“Adem oğlunun hepsi günah işler”
“Adem oğlunun hepsi günah işler”
Allah’ın buyruklarına aykırı düşen, dinen suç sayılan davranışlar İslam şeriatının ve temiz insan fıtratının yapılmasını yasakladığı hususlardır.
İslam inancı bağlamında Kur’an ve Sünnet’e baktığımızda, insanı günaha götüren çeşitli sebeplerin olduğunu, bu sebeplerden bazılarının kişinin kendisinden nefis, heva, tül-i emel, insanın zayıf ve kırılgan yapısı…
Bazılarının ise çevre ve şartlardan ,dünya hayatının cazibesi, şeytanların tasallutu vb. kaynaklandığını görmekteyiz.
İnsanı günaha sürükleyen sebeplerin başında nefis gelir.
Nefis İslami ilimlerce en çok ele alınan problemler arasında yer almıştır. Çünkü nefis günahın bizzat meydana geldiği en büyük kaynaktır.
Nefse itimat edilmez. Çünkü nefis daima fenalığı ister, insanı kötülüğe sevk eder.
Nefs-i emmare olarak da adlandırılan bu nefis, insana daima vesvese verir. İnsanın gözlerini dünyanın süsüne çevirerek, O’nun kalbini Allah’ı zikretmekten alıkoymak ister, kötü arzular besleyip insanı aşırılığa sevk eder.
Hz. Peygamber’ de “Senin en azgın düşmanın iki böğrün arasında ki nefsindir” buyurmuş, kendi nefsine takvayı emretmiş ve kişiyi günaha sevkeden nefisten Allah’a sığınmıştır.
Nefse tabi olmanın diğer adıda “heva” dır. Heva nefsin tüm kötü istek ve arzularının ifadesi olarak, Kur’an’a ve Resullulah’a ittiba etmeme, kişinin kendi istek ve arzularına göre hareket etme, Allah’a şirk koşma, aksız hüküm vererek Allah yolundan sapma, sahte ilahlara tabi olma arzusu, kişinin şahsi istek ve arzularını kendisine ilah edinmesi olarak geçmektedir.
Tabi olunan heva ve heves Allah dininde insanları sapıtıp büyük günahlara sevkeden en büyük nedenler arasında zikredilir.
İslam inancına göre günaha kaynaklık eden sebeplerden bir tanesi de tuli emel diye nitelendirdiğimiz uzun yaşama ve buna bağlı hesap yapma isteğidir. “Ebedi hayat düşüncesi” ahiret inancına tezat olup; insanın tercihlerini yanlış yerde kullanmasına neden olur.
İnsanın bu seçimi hayatın asıl safhası olan ahiret hayatını düşünmemek bu dünyanın geçici güzelliklerini kanıp ahiret hayatını düşünmeyip bu dünyada ebedi kalacakmış hissine kapılmaktır. İnsanın yılanın derisini attığı gibi dini bir tarafa atıp, sadece yeryüzüne ilgi göstermesi, maddeye inanması ve hatta maddeyi inanca dönüştürmesidir.
İnsan için ebedi yaşama isteği her zaman cazip olmuştur. Kur’an’da bahsedilen Hz. Âdem ve Hz. Havva kıssasında onların şeytanın telkinine kapılarak ebedi bir hayata kavuşma arzusuyla, meleklere ait sıfatlarla vasıflanacakları düşüncesiyle yasak meyveden yemişlerdi.
Zira şeytan bu ağacı Hz. Âdem’e “sonsuzluk ağacı” ve “çökmesi mümkün olmayan bir mülk”olarak göstermişti. İnsanın doğuştan getirdiği zayıf karakter de yine insanı, günaha sevk eden kaynaklardandır. İnsana, dünyadan lezzet alma, kadın, oğul, gümüş, salma atlar, davarlar, ekinler güzel gösterilmiş; bunlar İnsanı günaha götürerek insanoğlunun zaafı olmuşlardır.
İslam inancına göre insana sürekli vesvese vererek insanı, günaha sokan en önemli sebeplerden bir tanesi de şeytandır. Kur’an-ı Kerim’de belirtilen ve insanı aldatan“Hemezat” açıkça şeytana nispet edilen, iyilik yerine kötülük yapmaya ve bu yöndeki vesvese ve fısıltılara delalet ederken aynı şekilde takip edilmemesi gereken “Hutuvat” ta şeytanın kötü fiillerini, izini, kısacası şeytanın yolunu takip etmek olarak kullanılmış .Şeytanın insanı doğru yoldan çıkarmaması için insanoğlu uyarılmıştır.
Hz. Peygamber
“Şeytan insanın içinde kanın dolaştığı gibi dolaşır.”
“Kalpte iki his vardır. Birisi melekten olup hayır ile vaadde bulunup hakkı tasdik eder. Kim bunu hissederse ve Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamd etsin. İkincisi ise şeytandan olup şer ve kötülükle vaatte bulunup hayırdan nehy eder. Bu hissi kim duyarsa Şeytan’dan Allah’a sığınsın” buyurarak
Şeytanın insanı kötülüğe sevk etmekte bariz rol oynadığını gözler önüne sermiştir.
Yüce Allah, tarih boyunca toplumlara içlerinden kendi diliyle konuşan bir elçi seçmiş ve uyarıcı göndermeden hiçbir topluma azap etmeyeceğini bildirmiştir. Son ilahi çağrı Kur’an, Peygamberler geleneği olarak Hz. İbrahim’in duası ile tarih, toplum ve coğrafya gereği, Arap toplumuna kendi içlerinden Hz. Muhammed’e nazil olmuştur.
Vahiy dili olarak Arapça telâffuzu, kelimelerin içerdiği anlam, cümle yapısı ve kuruluşu, üslup ve edebi yönüyle güçlü ve anlam örgüsüyle de zengin bir dildir.
Kur’an’ın inanan ve inanmayanlar tarafından dinleme, anlama ilgisine mazhar olup merak uyandırmıştır. Kelimeleri kullanım yerlerine göre anlamlarının tespit edilmesi ve bağlamında kullanılması, maksadın doğru anlaşılması için önemlidir.
Kur’an-ı Kerîm, günah anlamını ifade etmekiçin birçok kelime kullanmaktadır. Bu kelimeler birbirine eş, yakın veya uzak anlamlı olabilmektedir. Genel olarak aynı anlama gelmekle beraber, gerek işlenmiş olan günahın mahiyeti gerekse günahın anlam ve kullanma yerine göre farklı boyutlarına vurgu yapması nedeniyle farklı kelimelerle ifade edilmiştir.
Günah, Farsça bir kelime olup, dinde suç sayılan, Allah’ın yasak ettiği söz ve davranışlar, demektir. Allah’ın yapın dediği bir şeyi yapmamak günah olduğu gibi, yapmayın dediği bir şeyi yapmak da günahtır.
Bir örnek olmak üzere, Allah Teâlâ inananlara namaz kılmayı emretmektedir. Ergenlik çağına gelen aklı başında bir müslüman, Allah’ın bu emrini yerine getirmekle yükümlüdür. Böyle bir kimse namaz kılmayacak olursa günah işlemiş olur.
Kur’an-ı Kerim, günahları, büyük ve küçük olmak üzere iki kısma ayırır. Ancak büyük ve küçük günahların nelerden ibaret olduğu hakkında fazla bilgi vermez. Konu ile ilgili ayetlerden bir tanesinde şöyle buyurulur: “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız, (küçük) günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.”
Cürm Kur’an-ı Kerim’de 66 defa geçmekte ve farklı anlamlarda kullanılmaktadır:
Cürm kelimesi sözlükte hata, günah, mücrim kelimesi ise hata eden, günah işleyen anlamına gelir. Bu kelimeler, dilimize; suç, yanlışlık, kusur veya hata anlamında cürüm ve suçlu anlamında mücrim şeklinde girmiştir.
1. Üç ayet-i kerimede “La yecrimennekum” şeklinde geçmektedir. Bir şeyi yapmak, elde etmek -kesb anlamındadır ki , hoşlanılmayan şeyleri yapmak, kötü bir şeye yönelmek anlamında kullanılır. Kur’an-ı Kerim’de de bu anlamda kullanılmıştır. Dolayısıyla “La yecrimennekum” cümlesi sizi yöneltmesin, sevk etmesin, sürüklemesin anlamlarına gelir.
“(Ey müminler ) Mescid-i Haramdan alıkoydular diye bir topluma olan kızgınlığınız, sizi haddi aşmaya sevk etmesin.”
“(Ey müminler!) Bir topluma olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin.”
2. Beş ayette “La cerame” kalıbı kullanılmıştır. Bu tabir, şüphesiz, gerçekten, elbette, mutlaka anlamına gelir. “Şüphesiz onlar (insanları Allah yolundan alıkoyan, onu eğriltmek ve eğri göstermek isteyen kâfirler), ahirette en çok kayba uğrayanlardır.”
3. Altı ayet-i kerimede “ecreme -yücrimü” kalıbında fiil, iki ayet-i kerimede ise “mücrim” (çoğulu mücrimin-mücrimun) kalıbında isim olarak kullanılmıştır. “Ecreme” sözlükte suç ve günah işledi, “mücrim” ise suç işleyen, günah işleyen demektir.
Kur’an-ı Kerim’de bu kelimeler ile kâfir, müşrik ve münafıkların işledikleri küfr (inkâr etmek), şirk (Allah’a ortak koşmak), tekzib (peygamber ve ayetleri yalanlamak), nifak (iki yüzlülük etmek) ve diğer günahlar kastedilmiştir.
Şu iki örneği verebiliriz: “Suç işleyenlere Allah katından bir horluk, aşağılık ve yapmakta oldukları hilekarlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir.” ayet-i kerimesinde geçen “Ellezine ecramu” (suç işleyenler) ile maksat, ayetin öncesinden açıkça anlaşıldığı üzere, “Ayetlere iman etmeyenlerdir.”
Kur’an-ı Kerim’de mücrim kelimesini bütün ayetlerde kâfir, müşrik ve münafıklar ve onların işledikleri suç ve günahlar için kullanılmıştır.
Bu itibarla Müslüman inkar etmediği, küçümsemediği, hafife almadığı sürece imanı ile bağdaşmayan bir suç, günah işlese söz gelimi, yalan söylese ve gıybet etse günahkar, isyankar, fasık ve zalim olarak nitelenir ancak mücrim denmez.
Ayetlerde hangi suçu, günahı işleyen fert ve toplumlara “mücrim” denildiği, mücrimlerin dünyada ve ahirette ilahi ceza ile tecziye edilecekleri bildirilmektedir.
Mücrim ile nitelenenler Ayetlerde şahıslar için de toplumlar için de “mücrim” kelimesi kullanılmıştır:
a) Mücrim insanlar ; kafirler , yalanlayanlar , kibirlenenler, alay edenler, Peygambere iman etmeyenler ,Peygamberi yalanlayanlar,Peygamberi alaya alanlar ,Allah’a iftira edenler , ahiret hayatını inkâr edenler , dünya hayatı kendilerini aldatanlar, batıla dalan, yoksulu doyurmayan, haktan yüz çeviren, ahiretten korkmayanlar ,müminlere gülen, onları kaş, göz işareti ile alaya alan, gülüşen ve onlara sapık diyenler, müşrikler, münafıklar
b) Mücrim Toplumlar Ayetlerde inanç, söz, eylem ve davranışları, ayetlere uygun olmayan kafir şahıslara mücrim denildiği gibi aynı özelliğe sahip toplumlara da mücrim denilmiştir.
Mücrim olmak ile nitelenen ve dünyada cezalandırılan veya helak edilen kavimler şunlardır: Âd kavmi , Lut kavmi , Nuh kavmi , Firavun ve ileri gelenleri , helak edilen diğer kavimler .
Mücrim olarak nitelenen ve helak edilen kavimler; ilahi iradeye başkaldırdıkları, peygamberleri yalanladıkları ve çok kötü fiiller işledikleri için cezalandırılmışlardır.
Helak edilen toplumlardan ikisinin Kur’an’da bildirilen suçlarını örnek olarak verebiliriz:
Nuh kavmi; zalim, fasık, kötü, günahkâr, peygamber ve ayetleri yalanlayıcı, cahil , kör (gerçekleri göremeyen) ,müşrik (Allah’a ortak koşan) ,haddi aşan ,büyüklenen ,zorba, inatçı ve inkârcı, bir kavimdi.
Nuh’u ve diğer peygamberleri yalanladılar. Nuh’a deli dediler. Ona isyan ettiler. Onu yalancılıkla itham ettiler. Onu alaya aldılar. Öğütlerden yüz çevirdiler .Hakka karşı batılı savundular. Birçok insanı sapıttılar. Müminleri hakir gördüler, onlara ayaktakımı, bayağı kimseler dediler. Putlara tapmakta ısrar ettiler. İlahi iradeye başkaldırdılar, zalim oldular, neticede küfür, zulüm ve günahları yüzünden suda boğulmak suretiyle helak edildiler.
Lut kavmi; homoseksüeldi, kadınları bırakıp erkeklerle ilişki kuruyorlar, fuhuş yapıyorlardı.
Lut (a.s.)’u yalanlamışlar, ona isyan etmişlerdi. müfsit -bozguncu ,müsrif- aşırı giden, cahil ,haddi aşan ,pis işler yapan ,günahkâr, fasık ve kötü bir kavim idi.Lut kavmi, bu günahları yüzünden helak edildi .
Mücrimlerin ahiretteki cezaları; Mücrimler, işlediği günahları bilindiği için ahirette hesaba çekilmez ,amel defterlerinde her şeyi hazır bulurlar:
“Kitap (amel defteri) ortaya konur, mücrimleri, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. Eyvah bize! “Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını hazır bulurlar.”
Cehenneme atılırlar ve orada ebedi kalırlar. Azapları hiç hafifletilmez, azap içinde ümitsizdirler.
Yüzüstü ateşe sürüklenir
Zincirlere vurulur, katrandan gömlek giydirilir ve yüzlerini ateş bürür.
Dostları ve şefaatçileri yoktur.
Cehennemden kurtulmak için her şeyleri feda etmek isterler:
“Mücrim kimse, ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, (bu fidye) kendisini kurtarsın. Hayır, (bu mümkün olmaz)!”
Cehennemde ne yaşarlar ne de ölürler
Azap içinde ebedî olarak ceza görürler, cehennemden kurtulmak isterler ama kurtulamazlar
Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için derileri yenilenir.”
3. Mücrim kelimesinin mana alanı “Mücrim” kelimesi; kâfir, müşrik, münafık, zalim…
mükezzib -ayetleri ve peygamberleri yalanlayan,
müstehzi -ayetleri, peygamberleri ve müminleri alaya alan,
müstekbir -Allah’a, peygambere ve ayetlere karşı büyüklenen,
müznib -günahkar,
müfteri -Allah’a ve peygambere iftira eden,
fasık -Allah ve peygambere itaati terk eden,
asi -Allah ve peygambere isyan eden,
müsrif -inkar ve isyanda aşırı giden,
karih -hak dinden hoşlanmayan…
Kelimelerine eş ;
mümin, müslim, müttaki -Allah ve Peygamberine karşı gelmekten, günahtan sakınan,
muhlis -iman ve ibadetlerinde samimi,
mutı -Allah ve peygambere itaat eden
musaddık -ayetleri ve hakkı doğrulayan…
Kelimeleri ile zıt anlam ilişkisine sahiptir. Mücrim kelimesinin eş ve zıt anlam ilişkisi ile ilgili şu örnekleri verebiliriz:
“Allah’a karşı yalan uydurandan veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Şüphe yok ki mücrimler asla kurtuluşa ermezler.”
“Biz Müslümanları mücrimler gibi yapar mıyız?”
“Bizi ancak (önderlerimiz olan) mücrimler saptırdı, işte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok, candan bir dostumuz da yok, keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.”
Mücrimler birinci ayette Allah’a yalan isnat eden (müfteri) ve ayetleri yalanlayan (mükezzib) kimseler, mücrimler olarak nitelenmiş yani Allah’a iftira eden ve ayetleri yalanlayanların mücrim oldukları bildirilmiştir.
Mücrimler, ikinci ayette Müslümanların,
Mücrimler ,üçüncü ayette müminlerin zıddı olarak zikredilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de “cürm” kelimesi suç, günah, “mücrim” kelimesi ise suçlu ve günahkâr anlamında kullanılmıştır.
Her türlü suç, cürm; suçu, günahı işleyen kimse ise mücrimdir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de mücrim kelimesini bütün ayetlerde kâfir, müşrik ve münafıklar ve onların işledikleri suç ve günahlar için kullanılmıştır.
Bu itibarla Müslüman inkar etmediği, küçümsemediği, hafife almadığı sürece imanı ile bağdaşmayan bir suç, günah işlese söz gelimi, yalan söylese ve gıybet etse günahkar, isyankar, fasık ve zalim olarak nitelenir ancak mücrim denmez.
Mesela Kur’an-ı Kerim’de müminler ile alay eden, onları karalayan ve onlara kötü lakap takan müminler, fasık ve zalim olmakla nitelenmiş lakin mücrim denmemiştir.
Şüphesiz günahların hepsi eşit değildir. Bir adamı haksız yere dövmek ve yaralamak günah olduğu gibi, onu öldürmek de günahtır. Fakat bunlar, aynı seviyede değildir. Günahın büyüklük ve küçüklüğü izafi yani bağıntılıdır.
Bir günah ki ondan daha büyük bir günah varsa, o günah kendisinden daha küçük olana nisbetle büyüktür. Bu itibarla günahlar, birbirlerine nisbetle büyük ve küçük olmak üzere iki kısma ayrılır.
Büyük Günah (Kebire)
Büyük günahın, herkesin üzerinde ittifak ettiği bir tanımı yoktur. İslam alimleri bu konuda farklı tanımlar yapmışlardır. Bu tanımlardan birisi ve belki de en uygun olarak kabul edileni şu tanımdır:
“Allah’ın adam öldürmek ve zina etmek gibi ceza tayin ettiği ve işleyene cehennemde azap edeceğini bildirdiği her günah, büyük günahtır.”
Bir günah ki onu işleyen kimsenin cehennemde azap edileceği Kur’an-ı Kerim ve hadislerde bildirilmiş ise, o günah, büyük günahtır. Kur’an-ı Kerim’de “şunlar büyük günahlardır” diye bildirilmiş değildir. Ancak yasaklanan hususlar Kur’an-ı Kerim’de yer almıştır.
“Şüphe yok ki mümin ilk defa bir günah işlediği zaman o günah onun gönlünde siyah bir nokta (yani kara bir leke) olarak belirir. Eğer mümin pişman olur, tövbe ve istiğfar ederse (leke silinir) kalbi yine parlar. Mümin günaha dönerse o leke de artar. Sonra arta arta bir kılıf gibi kalbini kaplar ki, “Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalplerinin üzerine pas tutmuştur.” (Mutaffifin, 83/14) âyetindeki rayn da budur.
Hadisi şerif birkaç önemli noktaya dikkatimizi çekiyor:
Birincisi, bir günahı hiç işlememek esastır. O günah ilk defa işlendiği zaman kalbi kirletmekte ve kalbin bazı özelliklerini yitirmesine sebep olmaktadır. Mümin yaptığı bu hatanın, işlediği bu günahın farkına varır, hemen tövbe ve istiğfar ederse kalbi de eski halini alır.
İkincisi, mümin işlediği bu günahı tekrarlar ve devamlı yaparsa bu leke artık silinmez bir hale gelir. Bakara Sûresi’ndeki:
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve onların gözlerine bir çeşit perde gerilmiştir.” (Bakara, 7) gerçeği ortaya çıkar.
Günahın Cezası Şahsidir
Günah işlemekten doğan ceza şahsîdir. Yani herkes işlediği günahın cezasını çeker, başkasının günahından sorumlu olmaz.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Kim hidayet yolunu seçerse bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim de doğruluktan saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkar başkasının günah yükünü çekmez.” buyurulmuştur.
Ancak işlediği günahla kötü çığır açmış ve başkalarına kötü örnek olmuş kimseler, aynı davranışta bulunanların günahı kadar günah taşımış olurlar. Konu ile ilgili olarak şöyle buyuruluyor;
“Onlara, «Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “öncekilerin masallarını” derler, kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımalarından başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür.”
Ayet-i Kerime, başkalarını yoldan çıkaran kimselerin sadece yoldan çıkarma günahını değil, yoldan çıkardığı kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmiş olacakları bildirilmektedir.
Bazı Bedeviler Peygamberimizi ziyarete gelmişlerdi. Yün elbiseleri vardı. Peygamberimiz kılık ve kıyafetlerinden muhtaç olduklarını görünce, halkı onlara yardım etmeye çağırdı. Halkın bu çağrıya katılmada ağır davranması Peygamberimizi üzdü. Bu esnada Medine’li birisi bir kese gümüş getirdi. Bunu bir başkası izledi, derken bir çokları yardım getirdi. Buna memnun olan Peygamberimizin sevinci yüzünden belli oldu. Şöyle buyurdu:
“Her kim İslam’da güzel bir çığır açar da kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye açtığı bu çığırla amel edenlerin ecri (sevabı) kadar sevap yazılır. Amel edenlerin ecirlerinden de bir şey eksilmez. Her kim de İslam’da kötü bir çığır açar ve kendisinden sonra onunla amel olunursa, o kimseye açtığı bu çığırla amel edenlerin günahı kadar günah yazılır. Amel edenlerin günahından da bir şey eksilmez.”
“(Ey Muhammed!) De ki: Allah’ın kulları için yarattığı, süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde inananlarındır. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.”
Ancak insan, bu nimetler için yaşadığını sanmayacak ve hayatı dünya hayatından ibaret kabul edip bu nimetleri elde etmek için meşru olmayan yollara baş vurmayacak, günah işlemeyecektir. Bu nimetlerin daha güzelinin de var olduğunu düşünecek ve onlara erişmek için Allah’ın koyduğu ölçülere uyacaktır.
Bu husus şöyle hatırlatılmaktadır:
“De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? (Günahlardan) sakınanlar için Rableri katında içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah, kullarını çok iyi görür.”
Günah İnsanı Dinden Çıkarır mı?
Peygamberlerden başka hiç kimse masum yani günah işlemekten korunmuş değildir. Peygamberlerde bulunması gerekli sıfatlardan birisi “İsmet” sıfatıdır ki, onlar günah işlemekten korunmuşlar demektir.
Peygamberlerin dışında bu sıfat kimsede bulunmaz.
Peygamberimiz buyuruyor: “Adem oğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı ise tövbe edenlerdir.”
Büyük de olsa günah işleyen kimse dinden çıkmaz, günahkar olur. Kalbinde inancı olduğu halde ibadet görevlerini ihmal eden, şirk ve küfür dışındaki günahlardan birini veya bir kaçını işleyen kimse, işlediği günahı helâl saymıyorsa bu kimse mümindir, ama günahkar mümindir.
Elbette yükümlü olduğu ibadetleri yapmadığı ve büyük günah işlediği için cezayı haketmiştir. Allah Teâlâ dilerse onu bağışlar, dilerse günahı oranında cezalandırır, ama inancı olduğu için er geç cennete girer.
Büyük Günahlardan Biri Allah’a Ortak Koşmaktır.
Bu sadece büyük günah değil, aynı zamanda küfürdür. Bütün Peygamberler Allah’ın bir olduğunu, ortağı ve dengi bulunmadığını ve yalnız O’na ibadet edilmesi gerektiğini duyurmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:
“İlahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. O rahmandır, rahimdir.”
“De ki: O Allah birdir. Allah samettir. O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’na eş ya da denk değildir.”
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti (düzeni bozulmuş).Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah onların yakıştırdıkları ve uydurdukları (sıfatlardan) münezzehtir.”
Peygamberimiz putperest bir topluluk içinde büyümüştü. Bugün Müslümanlar için birliğin sembolü olan Kâbe putlarla dolu idi. Putlara tapanlar Allah’ı tanıyor, ancak O’nun ortakları olduğuna inanıyor ve bu ortaklar aracılığı ile O’na yaklaşacaklarını sanıyorlardı.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
“Andolsun ki onlara (Allah’a ortak koşanlara) “gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, “Allah” diyecekler. De ki: (Öyle ise) övgü de yalnız Allah’a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.”
Allah’ı tanıdıkları, yer ve gökleri Allah’ın yarattığına inandıkları halde putlara niçin tapıyorlardı? Onlar buna şu cevabı veriyorlardı:
“Biz putlara, bizi Allah’a yaklaştırsınlar ve Allah katında bize şefaatçi olsunlar diye tapıyoruz” diyorlardı.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler, onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz derler.” buyurulmuştur.
Halbuki bilemiyorlardı, Allah katında şefaat Allah’ın iznine bağlıdır. Allah izin vermedikçe hiç kimsenin şefaat etmesi söz konusu değildir. Nitekim Allah Teâlâ:
“Allah’ın izni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir?”
“Allah’ın huzurunda kendisinin izin verdiğinden başkasının şefaatı fayda vermez.”
“Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.”
En üstün saygı demek olan ibadet yalnız Allah’ın hakkıdır;
O’ndan başkasına ibadet yapılmaz. Bunun için O’na yapılan ibadete başkasını ortak etmek şirktir, en büyük günahtır. Allah’a gösterilen saygının benzeri, kim olursa olsun, başka hiç kimseye gösterilmez. Pek çok insan bu noktada yanılmakta ve şirke yönelmektedir.
Kendisine itaatın Allah’a itaat olacağı Kur’an-ı Kerim’de bildirilen Peygamberimiz bile kendisine, ilâhlaştırırcasına, saygı gösterilmemesine dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övdükleri gibi beni övmeyin, şüphesiz ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana, “Allah’ın kulu ve elçisi” deyiniz (yeter).”
Peygamberimiz şirke düşme konusunda Hristiyanları örnek veriyor. Çünkü Hristiyanlar Hz. İsa’yı aşırı derecede överek O’nu ilâhlaştırmışlar ve küfre gitmişlerdir.
Bazı kimselere bir takım cahil insanların —onları ilahlaştırırcasına— saygı göstermeleri ve onların eteklerine yapıştıkları takdirde cennete gideceklerine inanmaları da insanı şirke yönelten davranışlardır.
Allah’a yapılan ibadete başkasını ortak etmek şirk olduğu gibi, gösteriş için ibadet etmek, hayır yapmak da şirkin başka bir çeşididir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:
“Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi O’na ortak koşmasın.”
Gösteriş için yapılan ibadeti, hayır ve hasenatı Allah kabul etmez. Esasen Allah, kendi rızası için olmayan hiçbir şeyi kabul etmez. İbadeti, her türlü gösterişten uzak yalnız Allah rızası için yapmalı, bunda dünya ile ilgili hiçbir çıkar sağlama düşüncesi olmamalıdır
Allah’a ortak koşan kimse en büyük günahı işlemiş olur.
Bundan tövbe etmedikçe, yani şirki terk etmedikçe Allah Teâlâ onu bağışlamaz. Allah Teâlâ’nın tek bağışlamayacağını bildirdiği günah, budur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de
“Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük günah ile iftirada bulunmuş olur.”
Çünkü Allah’ın ortağı yoktur.
Lokman aleyhisselâm’ın oğluna şöyle öğütte bulunmuştur.
“Yavrucuğum, Allah’a ortak koşma, doğrusu Allah’a ortak koşmak, büyük haksızlıktır.”
Hz. Peygamber’in (s.a.s.), bağışlanması için yaptığı pek çok duadan ikisi şudur:
“Allah’ım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız sensin. Öyleyse tükenmez lütfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti nihâyetsiz olan yalnız sensin.” (Buhârî, Ezân 149 [834]; Müslim, Zikir, 48 [2705]).
“Ey Rabbim! Günahlarımı, bilmeden ve haddimi aşarak işlediğim kusurlarımı, benden daha iyi bildiğin bütün suçlarımı bağışla!
Allah’ım! Bilerek, bilmeyerek ve umursamadan yaptığım yanlışları! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim.
Allah’ım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin ve Senin gücün her şeye yeter.”
(Buhârî, Deʽavât, 60 [6398]; Müslim, Zikir, 70 [2719]).
İlyas Kaplan (Eğitimci,Şair,yazar)
Ana Karakterler:
sünnet,Hz.Muhammed,Kur'an,Allah,İslam,Müslüman
“Adem oğlunun hepsi günah işler” Yazısına Yorum Yap
"“Adem oğlunun hepsi günah işler”" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.