- 80 Okunma
- 1 Yorum
- 6 Beğeni
Şehri terkeden yağmur
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Paslanmış demir gıcırtısı kulaklarını tırmaladı. İçinde duyduğu bir şey, kafasının içinden yola çıkıp, midesinde bir bunaltıyla son buluyordu. Kusmak ve kusmamak arasında gidip geldi.
Gecenin bir yarısı birkaç mahsun öldürmenin nesi adildi! Birilerinin gözyaşları, bir başkasının beyninin kaldırıma akması insanlık dışı değil miydi? İnsanlık, yıllarca varolmak ve çoğalmak adına birçok şey yapmamış mıydı? Peki bunca kırımın ve yıkımın bu amaca ne gibi bir faydası vardı. “Bir ideolojimiz olmalı,” dedikleri gün daha dün gibiydi. Yoksa daha dün müydü… zaman hızlı akıyordu. Sıcacık yatağında yumuşacık battaniyesine sarılmışken, yuvarlanarak, yağmurla karışık bu çamurlu sokakta, kana bulanmış bu asfalta devrilmiş gibiydi. Battaniyenin veya annesinin sabahları ısıttığı sıcak süt kokusunun tüm bu olup bitenlerle hiçbir alakası yoktu. Üstelik o günler ne kadar öncesindeydi en ufak bir fikri bile kalmamıştı. Daha dün gibiydi. Yoksa her şey dün müydü….
Gıcırtı kulaklarını doldurdu. Elleri demirin soğuğuna kesti.
Hesabında kimseyi öldürmek yoktu. Asaletinin ve safkanının gururunu yaşamaktan ve yaşlı anne babasına aynı gururu hissettirmekten başka bir düşüncesi de olmamıştı. Temiz bir üniforma giyecek, güzel kadınlarla sevişecek, şarap içmek istediğinde sıkıntı çekmeyecek, akşam eve döndüğünde annesinin mis kokulu yemeklerine doyacaktı.
Kalın ve yoğun demirin sesi sokağı dolduruyor, ellerinde git gide artan bir titreme duyuyordu.
Annesinin kapıyı çalmasına sayısız cevap vermişti. Sayısız kez babasının traş bıçağını kullanmış, yıkanıp ütülenmiş üniformasını omuzlarından yüzündeki mağrur ifadeyle geçirmişti. Annesi omuzlarını düzeltip, düşmüş birkaç tozu elleriyle silkelerken o, sayısız kez aynanın önünde şapkasını takmıştı.
Demir sesi bir çığlığı andırıyordu. Ellerindeki titremeyle kulaklarına dolan gürültüyü susturmak için kulaklarını tıkamak istedi ama mazgalın kapağını bırakamadı. Göğe dikilmiş bir çift gözle burun buruna duruyordu. Kapatmak istedi. Üstünü örtmek. Günahını silmek. Bunu yaparsa, bu şey hiç yaşanmamış olacaktı. Subay ondan kimseyi öldürmesini istememiş, o da cesaret edemeyince bir arbede yaşanmış, öldürülmek istenen genç kadın ve o küçük kız çocuğu bu arbededen yararlanmamış, kaçarlarken subay silahına davranmamış, kendisi durum karşısında korkuya kapılmamış ve kazara subayı öldürmemiş olacaktı.
Mazgal kapağını kapatır kapatmaz titremeleri azaldı. Kadın ve kızı, birkaç metre uzağında birbirlerine sıkı sıkı sarılmışken, usul usul yağan yağmur günahlarını yıkıyordu. Sırılsıklamlardı. Hem ağlıyor hem durmaksızın birbirlerini “öpüyorlardı. Hayır, hayır, hayır! İyi bir şey yaptım. Sorun yok. Kimse bilmeyecek. Evet, evet… söylememeliyim. Söylerler mi. Söylemezler. Onları kurtardım. Doğruydu. Evet. Annem böyle olsun isterdi. Ben bunun olmasını istemedim. Yanlış. Tanrım! Olmadı. Bir şey olmadı. Kimse bilemeyecek. Kimse bilemez! Kimse. Bir şey olmadı. Tamam. Geçti. Sorun yok. Bitti!”
Paslanmış demir kokusu sokağa dolarken, sokakta yoğunlaşmış yağmur, mazgal deliklerinden içeri akmaya başladı. Şşş… tüm bu yağmur suları bu sokaklardan geçip, yer altındaki kanallardan akıp gidecek ve bu şehri terkedecekti. Kimse şehri terkeden yağmur sularının peşine düşmeyecek, hesabını kimseden sormayacaktı. Baharın gelmesiyle ve çiçeklerin usul usul tomurcuklanmasıyla, yağmur da unutulacaktı, insanların kapalı pencereler ardında, olur olmadık saatlerde ürpertiyle duydukları kurşun sesleri de. Sokaklar yine insan dolacak, tekerlekli taşıtlar mazgal kapaklarının üzerinden gürültüyle geçecekti. Taze ekmek ve kruvasan kokuları hava boşluğunu döve döve insanların burunlarına gidecekti. Şimdilik yağmurun hışımla yağması, kirli, kanlı sokakları yıkarken kanalizasyonları doldurması yeterliydi. Bir öncekinin yağmurunu önüne katıp ilerletecek bir başka bulutun ziyaretinin kime, göğe ne zararı vardı.
Yağmur yağdı, yağdı, durmadan yağdı. Yağdıkça mazgala dolu dolu sular aktı, aktı… şşş… şşş!