- 47 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
Vaveyla
Gecenin üçüncü yarısında gözlerinin ırağındaki telefonundan gelen mesaj sesine uyandı. Uykunun verdiği ağırlıkla sanki üzerine inme inmiş gözlerini zoraki araladı. Uyuşmuş elleriyle çaprazına doğru uzanıp ayakları oynayan ahşap komidinin üzerine bıraktığı telefonunu aldı.
Mesaj kutusu her zaman ki gibi birçoğu saçma sapan olan teklif, istek ve önerilerle doluydu. Kutuyu silmek için tuşladı. Sonra bir an duraksadı.
- Bu kadar insan yalnızken bu kadar insan neden yalnız? Diye bir soru ile karşılaştı.
Yıllarca bağırdığı boşluktan bir ses mi gelmişti?
-Siz de kimsiniz? Diye yazdı.
- Seni yarandan tanıyan biri. İçindeki yangının dumanından tanıyan biri, diye cevap geldi.
-Bu bir serap mı yoksa vaha mı? Diye mırıldandı.
- Neden buradasınız?
-Size büyük bir çölün kavgasını anlatacağım.
-Hangi çölün?
-İçinizde uzayıp giden çölün.
-İyide ben okyanus kıyısındayım.
-O sadece bir serap.
-Ama bu imkânsız su çöle izin verir mi?
- O zaman neden yazıyorsun?
- Belki içimden geldiği için, belki de bendime sığmadığım için.
- Kaç yıldır yazıyorsun?
- On yedi.
- Kime yazıyorsun?
- Belki elimden giden için, belki de içimdeki boşluğa. Belki en yakına, belki mesafelere. Belki yaşanmışlıklara, belki de yaşanmamışlıklara.
- O zaman sadece sus ve dinle, diye yazdı.
- Kimi dinlediğimi bilmek istesem kabalık mı etmiş olurum?
- Sadece dinle Vaveyla. Varlığını okyanustan alan büyük bir çöl varmış. İşte sana o çölün kavgasını, iç çekişlerini, iniltilerini, anlatacağım.
- Varlığını okyanustan alan çöl mü? Diye yazarak umursamaz bir tavırla bir gülücük gönderdi.
- Evet, sadece sus ve oku, diye bir cevap geldi.
Uzunca bir müddet mesaj kutusuna baktı. Merakla bekledi. Sonra bir mesaj daha gelmişti. Merakla beklenen kutuyu açtı. Şöyle yazıyordu.
- Gitmelerin var biliyorum, yıllarını cümlelere sığdırdığın. Kavgaların var, mısralara yüklediğin. İç çekişlerin var kimsenin duymadığı. Ah ettiğin keşkelerin, arzuladığın belkilerin var.
- İyide bunları sen nereden biliyorsun, ya da çölle ne alakası var?
- Seni yarandan tanıyorum demiştim ya Vaveyla, işte o tanıklıktan. O çöl ise içinde, diye yazarak devam etti.
Hakikatte insan kendini sandığı şey ile olduğu şey arasındaki uçurumda yaşayan bir varlıktır. Gitmelerin ve kavgaların arasına sıkıştırdığı keşkelerin ve belkilerin toplamından bir varlık. Kaçtığı şeyle kavuştuğu şeyin aynı şey olduğunu anladığında uyanır ancak. Ya da arzuladığı şeyin nefret ettiği kendi cehennemi olduğunu anladığında. İnsan bazen o kaçtığı şeyin kavuştuğu şeyle aynı olduğunun farkında değildir sadece.
- Gecenin bir yarısı gözyaşlarımın üstüne süslü tümceler kurmaya mı geldin?
- Ah Vaveyla sence neden gözyaşı döker insan?
- Bilmiyorum. Derdinden mi, derdine mi, ya da dertlerini serinletmek için mi?
- Dinle o zaman Vaveyla. Süslü cümlelerdir yaşanmışlıkları anlamlı kılan, onları ortaya çıkaran. İnsan bazen kendine bile itiraf edemeyeceği sırlarla doludur. Dışarıya sızan da bu sırrın taştığı kadardır. Bu da bir şiir olur, bir ağıt olur ya da gözlerden dökülen mercanlar olur. Bende bu dışarıya sızanı gördüm de geldim.
Yazışmalar devam ederken şafak gecenin yüzünü tırmalamaya başlamıştı bile. Zamanın kaça vurduğunu öğrenmek için telefonunun saatine baktı. Bu arada bir mesaj daha düştü kutuya.
- Ne çok hayallerinde olmayan anılar biriktirmişsin?
- İyide bundan sana ne?
- Bazen bu iş çekişlerini duyar, onu dinlemeyi kendime vazife edinirim.
- Bu bir iyilik mi?
- Bilmiyorum Vaveyla. Belki de gözlerini hakikate kapatmamak.
- İyide bu sürgün yerinde bu cehennemin içinde neden ve neden ben?
- Ah Vaveyla! Yüreğindeki melal gözlerine vurmuş zarif kadın. Bu dünya zaten hassas kalpler için bir cehennem değil mi? Belki de bu kadar gözyaşı içerisinde bir tebessüm olmaya geldim. Senin iç çekişlerini duydum da geldim, diyerek yazamaya devam etti.
- Bazı insanlar bülbüle güzelleme yaparlar. Şakımasını dinlerler. Kafeslerde muhabbet kuşları besleyip, hayran hayran güvercinlerin ahenkle nasıl uçtuğunu seyrederler.
Papağanlarla laf dalaşına girerler. Bahçelerinde güller, laleler yetişir. Bazı insanların payına ise dikenler içinde kargalar ve saksağanlarla ekmeğini paylaşmak düşer.
Bu insanlar okyanusun ışıltısına hayran olurlar. Oradaki hayat onları cezbeder. Maviliklerin böğrüne baş koyup gerisini unutanlarla bu insanlar aynı yerküreyi paylaşsa da kendi içlerinde ayrı dünyaları vardır. Çünkü okyanusun haberi olmasa da yanı başındaki çölün de bir ruhu vardır. Ahları vardır kimsenin duymadığı, iç çekişleri vardır kimsenin sormadığı, kazanamadığı kavgaları, silemediği gözyaşları vardır.
- Sabah oldu. Sözün sonuna geldik mi?
- Cümlenin sonuna gelsek, sayfanın hatta hikâyenin sonuna gelsek hiçbir şey değişmeyecek biliyorum. Yine öleceksin bir köşede sessizce. O yüzden sadece dinle Vaveyla.
Gün batar akşam olur, kuşlar yuvalarına dönüp sessizliğe bürünür. Birkaç saat önce gördüklerin görünmez olur dağların tepelerinden kervanlar geçer ay ışığı gecelerinde. Kayalar hayalet olur, ağaçları bir heybet sarar sessizliğin gürültüsünü duyarsın çın çın. Sırlarına gömülürsün bildiklerin bilmediklerin, anlattıkların anlatmadıkların, kendine sakladıkların anlatamadıkların olur. Ve bir gün bir nefes yetişir imdadına.
Başlarsın anlatmaya, bildiklerini bilmediklerini, en mahrem gizlerini… Kimi zaman o bir akan su olur, kimi zaman bir deniz kıyısı, kimi zaman bir göl kenarı, kimi zaman bir ağaç gölgesi, bir kuş cıvıltısı. Kimi zaman kaptırırsın kendini ateşin alevine, kimi zaman yağan yağmurun sesine ama hep ihtiyacın olur onun tesellisine.
- O kim?
- İçindeki okyanus.
- Hani içimde uzayıp giden bir çöl var demiştin?
- İçindeki güzü öldür. Nevbahar gelecektir. Okyanusunu keşfet, çölde ölecektir.
- Nasıl olacak bu?
- Kendinden kaçarken kendine sığınırsan kurtulursun Vaveyla.
- Bu ağır bir imtihan mıdır, acı bir hakikat mı?
- Her ikisi de. Hayat herkesi aynı sınava sokmaz. Aynı ihtişamı yaşamayanlar acıyı da aynı dozda yaşamazlar. Ağrı eşiği bir olmayanların vuslatı da bir değildir. Gözlerindeki melali silecekte, içindeki melankoliyi bitirecekte sensin. Kendini anlamayanı hiç kimse anlayamaz. Sen duymazsan içindeki çığlığı kimse duymaz. Bağıra bağıra sustuğunu kimse bilmez. Kendini bil, özünü keşfet, okyanusa dal çölünü yeşert diye yazdı. Ve bu son yazışı oldu.
O günden sonra mesaj kutusu hep öksüz kaldı. Yazan kimdi hiç bilmedi. Ve başka hiç kimse de; Bir hikâyenin bir sayfasındaki bir paragrafının bir cümlesinde geçen gitmelerin içinde on yedi yıl barındırdığını bilmedi. Ya da kaç ölüm yaşandığını. O ise boşluğa yazmaya devam etti. Ancak artık o boşluğu kendi doldurması gerektiğini biliyordu.
***