- 111 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
Kırık Ceviz
Sobada tezekler tutuşmuş oda ısınmaya başlamıştı. Yaş odunlar sesini yavaş yavaş çıtırtayarak tıslıyordu. Kış mevsiminin heybetli soğugu, sobanın tadını iliklere işlemeyi iyi bilirdi. Emine kadın son tezeğini o gün kullanmıştı. Ateşi çabuk tuttuşturmak için çaresi yoktu. Kocasından bir sürü azar işitmeyi göze almıştı. Mercan sert tabiatlı, hükmetmesini bilen biriydi. Dışarıya ailesinden çok önem verirdi. Tezek kokusu ahır kokusunu bastırmıştı. Emine kadın nereden bilsin bu kadar kızacağını . İlk bağırtısı ve ilk olay değildi tabii. Yine sabırına sığındı. Karşılık vermedi. “Söz gümüşse sükut altındır” sözü tam kendisi için söylenilmişti. Ve susmayı tercih etmişti.
Elli yaşlarını geçmiş bu karı kocanın bir de kız torunu vardı yanlarında. Bu sefil kızın babası memur olup evden gidence Mercan dede bunun gitmesine razı olmadı. Torun sevgisini hiç torunları yokmuş gibi yuvarlak yüzlü bu kızda yaşıyorlardı. Küçük boylu, zayıf bedeni ve küçük kalkık burunla koku alışı fazlaydı. Sevimli ve sadeydi. Sevgi bu evde doğmuş büyüyordu. Yanında büyüyen çocuk daha çok sevilirmiş derler. Bu farkı yaşamayan bilmezdi. Mercan baba, oğlu ve gelinine “Bu çocuğu ben büyüteyim. Ahir zamanda sönmüş gözlerimize ışık, yaşlı yüreğimize güneş gibi doğdu. Yaşam sebebimiz oldu” dedi. Onlarda ilk çocukları olan bu kızı babaların ısrarına dayanamayıp bıraktılar. Yakın bir ilçeye göçüp gittiler.
Evin hakimiyeti evin büyüğünde olurdu o zamanlar. Babaya itaat etmek çok önemliydi. İlk çocuğunu babasına vermekte önemli itaatlerin biriymiş sanki.
İki odası, kileri ve bir büyük havlısı olan evde yaşayıp gidiyorlardı. Odanın ortasında soba soğuk kış günlerinin en değerli eşyasıydı. Sevgi beş yaşına gelmişti. Okula bu eylül ayında başlamıştı. Küçük çantasını taşımada öğretmeni, evine kadar getirir, yardım ederdi. Gaz lambası ışığında ev ödevlerini yapmaktan zevk alırdı. Severdi okulunu.
Sevgi dedesine ve ninesine baba ve anne dedi. Onları küçük olduğundan, gerçek anne ve babası bildi. Böyle bilmesi onların çok hoşlarına gitti. Hele de Mercan dedenin egosunu iyi ütülüyordu.
Emine annenin yüreğinde devamlı kanayan derin bir yarası vardı. İş yaparken ve yalnız olurken kendi kendine söylenip mırıldanırdı. Bazen dertli türküleri yavaştan söylerdi. Emine anne kimseyle özel şeyini konuşup paylaşan biri olmadığından böyle kendini rahatlatıyordu. Evli çocuklarına da yansıtmazdı. Onların mutluluğu, huzuru daha önemliydi. Baş örtüsünün ucunu ağzına alıp çiğner gibi yaptığında, içinden kızgın öfkesinin kabarmış olduğunu Sevgi de çocuk haliyle hissederdi. Bu davranışı üzgün zamanda yaptığı için olsa gerek.
Bu çiftin çocukları bir iki defa senede, ziyarete gelip giderlerdi. Üç oğlu ve bir kızı vardı. Sevgi’ye verilen babalarının bu sevgisini içten kıskanırlardı. El bebek gül bebek büyüyen Sevgi evin neşe oyuncağıydı.
Akşam olduğunda odaya iki yatak serilirdi. Mercan baba akşam olduğunda bir ton dil dökerdi torununa “Beraber yatalım kızım” diye. Ona sarılıp yatmayı, kokusunu içine çekmeyi isterdi. Tutku doluydu. Yalnız ikna edemezdi. O kadar yalvarmalar boşuna giderdi. Sevgi Emine annesinin yatağına girer, üşüyen bir güvercin gibi tüner, yorganı kafasına geçirirdi. Sabah kalktığında kendini Mercan babasının yatağında bulurdu. Önceleri ne olduğunu bilmedi. Uyuduğunda yanına aldığını sonraları fark etmişti. Mercan babanın sigaraya düşkünlüğü anlatılmazdı. Kilerde sakladığı kaçak kilolarca tütünleri boşuna almıyordu. Gece kalkar eliyle sarar içerdi. Sevgi bu sigara kokusundan tiksinmişti. Midesini bulandırıyordu.
Bu kış günlerini Sevgi pek severdi. Dışarıdaki bembeyaz karı görünce ela gözlerini kocaman açarak sevinç çığlığı atardı. Sabah karda oynayacağı anı düşünürdü gece boyu. Davulcu köyün içinde ev ev dolaşır, tüm köylüyü sahura kaldırırdı. Ramazan ayı kış günlerine denk gelmişti.
Sahurda erken kalkıp Emine annenin yaptığı etli çöreğin kokusu Sevgi’yi uyandırmaz mı?
Bir aylık sahur gecesinde Sevgi’ de katılır yemeğe bu evin üçgeni tamamlanırdı.
Kar, soğuk, sahur, davul sesi çocukluğunun en
güzel anılarıydı.
Sevgi Emine annesinin ne derdi var diye düşünmeden edemiyordu. Kapalı bir kutuydu sanki. Çocuk aklıyla fikir yürütmeyi nereden bilsin.
Taaki o güne kadar!
Emine anne o gün telaşla yemeği hazırladı. Yaptığı içli köftenin yağı yerken ele damlıyordu. Yağı akarak yemek zevkli oluyordu galiba. Mercan’nın çok sevdiği yemeklerden biriydi bu köfte. Yerdeki sofrayı toplayıp verandadan silkelerken hava kararmıştı. Akşam yukarı oba da bir komşu kızın nişanı vardı. Kadınlar arasında olduğundan Mercan başka komşuya geçip oturdu. Emine küçük torunuyla kalabalık olan odaya geçip, tahta makata oturdu. Oda çocuk ve kadınlarla dolmuştu. ikram olan limonata ince belli çay bardaklarda dağıtıldı. Yanında küçük bakır tabaklarda bisküvi verildi. Böylece evliliğe giden yola ilk adım atılırdı.
Emine torunu Sevgi’ye yerde oturmuş, beyaz tenli, tombul yüzlü, yanakları al al olmuş bir kadını sessizce gösterdi. “Şu kadına iyi bak. O kadın benim kumam kızım” dedi. Sevgi kumanın ne olduğunu tam idrak edemezdi ama iyi bir şey olmadığı kesindi. Dikkatlice kadını süzdü. Çok cilveli ve alımlıydı bu kadın.
O gece eve dönüşte “Bey senin ki oradaydı” deyişi Emine annenin dudaklarından istemsizce döküldü. Mercan babanın bıyığının altından garibce gülümsemesini Sevgi’de gördü. O gülüşle ihanet fistanını açıktan giyinmişti.
Sevgi, biraz daha büyüyünce Emine annenin gerçek üzüntüsünü fark etmişti. Ahşap duvarlarla konuştuğu deyyuz acının yüzü net görünüyordu. Emine annesinin mırıltılarının sebepsiz olmadı ortadaydı. Gençliğinde huvarda babasına içten çok öfkelendi. Sevginin çok sevdiği Mercan dedesinin Kırdığı cevizler az değilmiş meğer. Şimdi durulmuş olsa da yaşananlar yok sayılmıyordu.
Feride
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.