- 54 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Depresyon
Senelerdir varlığını bilmediğim daha doğrusu varlığının hissini yaşamama rağmen ne anlama geldiğini kavrayamadığım bir zamandı o zamanlar. Ömrümün, gençliğimin ve güzel anların düşmanıydı bu hastalık. Çok geç farketmiştim ama geç de olsa yanlıştan dönülmesi kâr olarak karşılanır toplum nezdinde, Hastalığımla ilgili doktora gittiğimde en üst seviye deprosynumun olduğunu ve ayrıca bunlarla beraber ilintili bir sürü rahatsızlığımın olduğunu öğrendim. Hemen tedaviye başladım, biliyorum tedavi bir anda gerçekleşmez otuz seneyi bir sene de onaramaz hiç bir güç. İşte bu satırları yazan kişi Kırca’ydı. Kırca tanıdığım en iyi insandı diyebilirim, onun günlükleri elime geçince onla ilgili bir şeyler yazmam gerektiğini hissettim içimde, Ölümünden sonra mezarının başında da söz verdim. Bu lüzum üzerine de aşağıda yazan hüzünlü ve gerçeklerin tokat gibi yüze çarptığı bir hayat hikayesi okuyacaksınız.
Kırca otuz yaşında sırım gibi uzun boylu,kumral ve yakışıklı bir gençti. Ömrü yoklukla varlığın yoğun olarak bir inen bir çıkan grafik tablosu gibi hızlı geçmişti. Gerçekten çok iyi birisiydi bunu burdan anlatmamla öğrenemezsiniz muhakkak tanımanız da gerekti. Üzücü bir beis ki bundan sonra onu kimse tanıyamayacak. Kırca bir tamirci’nin yanında kalfaydı. Araba tamir etmesini hiç sevmedi ama işte varlıktan sonra yokluğa düşmüştü ailesi ve mezun olur olmaz üniversiteden -hemde dereceyle- kendi mesleğiyle ilgili iş bulamayınca babasının arkadaşı Hamit ustanın yanında işe başlamıştı. Altı seneyi devirmişti ya dile kolay altı sene, usta olmak için on sene lazım demiş bir gün ustasına ben hala kalfayım usta o yüzden bana lütfen usta deme diye bir serzenişte bulunmuştu. Gel zaman git zaman derken, hayatında hep bir eksiklik ve bir kusur olduğunu hissediyordu ama ne olduğunu bulamıyordu. Zihni bir düşünceyi kafasında nihayete erdirmiyordu. Ayrıca çok sağlıklı da düşünemiyordu bir çok konuda. Bazen dalgınlıkla hatalar yapıp bazen dikkatini hatta her zaman toplayamayıp odaklanarak bir işi öğrenemiyordu, çok zeki olmasına rağmen bu hastalık zekasına ket vuruyor ve bir şeyi öğrenmesi zorlaşıyordu. Bazen yaşadığı Focus dönemlerinde ise on işi bir saatte öğrenebiliyordu. Doktor’u ona DEHB ( dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ), OKB ( Obsesif Kompulesif Bozukluğu) teşhislerini depresyonun yanında bu da ikramımız olsun dercesine sunmuştu. Demek DEHB adı verilen ülkemizde yeni yeni duyulmaya başlayan bu hastalıktan dolayı dikkat kesilemiyormuş, Focus dönemlerinde ise bu hastalığın bir umuru olduğunu anladığı, öğrenmesi gereken şeylerin o dönemde öğrenmesi gerektiğini idrak etmişti. OKB ise onun takıntılarını, kaygılarını ve stres seviyesinin göstergesiydi.
Kız kardeşinin düğünün de yirmi sekiz yaşındayız, o kadar şık giyinmişti ki bir takım elbise bu kadar yakışabilirdi bir insana, Mankenler bile kıskanırdı görselerdi. Kardeşinin düğününde hüngür hüngür ağlamıştı ya gözümün önünden hiç bir zaman görüntüsü kaybolmayacak. Kardeşini sanki bir dünyadan başka bir dünyaya uğurluyordu da kalbinden bir parça kopmuş gibi ağlıyordu. Böyle de hisli ve sevgiyi iliklerine kadar hisseden biriydi. Bu bence ilk dönüm noktası oldu, Sonrasında bir sene sonra annesi anide vefat etti. Kendi mürüvetini bile görmeden hemde, annesine çok bağlıydı bu dünya da bir annesi vardı onun için, küçükken her sorulduğunda en çok annemi seviyorum derdi. Bir ay annesinin mezarına gidip akşama kadar ağlayarak yatmıştı. Kaç kere onu ordan almaya çalıştım zor da olsa ikna ettim de eve götürdüm. Artık tüm rahatsızlıkları ayyuka çıkmıştı. Bizim tavsiyemizle bir özel kliniğe yönlendirdik. Ücretini karşılayamam dese de, ben hiç kimseye söylemediğim bu sırrı size açıyorum. Ben doktorun IBAN numarasına her ay göndermiştim. Kırca’yı çok seviyordum, benim en yakın arkadaşımdı. İlk okul, orta okuli lise, üniversite hep birlikteydi hatta yanyanaydık. Böyle dost insan ömrüne bir kere gelebilirdi. Beni hiç üzmedi hiç kırmadı. Ben bir kaç kez kırmıştım onu ya hep içimde uktedir. Aralık ayının son günleriydi, çok kötü durumdaydı. İlaçlarını almamıştı bir haftadır ve ölmek istiyordu, Bu hayata yalnız başına tutunamazdı. Babasıyla yaşasa da evde çok iletişim akışı olmadığından tek yaşıyor gibiydi. Dile kolay iki sene içinde önce kardeşini sonra annesini kaybetmişti. Babasını da seviyordu ya babasının soğuk davranışları küçükken attığı dayakları araya hep bir mesafe koyuyordu. Aile içinde yani yaşadığını o özel hayatın merkezinde de sıkıntıları vardı. Babasının zamanında oynadığı kumarın borçlarını ödüyordu koşulsuz ve şartsız. Maaşının hepsini olmasda çoğunu borca diğer kalanı da kira ve ev giderlerine veriyordu. Evlenmeyi düşünemiyordu, düşünemezdi zaten bu durumda. Her gece annesinin fotoğrafını göğsüne bastırıp hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, bir gün babası sarhoş gelmişti. Ağladığını duyduğunda odaya bodoslama dalıp Kırca’yı dövdü. Kırca diye sabaha kadar inilemiş rüyasında. Kırca demişken isminin anlamını merak edeceksiniz biliyorum. Bir anlamı yok, annesi köydeyken platonik sevgilisinin soy ismini vermiş ki köydeki adam olduğu anlaşılmasın diye.
Kırca çökmüştü üç ayda otuz beş kilo vermişti. Bir deri bir kemik kalmak deyimini hep duyardım da bu sefer görmüştüm. otuz ikinci yaşını kutladığımızda mutlulukta eser yoktu gözlerinin ferinde. Doğum gününden üç gün sonraydı, Ekim ayının soğuğu şehri teslim almaya hazırlanıyordu ki, şehri değil Kırca’yı aldı bizden. Tavana kalın bir halat nalburdan aldığı ve sağlamlığını test ettiği o ölüm nesnesi akşamüst onyedi yirmi dört’te canını almıştı. Eve ilk geldiğinde babası o manzarayı gördüğünde önce sessizce oturup ağladı sonra avazı çıkıncaya kadar bağırdı. Komşuları olarak ilk bizimkiler koştu ben ardından geldim ve hayatımın en trajedik dramını yaşadım. Shakspeare bile bunu yazamazdı yıllarca düşünse, yazamazdı ya bunu hiç bir yüreği olmayan insan yazamazdı. Ben size o detayları da haliyle yazamayacağım. Mezarını camiden kaldırdığımız da herkes ordaydı kim tanıdıysa, o aziz insanı tanıma şerefine nail olan herkes ordaydı. Son kez onunla vakit geçiriyorlardı. Mezara gömülürken bende tutanlardandım o soğuk naaşını, ellerim hayatım boyunca bu kadar üşümemişti ruhumda hiç bu kadar kötü hissettirmemişti. İmam efendiye gidip bırakın ben onunla evimde ömür boyu yaşayayım o bir yerde olsun yeter diyesim vardı. O narin vücuduna toprağı atarken canı yanıyor mu ? Beni görüyor mu ? soruları vardı kafamda. Mahalleye geldiğimde ilk onlara gittim odasına girdim. Duvarları elimle gezdirdim ve çok sevdiği Samsunspor flamasını öptüm ben de o günden itibaren Samsunsporlu oldum daha önce futbolu bir kere bile izlememiştim. Tek ortak olmayan noktamız buydu tek noksandı da şimdi hiç bir noksan kalmadı. Etejerin üstünde karalama sayfalarını gördüm bir his vak-ı kubul oldu ve ilk çekmeceyi açtım. Orda deri kaplı bir defter vardı içini açtığımda bu satırları yazacağımı gördüm. Çünkü dedim ya yukarıda söz verdim ona mezarında. Bana bu kolaylalığı da sağladı ya son iyiliğini de yapmıştı.
Üç mevsim geçti, inanılmaz zordu benim bende de psikiyatrik problemler zühur etti. Bende ilaca başladım. Ben de bir sürü hastalığın teşhisi altında ezildim. yaşadığım büyük travmalar büyük üzüntüler beni bu hale getirdi. İnsanı olgunlaştıran şeyler bizi yıkmışıtı. Bende bu satırları yazarken o yıkılışımı gördüm aynaya yansıyan görüntüm de. Elimde baretta marka modelini bilmediğim bir silah, kaçak yollardan edindim. Çok para verdim ya son dönemde harcadığım ve harcayacağım en yüksek para bu olsa gerekti. Kırca’yı daha fazla anlatacaktım ama yüreğim elvermiyor. Yaşadıkları, yaşadıklarımız buna elverdirmiyor. Ben artık o hatıraları zihnimde tekrar tekrar yaşamak istemiyorum, Büyük odada ki yemek masaının en ucuna mektubumu bıraktım, odama sessiz ve sakin adımlarla yürüdüm ve dört duvarla başbaşa kaldım. Bu odada geçen otuzbeş sene mi gözden geçirdim. Kırca’sız üç seneyi gözden geçirdim onu da yazamadım ya yazmayı çok istedim. Kırca’yı anlatmayacaktı diye belki istemedim yazmayı. Son bir şiir yazdım Kırca için ;
Kıydılar bize be arkadaş, gençliğimize kıydılar hem de acımadan
Ittıla şansı bile vermediler hayatın gizemlerini, güzelliklerini
Rahat uyuyor uykusunda dünyanın kalan tüm eşraf-ı mahlukatı
Can alıcı bir yerden vuruyor karanlık odama dışardan sokak lambasında ki sarı ışık
Ağlıyorum, ağlıyorum ya senin yanına geldiğim için sevindiğimden
Şiiri yazdım. Baretta’ya mermiyi sürdüm. Alnımın sağ yanağına dayadım. Tetiği çekmeden bir şehadet getirdim. On saniye içimden nefes alarak saydım. Sağ işaret parmağım tutağa istemli ve istemsiz arasında kalarak gidiyordu. En son duyduğum ise kurşunun namludan çıkış sesini dünya üzerinde son kez olaraktan kulaklarımın şahit olduğu o boğucu yıpratıcı sesti. Ölümü annem baba akşam işten gelince bulmuşlardı. Yazdığım vasiyet mektubunda ise benim hikayemi kimseye yazdırmayın olmuştu.
Ahmet Yoldaş İzmir 01/11/2024
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.