- 52 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Mısraların Gücü
İnsan; varoluş itibariyle fani olsa da ezeli ve ebedi olan yaratıcının ruhundan üflediği bir varlıktır. Sonu olan bir bedenin sonsuz bir güçten aldığı bu ilhamdan dolayıdır ki kabına sığması imkânsız bir halde yaşar. Bu sığılması imkânsız olan kap; kimi zaman kelamla, kimi zaman kalemle, kimi zaman öfkeyle, kimi zaman aşkla, kimi zaman da kibir gibi çeşitli davranışlarla dışarı dökülür.
Biz sadece kalemle dökülen kısmını ele alacağız. Ve bu kalemin de sadece şiirle olan kısmını. Ve bu şiirle olan kısmının da teknik ayrıntıya girmeden göreceli olarak sadece bir kısmını.
Şiiri öteden beri birçok düşünür, şair, yazar tanımlamaya çalışmış ve her tanımlayan bakış açısına göre görüş açısına göre farklı yorumlamıştır. Bu aynı yükseklikte olmayan iki kişinin bakış açıları aynı olsa da görüş açılarının farkından kaynaklanabileceği gibi şiire bakış açısıyla, dünyaya bakış açısıyla, yaşadığı zamanla ya da inançlarıyla da ilişkilendirilebilir. Örneğin Aristo şiiri ‘Eşya ve hadiseleri taklitten ibaret’ olarak yorumlarken, İbn-i Haldun ‘Belagatli söz’ olarak tanımlar. Ahmet Haşim ‘ Şiir düz yazıya çevrilemeyen dildir,’ der. J. Cocteau ‘Ne masayı anlatacağım diye masa kelimesini, ne kuşu anlatacağım diye kuş kelimesini, ne de aşkı anlatacağım diye aşk kelimesini kullanacaksınız,’ der. Necip Fazıl ‘Mutlak hakikati arama işi’ olarak tanımlarken ‘Mutlak hakikat ise Allah’tır diye şiiri İlahi bir arayış olarak görür.
Şiir İslam âlimlerinin de üzerinde tartıştığı bir konu olmuştur. Cahiliye Araplarında çok büyük bir öneme sahiptir şiir. Cahiliye şairleri Kur’an-ı Kerim’in nazil olması ile o eşsiz güzelliği karşısında ezilmişler ve bu şairlerin Hz Muhammed’i cinlerden ilham alan bir şair olarak nitelendirmelerine sebep olmuştur.
Kur’anı Kerimde bazı ayetlerde şiir ve şair geçmiştir. Yasin suresinin ‘Ve biz ona şiir öğretmedik. Bu onun için gerekmez de’ ayeti gibi bazı ayetlerde şiire tenkit var ise de bu Hz Muhammed’e şairlik isnadının reddine ilişkin bir tenkittir. Yine "Şairlere gelince, onlara da azgınlar uyar. Görmüyor musun onları, (nasıl) her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar? Ve onlar yapmayacakları şeyleri söylerler" (eş-Şuara, 26/224-26) ayetinde bu tenkitleri görüyoruz. Ancak sûrenin son ayetinden de anlaşılacağı gibi Allah iyiliği emreder münkeri nehy eder. Bu nedenle iyi olan kötülüğü yaymayan şairler bu yargının dışına çıkarılmıştır. "Ancak iman edenler, salih amel isleyenler, Allah’ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeye çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir" (26/227).
Hadisi Şeriflerde Peygamber Efendimizin şiire bakışının özetidir. Hadislerde İslâm’a saldıran şairlerle şiirleri yerilmiş, Müslüman şairlerin bunlara karşılık vermeleri teşvik edilmiştir. Müslüman şairlerden Ka’b bin Mâlik’e "Onları hicvet, çünkü nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, senin şiirin onlar için oktan daha etkili ve yaralayıcı olacaktır" buyuran Peygamber efendimiz "Şiirde büyüleyen, etkileyen bir güç vardır". "Kimi şiirde elbette hikmet vardır", "O, yani şiir bir sözdür; güzeli güzel, çirkini çirkindir," diye buyurmuştur. Hadisi Şerifler ile Kur’an-ı Kerimde de buyurulduğu gibi şiir iyi ya da kötü, iyilik ve kötülük mihengine vurulmalı müspet olanı alınmalı menfi olanı, zararlı olanı ise tasfiye edilmeli onunla mücadele edilmelidir.
Şiir her döneme her konumdaki kişiye etki etmiştir. Şaraylardan taşradaki en ücra köşelere kadar, en medeni toplumlardan en ilkel kabilelere kadar izlerini görmekteyiz. Yerine göre bizi coşturan bir oyun havası, bizi duygulandıran bir türkü, milli duygularımızı kabartan bir marş, manevi bir iklime sokan bir ilahi, bir annenin bebeğini uyuturken mırıldandığı ninni de hakikatinde bir şiirdir. Kenar mahallede yalın ayaklı bir çocuk bir şiir olurken, bir zülüf bir endam da şiir olmuştur. Derin maviliklerden, dumanlı dağlara kadar şiir her yerdedir. Gönülde de vardır, gözdede vardır. . Padişahlarda şair olmuştur, çobanlarda. Hocalar da şiir yazmıştır, taleberde.
Bu gönülde de gözde de olan mısralar insanı ipe götürebileceği gibi insanı ipten alabilecek güce de sahiptir. Kralların, padişahların övgülerine mazhar olmuş şairler olduğu gibi şiirleri hayatlarına mal olmuş şairlerde vardır. Hicivleriyle meşhur Şair Nef’i nin bu mısralarından padişah IV. Murad da nasibini almış ve şairin şiir yazmasını yasaklamıştır. Ancak şair dayanamamış sadrazama yazdığı ‘a’köpek’ şiiri onu ölüme sürüklerken ardından;
“Gökten nazire indi Sihâm-ı Kazası’na
Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belâsına,” mısralarının yazılmasına neden olmuştur.
Şair Sümbülzade Vehbi’nin Sultan III. Selim’e yazdığı ‘rücu’ şiiri; aynı şiirdeki bir mısranın şairi ipe götürebileceği, diğer bir mısra ile şairin hediyelere gark olabileceğinin delili gibi önümüzde durmaktadır.
Padişahların dalkavukları olduğu gibi şairin ve şiirinde dalkavukları vardır. Sürekli birbirini alkışlayan, birbirinin gururunu okşayan, ortada bir eserin olup olmamasına bakmadan, ‘Dam üstünde saksağan, şak şak şak, Vur beline kazmayı, şak şak şak,’ tadında popüler kültürün kölesi olmuş şair, okur ve yazar sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Sosyal medyalar hiç bir toplumsal olayı olguyu ele almayan, hiç bir edebi değeri olmayan karalamalar ile, anlamsız süslü sözlerle dolup taşmaktadır. Kaliteli şairler, kaliteli şiirler bu kalabalık içinde popüler kültürün arasında kaybolup gitmektedir.
Sonuç olarak; Şiir hayatın bir parçası olarak hep vardı ve hep var olacaktır. Bir nesneyi amacı dışında kullanmak nasıl olumsuz sonuçlar doğurabiliyorsa yorsa bu süslü kelimeler içinde geçerlidir. Hikâyelerde yazar kahramanını yaşatabilir de öldürebilir de. Şair bundan daha fazlasını bir dörtlükle yapabilir. Okurunu coşturabilir, hüzünlendirebilir, ağlatabilir ya da zehirleyebilir. Şiir her ne kadar ‘Hüznün çocuğu’ olsa da, şair her zaman hem kendi için, hem de okur için bir umut yolu açmakla mükelleftir. Ölüme giderken vuslat görmeli, güneşi görme umudunu diri tutmalıdır.