- 115 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
Kadına Şiddete Hayır Diyebilmek
Kadına yönelik şiddet, günümüzde yalnızca bireysel bir sorun olmayıp, toplumsal yapıyı derinden etkileyen ve tüm insan hakları ihlalleri arasında en yaygın olanlardan biridir. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de kadına yönelik şiddet önemli bir toplumsal sorundur. Kadınların fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddete uğraması, onların hem bireysel haklarını hem de toplumsal hayatta eşitlik ilkesini ihlal etmektedir.
Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, kadına yönelik şiddeti "kadına, kadın olduğu için uygulanan veya orantısız şekilde kadınları etkileyen şiddet" olarak tanımlamaktadır. Kadına yönelik şiddet; fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddeti kapsayarak, kadının hayatını olumsuz yönde etkiler. Bu şiddet, özellikle ev içi şiddet biçiminde kendini göstermekte ve kadının toplumsal statüsünü, özgürlüğünü, sağlık durumunu, psikolojik bütünlüğünü ve ekonomik bağımsızlığını tehdit etmektedir. Türkiye’de kadına yönelik şiddet, çeşitli sebeplerle yaygın bir problem olarak karşımıza çıkmakta ve bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan yapısal bir sorundur.
Birleşmiş Milletler ’in verilerine göre, dünya genelinde her üç kadından biri, hayatında en az bir kez şiddete uğramaktadır. Türkiye’de de durum pek farklı değildir. İçişleri Bakanlığı verilerine göre, son yıllarda kadına yönelik şiddet vakaları artmıştır. 2020 yılında Türkiye’de 300’ün üzerinde kadın, şiddet sonucu yaşamını yitirmiştir. Bunun yanı sıra, her yıl binlerce kadın fiziksel ve cinsel şiddete uğramakta, psikolojik baskı ve ekonomik şiddetle de karşı karşıya kalmaktadır. Kadına yönelik şiddetin bir başka boyutu da şiddet mağduru kadınların çoğunun şiddete uğradıkları için polise başvurmakta tereddüt etmeleridir. Bu durum hem toplumsal bir tabu hem de adaletin zamanında tecelli etmesini engelleyen bir bariyer oluşturmaktadır.
Kadına yönelik şiddetin boyutları sadece sayılarla ölçülmez; aynı zamanda kültürel ve toplumsal bağlamda da incelenmesi gerekir. Şiddet, yalnızca fiziksel bir zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda kadının özgürlüğünü, kimliğini ve yaşam kalitesini tehdit eder. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artmasının arkasındaki en önemli sebepler arasında, derinlemesine yerleşmiş toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ataerkil değerler ve toplumsal cinsiyet rollerinin katı bir şekilde dayatılması bulunmaktadır.
Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda önemli yasal düzenlemelere imza atmıştır. 2012 yılında kabul edilen “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Kanunu” Türkiye’nin kadına yönelik şiddetle mücadelesinde önemli bir kilometre taşıdır. Bu yasa, kadınları şiddetten korumak için bir dizi önleyici tedbir getirmiştir. Yasal düzenlemeler arasında, şiddet mağduru kadınların güvenliğine yönelik koruma kararlarının verilmesi, faillerin uzaklaştırılması, kadınların barınma ve hukuki yardım alması gibi uygulamalar yer almaktadır.
Bunun yanı sıra, Türkiye’de Kadın Konukevleri ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Merkezleri, mağdur kadınlara sığınma, psikolojik destek, hukuki danışmanlık ve rehabilitasyon hizmetleri sunmaktadır. Ayrıca, kadınların şiddet karşısında yalnız olmadıklarını hissettirmeyi amaçlayan çeşitli sosyal hizmet programları ve kampanyalar düzenlenmektedir. Ancak, tüm bu yasal düzenlemelere rağmen, kadına yönelik şiddetle mücadelede etkinlik noktasında halen eksiklikler ve zorluklar bulunmaktadır.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede en büyük engellerden biri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derin kökleridir. Türkiye’de ataerkil bir toplum yapısının etkisiyle, kadınların ikinci planda tutulduğu ve toplumsal hayatta erkeklerin egemen olduğu bir anlayış hâkimdir. Bu anlayış, kadının şiddet mağduru olmasına zemin hazırlamaktadır. Özellikle kırsal kesimlerde, kadınlar eğitimden yoksun, ekonomik bağımsızlıkları kısıtlı ve toplumsal cinsiyet rollerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu durum, şiddet mağduru kadınların sesini duyurmasını zorlaştırmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadelede, bu yapısal eşitsizliğin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Bir diğer zorluk, kadına yönelik şiddet olaylarına dair toplumsal farkındalığın düşük olmasıdır. Şiddet mağduru kadınların yardım alabilmesi için, toplumsal anlayış ve duyarlılığın artması gerekmektedir. Kadına yönelik şiddeti normalleştiren, küçümseyen veya şiddeti meşrulaştıran toplumsal görüşler, şiddetle mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Şiddetin sadece fiziksel bir eylem olarak algılanması, psikolojik ve cinsel şiddet gibi diğer boyutların göz ardı edilmesine neden olmaktadır.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede etkili bir strateji, toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddet karşıtı eğitim programlarının yaygınlaştırılmasıdır. Eğitim, şiddet mağduru kadınların haklarını savunabilmesi için gereklidir. Ayrıca, toplumsal farkındalığı artırmak amacıyla medya, sivil toplum kuruluşları ve devletin birlikte çalışması gerekmektedir. Şiddetle mücadelede, sadece mağdur kadınların değil, toplumun tüm kesimlerinin bilinçlenmesi gerektiği unutulmamalıdır. Şiddet, yalnızca kadınların değil, tüm toplumun sorunudur.
Ayrıca, erkeklerin şiddet karşıtı tutumlarının geliştirilmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesi adına önemli bir adımdır. Erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddetsiz iletişim üzerine eğitilmesi, toplumsal normları değiştirme sürecinde etkili olacaktır. Bunun için okul öncesi eğitimden başlayarak, tüm eğitim kademelerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddetle mücadele konularında bilinçlendirici programlar uygulanmalıdır.
Kadına yönelik şiddet, Türkiye’de hâlâ ciddi bir toplumsal sorun olmaya devam etmektedir. Ancak, kadına yönelik şiddetle mücadelenin sadece hukuki ve cezai önlemlerle değil, aynı zamanda toplumsal farkındalıkla ve eşitsizlikle mücadele edilerek başarılı olabileceği unutulmamalıdır. Türkiye’de kadına yönelik şiddeti önlemek için, kadınların toplumsal, kültürel, ekonomik ve psikolojik anlamda güçlendirilmesi, eğitilmesi ve şiddetle mücadele mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle atılacak adımlar, kadına yönelik şiddetle mücadelenin başarılı olmasını sağlayacak ve kadının haklarına saygı gösteren adil bir toplum yaratılmasına katkı sunacaktır.
Kadına yönelik şiddetin son bulduğu, eşitliğin ve adaletin hâkim olduğu bir Türkiye ve dünya için toplumsal olarak sorumluluk almalı, her birey üzerine düşeni yapmalıdır.
YORUMLAR
Öyle bir kısır döngü ki bu; kırmak çok zor… Gözlerini dünyaya yeni açmış bir bebekken başlıyor döngü… Onun nasıl bir dünyaya doğduğuyla… O dünyada kadına, erkeğe ve diğer her şeye verilen anlam; şimdi içinde boğulduğumuz bu sorunların kaynağı olarak var oluyorlar.
O zihniyeti değiştirmek öyle kolay değil… Her sorun gibi bunun da çözümü dönüp dolaşıp en son noktada eğitime varıyor yine. Nasıl bir anlayışın içinde doğarsa doğsun; bir çocuk iyi bir eğitim alıp kafasını kullanmaya başladığında sorgulamaya da başlıyor genelde. İşte o sorgulayan, çevresini gözlemleyip çarpıklıkları gören insanlar çoğaldıkça önceki o köhnemiş zihniyeti temsil etmeyi sürdürenler de sayıca azalmaya başlayacaklar… Kadınlara tahakküm etmek isteyen erkeklerin yerini; mutlu, doyumlu bir hayat sürmek isteyenler almaya başlayacak… Çünkü mutlu olmanın yolunun baskı kurmaktan değil, sevgi ve eşitliğe dayalı bir ilişkiden geçtiğini anlıyor olacaklar.
En azından öyle ummak istiyorum.
Çok aydınlatıcı, keyifle okunan bir yazıydı. Gönlünüze sağlık…
Kadına da erkeğe de tüm canlılara şiddete HAYIR Zira şiddet zavallı ve çaresiz mahlukların arkasına sığındığı bir açmazdır. Düşünür der ki: BU TOPLUMDA haksızlık hep vardır erkek erkeğe ,ama haksızlık süreklidir kadınlara karşı' Bu perdede kalın bir çizgidir bu . İnsan olan insan niteliği ne olursa olsun şiddeti savunmamalıdır. Ona sığınmamalıdır. Duyarlı yüreğine alkışlar eskimeyen dost
Nurefşan.
Ayrıma gitmeksizin şiddetin her türlüsünün ortaya çıkışında en temel sebep güvensizliktir. Diğer bütün sebepler güvensizlik üzerine inşa olunur. Sadece fiziksel anlamda güvende hissetmekten bahsetmiyorum. Şiddetin ortaya çıkışındaki asıl eksiklik, zihinsel güven eksikliğidir. Özellikle erken çocukluk döneminde güven duygusunu hakkıyla hissedemeden her insan şiddete meşru(!) bir gerekçe bulacaktır. Zira güven duygusunun hakkıyla hissedilememesi beraberinde kibri, kibir ise duygusal iç çatışmayı ve bu çatışmanın verdiği acıdan kurtulmak için haz arayıcılığını beraberinde getirir. Kısaca güven yoksa kibir vardır, kibir varsa huzur yoktur diyebiliriz. Güven duygusunun hakkıyla hissedilemediği bünyede kibir ve kibre bağlı uyuşma ihtiyacı, haz arayıcılığı kaçınılmazdır.
Kibir duygusu zihni bulandıran, yanılsamayla gerçekliğin birbirine karışmasına neden olan bir duygudur. Aslında ,bir savunma mekanizmasıdır, desek hiç de yanlış olmaz. Fiziksel ve zihinsel güvensizliğin sebep olduğu iç çatışma ve verdiği ruhsal acının giderilmesi amacıyla devreye sokulur. Ancak kısa vadede çözüm üretiyormuş gibi görünse de uzun vadede insanın kendisine ve çevresine yıkım getirmesine neden olur. Zira insanda uyuşma ihtiyacını ortaya çıkarır ve uyuşan insan muhakeme yeteneğini kaybeder. Bu uyuşma ihtiyacının uç ve somut örneklerine alkol ve uyuşturucu etkisinde yaşanan şiddet olaylarını örnek göstermek mümkündür. Ama alkol ya da uyuşturucu gibi bir fiziksel uyuşma yöntemine başvurmaksızın kişinin, gerçek benliğini yok sayarak ya da bastırarak hareket etmeye çalışması da yine muhakeme yeteneğini kaybetmesine neden olacaktır. Çünkü bastırılan gerçek benlik ile topluma sunulan sahte benlik birbiriyle çatışacak ve gerçek benlikteki şiddet er geç açığa çıkacaktır.
Rahmetli Doğan Cüceloğlu güven duygusunu hayatın sermayesi olarak tanımlamaktadır. Eğer güven duygusu yetersizse diğer duyguların çarpık ve dengesiz yaşanması kaçınılmazdır. Keza şiddet de çarpık, dengesiz ve kontrolsüz yaşanan duygular neticesinde açığa çıkmaktadır.
SİLÜET tarafından 25.11.2024 12:50:55 zamanında düzenlenmiştir.
Nurefşan.
Muhteşem bir dizayn, muhteşem bir yazı..Ne güzel söylediniz.
" Kadına yönelik şiddetin son bulduğu, eşitliğin ve adaletin hâkim olduğu bir Türkiye ve dünya için toplumsal olarak sorumluluk almalı, her birey üzerine düşeni yapmalıdır."
Duyarlı yüreğinizi yetkin kaleminizi selamlıyorum.Sağlıcakla.Saygıyla.