Vahşi Bir Unutkanlık
Nesini yazalım dünyanın… Dar veya geniş çerçevesinde gösteriyor insanlar birbirine… İyi düşün iyi olsun deriz… Güzel düşün güzel gör gibi şeyler işte. Lakin gözümüzün önünde kekleniyoruz. Kimi zaman ister istemez herkes kendini yalnız başına bir adada uyanmış gibi hissedebilir.. Ki bunun da senaryosu yazılmış gösterimleri yapılmamış mıdır ki. Dünya da alemin - evrenin içinde öyle bir yer, kıyıda köşede kalmış bir sistem içindeyiz. Akıl daha almıyor yıldızlar alemini, gönül desen kapsamı alanı çok çok dar ve kısa…
Hani derler ya, var bu toprakta bir şey, bu insanda bir şey var. Lakin kimse ne olduğunu çözemedi. Artık gerçeği ayan beyan görmek ve bilmek hatta oluşturup kendimize bağımlı hale getirmek istiyoruz. İnsanlık bunu istemiyor mu?
Tanrıyı arıyor insanlar bir şekilde, gerçeği, güzeli, huzuru. Tanrıya veya yaratıma veya işleyişe takılmayan kulp kalmadı. Lakin varsa öyle bir güç şimdiki hayal ve düşünce gücümüze göre pek anlatıldığı gibi değil sanki. Ortalama 5 bin yıllık bir sürede sıkışıp kalmışız. Her düşünür bir şekilde tarif etmeye çalışıyor. “Okuduğuna inanma gördüğünün de yarısına inan” gibi temkinli sözler de söylenmiş. “Düşünüyorum öyleyse varım” gibiler de...
Lakin insanların kurduğu teşkilatlar, kurumlar şimdilik en büyükleri devlet organizasyonları ki, onu da geride bırakan şirketler var. Devletlerin kat be kat üstünde olan kurumlar var işleyiş bakımından. İşte bu kurumlar bizleri Sahte Bayrak operasyonları ile güdüyor, bu ara bu hafta veya ay bu tür videolara takılı kaldım. Az çok kimi düşünürlerin, perdenin arkasını göstermeye çalışanların dillendirdiği konulardı. Halklar, milletler bir şekilde sürü gibi güdülüyor, güdülmek istemeyen de ıskartaya ayrılıp veya ayrılması sağlanıp toplumdan tecrit ediliyor veya öldürülüyor. İnsanlar birbirine kırdırılıyor dünyada. Bunları yapan da insan. Gel de delirme arkadaş.
Sümerin, Romanın, Timurun,Cengizin, Osmanlının, öte yanda İnka ve Aztek güneyimizde Mısır gibi oluşumların, medeniyetlerin neden çöktüğü, neden dağıldığı, insanları nasıl güttüğü gibi bir çok konu konuyu açıyor.
Yakın zamanda 1. Dünya Savaşı siydik yarıştırması, İkinci Dünyada Üstün Irk - Aryen Irk düşünceleri, Üçüncü Dünya savaşına giderken de ihtimalen gerçek üstü ve insan üstü olduğu düşünülen gerçeğe ulaşılacak mekanların veya malzemelerin ele geçirilmesi gibi bir konu çıkıyor karşımıza. Konu sadece enerji, su, toprak, petrol, din değil gibi.. Hiç olmazsa yüzde ellisi değil gibi.. Dünya sanki deney sahası gibi..
İnternet sayesinde dünyanın her bölgesinden az çok haberdarız. Lakin dünya ile kendimizi kıyasladığımızda milyarca kereler daha küçük kalıyoruz. Filozofun, ozanın, düşünüp yazar çizerin söz oyunlarından geçilmiyor öteye. Gerçek nedir ya hu? Nedir, nasıldır gerçek, nasıl ulaşırız ona.
Sümeri, Babili, Mısır Piramitlerini, Antartikayı, Atlantisi ve Muyu, Kailaş Dağını, Sigiriyayı, Tufanı ve Öncesini, Düşmüş Melekleri, Nefilimleri, Dinlerin ve İnançların Kökenlerini, Büyüyü-Sihri, Hint Mitlerini, Peygamberlerin gerçekten var olup olmadığını, Göbekli Tepe ve Karahan Tepeyi, Hyperboreayı, Kurban Ayinlerinin Kökenlerini, Aztekleri ve İnkaları, Afrikayı bir yana bırakıp ekseriyetle medeniyetlerin kurulup serpildiğini Akdeniz Havzasını ve İndus çevresini bile çözemedik ki, neyin kavgasını veriyoruz kendimiz arasında. Bilemiyorum, bulamıyorum, anlayamıyorum.
Bilim insanları buzulların kmlerce altından numuneler alıyor inceliyor. Zerreden günümüze gelen iklim değişikliklerinin nedenini, nasıl başladığını, nereye varacağını, döngülerini hesaplıyor, kitaplıyor. Bunların yanında ise durmadan vahşice birbirine saldıran bir dünya.
Daha önceki yıllarda değinmiştim, bu araştırmalara ilk önce Kurandan yola çıkarak insanın çoğalması ve dünyaya yayılması ile Nuh Tufanı anlatılarından başlamıştım. Kuranın vahiy olduğunu öğretmişlerdi, ülkemizin gittikçe azalsa da yine çoğunluğu bu vahye inanır. Aslında açıp inceden inceye okusaydık zamanında vahiy olmadığını anlayacaktık lakin araya bir şekilde ruhbaniyatı katıyoruz, sosyal düzen, kültür, işleyiş, kurumsal güdülmemiz giriyor. Tevratın Yahudi, İncilin Roma ve Kuranın da Emevi dizaynı olduğunu günümüzde bilebiliyoruz. Buna rağmen yine de eskiye dair bir çok araştırmada bu kitaplardaki notların, anlatıların öncüllerine ermek istiyoruz. Bir şekilde tıkanıp kalıyoruz sonra da. Çünkü elimizde önümüzde gittikçe çoğalsa da tam olarak gerçeği kovalayanları tatmin edecek kanıtlar bulamıyoruz, ki buna bir insan ömrü de, ne kadar zorlarsan zorla yetmiyor. En son ulaşabildiğimiz İdris yani Enokun kitapları.. Orada kaldı kökenler ve anlatılar.
Gökten bir şeyler düşüp durmuş aslında değil mi? Bir çok taşa anlam ve sihir yüklemişiz. Veya gerçekten öylelerdi. Gökten ne düşüyor, Işık ve Taş. Ne taşı çözebildik ne de ışığı arkadaş? Bir de kalkıp ıq muhabbeti yapıyoruz.
Dinozorları biliyoruz, topraktan çıkıyor kemikleri, milyon yıllar öncesinden bahsediyoruz ki bir insanın ömrünün topu topu ne kadar zorlarsa zorlasın 60-120 yıl arasında olduğu düşünülünce, şaka gibi, gel de kahkaha atma arkadaş?
Dinozorlardan sonra şimdilik ortalama 50 bin yıl önceye kadar tahmin edebiliyoruz insanın ilk atalarını. Ki bir çift Adem Havva olmasının imkan dahilinde olmadığını düşünüyoruz artık. Belki alem yani evrende birden bahsedebilirsek de, konu dünyanın ve insanın geçmişi olunca bu bir çift yalan olup çıkıyor karşımıza. Ve lakin her 10-14 bin yılda bir temizleniyor medeniyet dediğimiz dünyada sanki. Sonra ver elini yeniden nesilden nesile taş üştüne taş koymaya çalışıp duruyoruz.
Göbekli ve Karahan Tepe geçmişe dönük düşüncelerimizi değiştirdi, Mısır Sfenkslerinin de yaklaşık aynı dönemde yapıldığı söylenip yazılmaya başlandı, Stohengenin de, yine İnka ve Aztek Piramitlerinin de, Güney Asyada Hint Yarımdasından daha güneye doğru gidildikçe de 28 bin yıl önceye tarihlenen taş yapılara kadar ulaşıyoruz gibi gibi.. Lakin eşele eşele bitmiyor, didikle didikle çözülmüyor… Ki çoğuna izin de verilmiyor arkadaş... Neden izin vermiyorlar... Kaynak yetersizliğinden değildir sanırım. Güney Asyada Kazılar durduruluyor, Mısırda yasaklanıyor... Neden??
Dünya üzerindeki büyük çölleri daha kazmaya başlayamadık. Ha keza okyanusları da öğrenemedik. Ortalama 5 bin yıllık yolcuğumuz sürecinde hala çok yüzeysel bilgilere sahibiz. Bu bilgileri tazelemek veya dünyanın geçmişini veya insanın geçmişini çözmeyi düşünmeden dünyanın her tarafında vahşi hayvanlar gibi birbirimize saldırıyoruz. Şaka gibi bir topluluğunuz dünya üzerinde, harbi şakayız gerçekten.
Himalayalardan, Tibetten, Antartikadan, Mezopotamyadan doğru gerçeği öğrenmeye çalışıyoruz lakin yine sanki milim milim ilerliyoruz. Milim milim ya hu, milim milim.
Lakin son İkinci Dünya Savaşı ve Körfez savaşından sonra geçen sürede sanki bir Tanrı düşüncesini iki ettik gibi. Birinci Tanrımız genelde dinlerin Tanrısı olan ve bölgeden bölgeye ismi değişen ulaşılamayan bir güç. İkinci Tanrımız da ihtimal çeyrek veya yarım asra karşımıza çıkacak olan Süper Yapay Zeka.
Aleme, evrene bakınıp düşününce de, elimizdeki matematik ilmiyle ölçmeye kalkınca da sanki uzayın tecrit edilmiş bir bölgesindeymişiz gibi hissetmemek elimizde değil.
Bir yandan ezotorizmle Tanrıyı görünür kılmaya ve ulaşmaya çalışırken ve Tanrının onbaşılarını binbaşılarını generallerini vb vs diğer yandan elektrik-ışık hızındaki bilgisayar sistemlerini gittikçe geliştirmeye çalışıp karşımıza yeni bir Tanrı çıkarmak için uğraşıyoruz.
Tapınma devrimiz bitmek üzere, vahşilik dönemimizin belki de son basamaklarındayız…
Neyiz biz, kimiz, koca bir meçhul.
Madem çok çok geri bir türüz, bir canlıyız yine de tüm bilinenler ışığında tek varabileceğimiz sonuçta ne denilebilir ki; birbirinize saygı duyun ve sevin olacak, iyilik yapın en yakınınızdan en uzağınıza. Bunları yapamıyorsanız varabileceğimiz tek sonuç da, saldırın birbirinize vahşi hayvanlar gibi..
Mirasyedi değil insanlık, çalışıyor, düşünüyor, yorumluyor lakin bunu yapan bir elin parmaklarını geçmiyor, geri kalanın çoğu da güdülüyor ve güdüyor.
Bu yazıyı okuyan kimse gerçeği bilmiyor, ben de tabii, sen de yani, o da.
Elimizde ne var peki, bir bardak soğuk su, köpüklü kahve.. Lakin dünyanın kim bilir neresinde suya bile ulaşamayan insanlar var, birbirine işkence eden insan var, şu an bir kazada ölen binler var, bir bombayla parçalanan bir kurşunla hayat damarları kesilip cesede dönüşen insanlar var ve bunu yapanlar...
Şu an bir baykuş gece olan yanında dünyanın bir fareyi takip ediyor, bir çekirge toprakta yürüyor, küçük balık sürüsünün etrafını saran büyük balık sürüsü karnını doyuruyor..
Sen yalnızsın gerçeğin ortasında, günlük yaşam döngünde kimi yalnızsın kimi kalabalık kimi umursamaz kimi dertli... Lakin bir gerçekte şu, ömrünün yüzde 98inde mutlu değilsin, sevinçler çok kısa ve geçici...
Konu neydi yine unuttum, sağlıklı bir şey değil galiba bu haller, yazının sonunda yazının başını ve ortasını unutmak. Sahi siz neyi unutuyorsunuz en çok arkadaşlar?
Bencileyin elbette, sencileyin de başka bir yorum, anlatı çıkacak ortaya ne yazdıysam yukarıdan aşağıya.
Edebiyat neydi, parçalara ayrılıp yeniden birleştirilmesi gereken bir şey mi? Lakin ustanın iyisi derler, vida artırırmış geriye. Bu çırak da hiç bir vida bırakmadı içeride, elinize aldığınızda dağılıp gidecek bu zamazingo. Belki Tanrı da böyle yaptı veya diğer güçler, tüm vidaları takmayı unuttular ve dağıldı yıldızlar sonsuza..
En sevenlerinize emanet olunuz.
Y.
YORUMLAR
Çok fazla zorundalık var yazıda. Bu konuları yazmaya kendini mecbur hissediyorsun sanki. Asıl yazman gerekenleri görmezden geliyor da üstlerini bambaşka konularla örtmeye çalışıyor gibisin. Yazılarındaki dağınıklık ve konudan konuya atlama hâli bu yüzden olabilir.
Yinsani
Eksik olmayın.
SİLÜET
Yinsani
SİLÜET
Ki zaten ihtimal üzere konuştum. Yazıda çok fazla zorundalık ve dağınıklık var. Bir, birşeylere kendini mecbur hissediş seziliyor ve bunun sebebi kendinden gizlemeye çalıştığın birşeylerin varlığını gösteriyor bana göre. Daha derli toplu ve içten yazılar açığa çıkması için bu alanın kontrol edilmesi gerekiyor sanki.
Konu bu. Bu kadar basit. Basit bir eleştiriyi saygısızlığa vardiracak kadar kişiselleştirmeye gerek yok. Alınganlığa giriyor çünkü.
Yinsani
zorundalıkları, içtensizliği, mecburiyeti, gizlediğimi, asıl yazılması gerekenler derken... diye tespitlerinizi göstermeniz lazım? ayrıca, dağınıklığın tekniğini anlatmanız lazım. yazı tekniği herkese özel veya benimkiler genelde bencileyin. literatürün öngördüğü olmasını istediği şekilde yazmam. bana çok dar zorlayıcı, üstenci gelir akademik dil.
değindiklerimi didiklemeye çalışırsanız da yazıyı baştan aşağı, ifade, paragraf konu olarak epey uzun olacak şekilde yorumlamanız gerekir, o da yazının bile uzunluğu geçer gider, o kadar vaktinizin olmadığını düşünüyorum.
dediğim gibi, yazıyı eleştirmiyorsunuz efendim, eleştiri oklarınızı kişiye yapıyorsunuz gibi anlıyorum ben genelde. açıklamalarınız bu algımı değiştiremiyor maalesef.
lakin yine de teşekkür ederim. esenlikler dilerim.
saygılar hürmetler insani olaraktan efenim.. daha ne dim sitedaşım?
Bir solukta bu kadar mevzu yazmaya çalışılırsa unutmak doğal bir şey.Unutmak zaten insanın doğasında var .Siz yine uzun soluklu hatırlıyorsunuz.Geç unutuyorsunuz.Öyleleri var ki;buz dolabının kapısını açıp ne alacağını beş dakika düşünüp dolap ötmeye başlayınca kapısını kapatıyor.Kimileri de dolapta bir şey yok diye evde buzdolabının varlığını unutuyor .Kimisi de ne için hayatta olduğunu .Evinin önündeki iki metrelik toprağı kazıp yeşil soğan ve maydanoz üretmekten aciz insan.Çölleri kazabilir mi acaba?..Neyin peşinde olduğundan bile emin değil .İnsanın diyesi geliyor; "ey insan titre ve kendine dön.YA BA DABA DUUUU!..
Hayırlı sabahlarınız olsun Üstad.En sevdiğinize emanet olun.Sağlıcakla.Saygıyla.
Yinsani
Eksik olma üstadım.. Benden önce öleyim deme ha:))
saygılarımla..