlerine yol göstermiş, rehberlik etmiş medeniyetimiz bu asrın da gerisinde kalmayacak, her zeminde onurlu mücâdelesini verecektir kuşkusuz. Neden bizim değerlerimiz markalaşmasın? Neden bizim dilimiz beynelmilel dillerden birisi olmasın? Sporda, sanatta, entelektüel hayata ay ve yıldızın vereceği güvenle gurur duymak, dünyanın saygın medeniyetleri arasında olmak mecburiyetindeyiz. Bunun yolları ise elbette bellidir. Çok çalışmak, işbölümü yapmak, millileşmek, araştırmak, geliştirmek, en hızlısını, dayanıklısını, ekonomik ve güven verenini üretmek,… Bütün bunlar adım adım başarıldıkça haksız ithamlardan. Önyargılardan da kurtulacak, kendimizi daha olduğumuz gibi de anlatabileceğiz kuşkusuz. Asrımız hız dediğimiz dinamikle birlikte devinmekte ve bizler de bu ivmeyi yakalayarak ve hatta bir adım da öne geçerek rekabetin zorlu mecrasında hak ettiğimiz yeri almak için etkin politikalar geliştirmek, çalışanı üreteni, keşfedeni, araştıranı, geliştireni, bayrağı önde tutanı ödüllendirecek, başkaları için de onları örnek kılacak bir devinime girmeliyiz. Milletimizin iktisadi zorlukları yendiği günlere olan inancımız da tamdır. Bu durum insanlarımızın dünyaya açılmasına, olup bitenleri daha genişçe bir ufukla görmelerini de sağlayacaktır.
İçteki birlik ve bütünlüğün, dinanizmin her yönden dışarıya da yansıyacağına ve ülkü edinilen amaçlara ulaşılmasında büyük ivme sağlayacağına kuşku yoktur. Yeryüzünün en kilit noktasında ve adeta kaderinin de yazılacağı yerde duran yurdumuz, taşıdığı büyük potansiyelleri harekete geçirmelidir. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri, kıtalar arası bir köprü durumunda bulunuşu, son derece güçlü, milli ve her an hazır ordusuyla bu coğrafyanın geleceğinin belirlenmesinde en çok söz hakkı olandır. Onlarca yıldır yanı başımızda büyük insanî trajedilerin, bir hayal uğruna büyük kalkışmaların yaşana geldiği Ortadoğu`da bu haysiyet zavallısı gidişata son verecek olanız. Etnik köken, dil, din ayrımı yapmaksızın on üç milyon kilometrekarede insanlık adına belki de tarihin gıpta edebileceği ve hatta özlediği şekilde hüküm süren ecdadımız ve onların kalpleri de fetheden duruşları nasıl da özlenmektedir. Aynı mayadan gelen bizler, bu özlemlerin gerek kendi güvenliğimiz ve gerekse de bu ve diğer coğrafyalardaki ezilenlerin beklentisi olan hayatların umutlarının yeşerebilmesinde kayıtsız kalamayız. İngilizlerin yüzlerce yıl önce sömürüsüne sahne olacak ve binlerce kilometre de ötede bulunan milletler dahi bizim sancağımızı gemilerine çekerek adeta koruma zırhı edinmişlerdi. Bu sancağın gölgesi öylesine geniş ki, bütün insanlığı içine koysak yine az gelir. Böylesi asil bir sancağı hiçbir şafak Türk yurdunun dışında henüz doğurmamış, doğuramayacaktır da. İşte bu hakikatler, bizi bizden de öte kılmaktadır.
Secde ettiği Rab`bin dışında kimseye biat etmeyen mağrur duruşuyla, milletimiz geleceğin dünyasının dizaynında öylesine büyük roller oynayacaktır ki, kalemleri uc uca eklesek bu hakikatı izaha kâfi gelemez. İçteki bu büyük potansiyeli harekete geçirecek farkındalıklara ihtiyacımız var sadece. Bilhassa da yeni jenerasyonumuzun geçmişin ayak izlerinden adeta savrulmuşluk halindeki bu drama kendini vatanperver gören her bir vatandaşımızın değerlerimize neden sımsıkı sarılınması gereğini anlatması zarureti vardır. Bu zaruret, yarınlara uzanış için bir keyfiyet değil, mecburiyettir; geçmişin öğretilerine, emeklerine vefanın da gereğidir.
Birlik ve dirlik dediğimiz, halka halka da toplumun diğer katmanlarına yansıyan ve millet düsturunda da dünya arenasında bizi dimdik bir arada tutan şeyler asırlar üstü bir var oluşu sağlayabilmişse, bu içeriğin iyice anlaşılması, anlatılması ve nesilden nesle de sindirilmesi gerekir elbette. Vatanı sadece kuru bir toprak parçası, ormanı birkaç ağaç silsilesi, üç bir yanımızı çevreleyen mavilikleri de sadece tuzlu su hazinesi olarak göremeyiz. Kendi menfaatlerinin üzerinde daha büyük menfaatlerin olduğu hissiyatını taşıyan insanların çokluğu nispetinde, millet olma davamız ve onunla taşıdığımız kadim medeniyet değerlerimiz asla solmayacaktır.
Bir bakıma bu konjonktür, büyük davaların yükünü de omuzlara yükleyen, biz ve bizim dışımızdaki dünyanın gidişâtına yön vermede öncelikle de söz sahibi olmamızı dikte kılan durum, bizleri tarih boyunca saygınlıkla anılan millet yapmıştır. “Türk beklenilendir.” cümlesi üzerinde ciddiyetle düşünmek, Türk`e atfedilen o büyük vasıfların bilincinde olmak durumundayız. Ezcümle biz geleceğiz, onun müdavimi ve meftunuyuz Hak için. Davamız ne dündü ne de gün içindir. Kutsiyeti kitaplar dolusunca yazılsa anlatılamayacak kadar engin görev beni, sizi, milli duygularla yaşayan, düşünen, nefeslenen her birimizi beklemektedir.
Kalemler yazmalı, masalsı hayata uzanacağımız renkler damlamadır fırçadan. Gerektiğinde de kılıç kından çıkmalı ve geldiğinde yeri, atlanmalıdır Nevruz Ateşi`nden. En büyük zenginliğimizin niçin Türk olmaktan geçtiğini anladığız ve anlatabildiğimizde esenlik dolu bir dünya yaşanacaktır kuşkusuz. Kurusun gözden akan yaş, akan kan kurusun, bunları başaracak asil bir milletin soyusun!
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.