Güzel Yazının Hayalleri
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hayali olmayanın yaşamasına ne hacet. Hayal soyut kavram içselliğimizin yüzde 97sini falan oluşturuyor olmalı geri kalan yüzde 3ü fiziksel aktiviteler veya olaylar işte. Bağırsakların çalışmasından ayak tırnaklarına, saç sayımızdan, kalp atışlarımıza, kirpiklerimizden kollardaki kıllarımıza kadar vb vs..
Yüzde 97 olarak değindiğim hayallerimizi ilk kurmaya başlayan kimdi. Adem mi veya bir tek hücreli canlı mı, kim programladı bizi, Tanrı mı yoksa alemdeki başka bir çiftlik veya gezegen sahibi mi? Sahi aleme bakınca buradan kasıt cosmos veya uzay.. Sahibi kim hala öğrenemedik. Tanrı muammasını kaç bin yıl geçti çözemedik dünya üstünde...
İnsan ömrü çok kısa, ortalama 75lerde olmalı. Yüzde 50 vb vs daha artırımlı süresi işte 100 yıl falan.. Lakin yetmiyor ki hayallerimize.. O yüzden cennet cehennem kavramları sürülmedi mi piyasaya? Cennette dünyadaki kralların veya zenginlerin yaşadığı hayatın biraz daha albenili hali ile cehennemde ise dünyadaki iğrençliklerin ve işkencelerin bir üst versiyonunu hayal edebiliyoruz. Bu kadar, daha ötesi yok..
Hayalden bahsederken hala daha bir hayale adım atamadık yazının burasına kadar. Bundan sonrası için de herhalde yürümeye değmez yazı da.. Hadi okumayı bırak, kendi işine veya nefes alıp vermene devam et.
Bu arada diş sağlığın nasıl sayın okur. Çürük çarık veya inşaat faaliyetleri var mı çene ve diş yapında. Doğal dişlerin istenileni verememesi üzerine yapay desteklere müracaat ediyor musun, bırak alemi veya dünyayı veya kıtaları veya ülkeni veya toplumsal düşünceleri. Sahi göz sağlığın ne alemde, uzak yakın görüşünde bulanıklık var mı, gözlük gibi yapay aletler kullanıyor musun? Veya ya da ve ile şöyle böyle... Tanrının kusuru mu insan?
Alem ve insan. Bir bütünün çarkları mı acaba? Alemler, insanlar... Oy gidi cevapsız düşünceler.. Gerçekleşse bile sonsuz bir tat veremeyecek hayaller.
Pembe veya mavi panjurlu ev ve içinde geniş veya dar bir aile. Komşularla iyi ilişkiler.. Lakin şehrin çevresindeki ormanda ise vahşi bir hayat. Aslında, insanın iç yapısı da vahşi, midede önü alınamayan bir parçalama, savaş ve sentezleme var değil mi aynı ormandaki vahşi dönüşüm gibi.. Lakin müdahale imkanın çok çok çok... çoookkkk kısıtllı.
Nasılını asla çözemedik şimdiye kadar, bundan sonra nasıl çözeceğiz?
Bebekler için canavar örneği verirler, öyle bir ağlarlar ki anneleri babaları çevrelerinde el pençe dururlar. Aman bir şey olmasın, huzurlu bir uyku çeksin, karnı doysun, üşümesin, terlemesin.. Bebek ise az bir dinginlikten sonra yine basar yaygarayı, sonra aynı döngü yine devam eder..
İnsan öyle böyle hayatı ve dünyayı öğreninceye kadar zaten ihtiyarlamış olur. Sonra da ya çal çene yapar nasihat falan eyler ya da sükuta uğrar ölümü bekler. Hayat bu kadar.
Bir bilim insanı Nasa’da işe girer, 15-20 yıl bir projede çalışır, proje gerçekleşir ve uydu, iletilmesi veya konulması gereken yere konur. Yani dünya dışına. İlk görüntüler veya ilk bilgiler gelmeye başladığında ise o bilim insanı ve insanları göz yaşlarını tutamaz sevinçten, ömürlerini verdiklerini projeden ilk sonuçlar alınmaya başlamıştır çünkü. Eee o insan gelmiştir 40-50 yaş arasına bu zamanda, geri kalan ömründe ise gelen sonuçlar üzerinden devamlı bir izlenim, yorum, analiz safhasına geçer, bir kaç doğrulanmış makale yazar veya kitap veya pdf ye dönüştürür tüm öğrendiklerini. Sonra ölür gider. Sevenleri veya ailesi gömer veya yakar.
Bu bilim insanı gibi işte dünyadaki tüm işleyiş de. Büyük laflar etmeye ne gerek veya büyük hayaller kurmaya.. Sonuç devamlı sıfıra sıfır elde var koca bir sıfır.
Hayat telaşesinin günlük döngüsünde bile anlık hayaller kurar ya insan, bir kaç saniye veya dakika sonra yine bir keşmekeşin içinde bulur kendini..
Kimi metallerle, kimi toprakla, kimi suyla, kimi kağıtlarla, kimi tuşlarla, kimi plastik veya camlarla, kimi kimi kimi uğraşır durur.. Bu uğraş sonunda bir yorgunluk çöker üzerine tatlı bir uykuya gömülür.. Sonrası size kalmış, bu insan veya insanların gördükleri rüyalar...
Ne diyorduk ya hu, konumuz neydi...Bir insanın gözlerindeki, yüzündeki bir anlık da olsa tebessüm sanki her şeye bedel değil mi? Eksilmesin tebessümleriniz efendim.
En seveninize emanet olunuz.
Y.
YORUMLAR
Rüya mı görüyoruz?
Öldük de tekrar mı diriliyoruz?
Yahut ölmek için mi doğduk veya gönderildik?
Ağlarken gülmeyi, gülerken ağlamayı nasıl ve kimden öğrendik?
Gördüklerimiz mi gerçek, yoksa göremediklerimiz mi?
Cennetimizi de, cehhennemimizi de bu dünyada mı yaşıyoruz?
İmtihan aleminde miyiz, yahut öldükten sonra mı sigaya çekileceğiz?
İnsan nedir?
Su mu, et mi, kemik mi?
Akıl nedir?
Mantık veya vicdan ne?
Mutluluk ne?
Eza cefa neden?
Yani diyorsun ki;
"AMAAAN, YAŞA GİTSİN. GELDİK, GİDECEĞİZ."
Fani dünya!...
Baki ise hayat, mutluluğunuz daim olsun,
''Boşu boşuna, boşu boşuna geçti ömrüm boşu boşuna" demişti demişti ki ilk ve son şarkısında Derya Tuna hayallerin bir noktadan sonra üst hayalciler yüzünden sıfıra indirgendiğini gördü .Adı üstünde işte hayâl-meyâl.Kum saati kum dökmeden hayallerimizi gerçekleştirmemiz gerekiyor .Noktanın hayali ile virgülün hayali farklı tabii ki..Üstadı selamlıyorum.Sağlıcakla.Saygıyla.