- 110 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
GÜVENLİ BiR YER
Yorgun akan bir su… İsteksiz, hevessiz; öylece bırakmış yamaçtan kendini… Ulaşacağı bir denizi yok… Bir noktada toprağa karışacak, cılızlaşacak iyice… Hiçbir coşkulu akışın parçası olmayacak… Yorgunluk denen o sinsi, görünmez taş; görünür olanlardan da beter taş koyacak önüne…
Şırıl şırıl akan bir derecik var önünde oysa… Hiç de öyle karamsar değil kendisi gibi… O gürül gürül akışta kendine de bir yer bulacağına emin gibi, şen şakrak sesler çıkararak akıp duruyor. Vazgeçmemiş O’nun gibi, denize ulaşmaktan…
“Anne, ne zaman parka götüreceksin beni?!”
Minik derecik, ‘bir zamanlarki nehirliğini unutmuş yorgun su’ya, gerçekte ‘ne olduğu’nu hatırlatmaya çalışıyor bu seslenişiyle. ‘Annemsin sen benim, denize karışmak için geçit olacaksın bana… Kendine gel!’ diyor.
“Teyzen gelecek birazdan… Onu bekliyorum.” diyor anne, o yorgun suyu akıtarak sesinden…
Doğduğu günü hatırlıyor oğlunun… Şimdi böyle kendisinden ayrı bir yerde akmasına yol açan ayrışmayı ne başlattı; o yorgunluk denen şey ne zaman önüne taş koyarak akışı engelleyip denizinden çok uzağa düşürdü onu, düşünmeye başlıyor.
Kollarının arasında minicik bir bebek olarak sarıp sarmalarken onu; neler hayal etmişti halbuki?.. Ne güneşli kahvaltılar sunacaktı ona, nerelere götürecek, nasıl dokunabilir bir hale getirecekti hayatı… Öyle sıkı sıkı tutacaktı ki onu elinden; götürdüğü yer her neresi olursa olsun fark etmeyecek kadar, güvenli bir yer olarak var olacaktı elinden onun eline akan sıcakta.
Babası da diğer elinden tutacaktı tabii… O elden de ayrı bir sıcak akacak, dünya daha da ısınacaktı böylece. İşte, o diğer eldeki akış kesildiği için önceki o sıcak böylesine eksilmişti ya şimdi böyle…
Kocasının ayrılmak istediğini söylediği o gün başlamıştı soğuma… Ve onunla birlikte de o taş oluşmaya başlamıştı usul usul: O bitmeyen yorgunluk… Kaçırdığı gözlerinde saklamaya çalıştığı şeyi; ‘o kadın’ı görmüş, üzerindeki ona güzel görünmek için daha evvelsi gün aldığı yepyeni elbiseyi çıkarıp fırlatmak istemişti yüzüne… O kadını elbisesiyle örtmek…
Artık denizini kaybetmiş bir nehirdi o… Anlamını kaybetmiş, öylesine akan, cılız bir su…
İçinde gümbürtüler çıkararak akan bir nehir olmayınca elleri de soğumaya başlamıştı hâliyle… Güneşin bile ısıtamayacağı kadar amansız bir soğuk hüküm sürmeye başlamıştı içinde.
Zil çalınca hemen koştu kapıya. Bir saniye bile kaybetmek istemiyordu çünkü… Onu açıp, bir an önce kız kardeşinin neşeli kahkahalarından gürül gürül akan o nehri içeri boca etmek istiyordu… Kendi yapamadığını yapıp minik dereciği de içine katmasını, adına ‘hayat’ denen o denize onunla birlikte gümbürtüler çıkararak akmasını…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.