ÖDÜL
ÖDÜL
---Söğütlerden dilli düdük kavlatıldığı Mayıs günleri. Dokuz yaşındayım. Kara, kuru oluşum nedeniyle “Çingen Ali”, ağaç çürüğü sattığım için “Biberci” diyorlardı mahalle kadınları bana! “Yiğit lakabıyla anılır.” diye bir söz vardı. Bundan olsa gerek, böylesi yakıştırmalara sesimi çıkarmıyordum.
---Bu, çulsuz rençber çocuğu ilk mektebe başlıyordu. “Uyu Uyu Yat Uyu!” diyen bir alfabeyi bitireli bir yıl olmuştu. İkinci sınıfa gidiyordum. Öğretmenimiz Pınarbaşı’nın Pazarören Köyü’nden Ali Dursun, namı diğer Zorlu Hoca idi. Köyünün adıyla anılan Pazarören Köy Enstitüsü’nü bitirmiş, öğretmen olmuştu.
---Güneş yine bu sabah, Silahtar yolunun döşündeki meşeliklere, Delice Çayının çayırlarına, çiğ düşmüş papatyalara ışıklarını saçarak doğuyordu. Günün kalk borusunu öttüren horozların sesi kesilmiş, sokaklarda çiftçinin, yazı yabana gitme telaşı başlamıştı o saatlerde.
---Kimi boy atmış baklasını sulayacak, kimileri de tırpana gelmiş yoncasını biçecektir. Bunu kağnı gıcırtılarının, ata arabalarının ‘Çın! Çın!’ seslerini takibinden anlıyorduk.
---Bu arada ilerleyen saatlerde Kanuni Süleyman İlkokulu’nda da heyecanlı bir bekleyiş olduğu seziliyordu. Okula aniden müfettiş gelmiş. Okul idaresi ve öğretmenleri bir telaş içindeydiler. Bu kabus okulun bahçesinde de kol geziyordu.
---Tesadüfe bakınız ki iki gün öncesinden saçlarımız üç numarayla kesilmiş, siyah fistan önlüklerimiz yıkanmış, beyaz yakalarımız hazır hale getirilmişti. Müfettiş gelmeden önce tüm öğretmenler sınıflarını hazırlamışlar, eksiklerini gidermişlerdi. Ali öğretmen de bu sınava hazırdı. 4-5 kişi seçti içimizden. “Çocuklar.” dedi. “Bu seçtiklerim, müfettiş soru sorduğunda parmaklarını hemen kaldıracak kişilerdir.” demişti.
---Müfettiş nasıl birisi? Nedir? Ne değildir? Bizim gibi o da insan mı? öğrenecektik ki; beklenen kapıda göründü. Ali öğretmen, çeket düğmeleri ilikli, müfettişi karşıladı. Hoş beş faslından sonra esas konuya geçildi. Sınıfa girişte karşı sağ köşedeki öğretmen kürsüsüne dirseğini dayayan müfettiş, sınıf hocasının da iznini alarak soru yağmuruna başladı…
---Boyum sınıfın en kısası, kiloca da tüy sıkleti olduğum için, ön sırada, en başta, alemin gözü önündeydim. Önceden tesbit edilen bizler, son sürat parmaklarımızı kaldırdık. Müfettişin ilk gözüne çarpan tabiki ben oldum. “Sen kalk çocuğum.” dedi bana. Kalktım. Soruyu sordu-soru neydi hatırımda değil-soruya doğru cevabı vermiştim. Müfettiş yanıma gelerek, ufak tefek oluşumdan da istifade ederek, “Hooop!” diyerek kucağına aldı. Elini çeketinin sağ cebine daldırarak bir Amasya elması çıkardı. “Al çocuğum, bu senin ödülün!” dedi. Çok sevinmiştim. Teneffüste yediğim o elmanın tadı hala damağımdadır.
---Pir elinden bade içeceğime(!), Cahit Külebi üstadın elinden elma almıştım! Seneler sonra öğrendim ki; Cahit Külebi, ‘yurt, insan ve doğa sevgisi’ ile donanımlı bir Türk şairiymiş…
---Sevgili okuyucu, böylece el verenlerin değil, elma verenlerin yolunda yürümek ödülü düşmüştü bana!
KADİR ACI, 17 AĞUSTOS 2024, KAYSERİ.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.