- 84 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
MEFTUNUYUZ ÂTİNİN
Kim ki bir bahar özlemiyle beklemesin yarın doğacak şafağı ve kimmiş ki umuda yürünen yollardaki çukura, dikene, yokuşa takılsın da vazgeçsin yürümekten. Esenliğin kapılarının aralanacağı ve en güzel hazların demleneceği günler için hangimiz büyük bedeller ödemeyi göze almayız? Bu tekil düşünüşü milletler için genelleştirdiğimizde ortaya çıkan gerçeklik hayalleri oldukça zorlayan manzaraların da doğuşunu barındırma mı özünde?
Her ne olursa olsun ne güzeldir ümitvar olmak, olabilmek ve o ümidin peşinden doğacak her şafağın yankılandıracağı o asude hayatın nimetlerinin vereceği hissiyat için büyük bedelleri ödemeyi göze alabilmek. Belki de bu düşünüş, hissiyat ve ondan ivmesini alan kültürümüz; cihanı sarsan onca savaşa, arzı yerle bir eden âfetlere, kıtlıklara rağmen bu ümidini ve daha büyük kadrajdan da bu asırlardır bağrında sakladığı büyük ülküsünü asla yitirmediğinden, benliğinin derinliklerinden aldığı ilhamla da bugüne de doludizgin gelebilme başarısını göstermiştir.
Yukarıda dile getirilen ve pek çok medeniyeti şu ya da bu şekilde test eden dünya sınavı, medeniyetlerden birçoğunu da tarihin tozlu rafları arasına ibretlik şekilde hapsepmiş, esameleri okunmaz hale de getirmiştir. Pek az medeniyet bu müşkül ve adeta mahşeri zorluklara özgü sınavlardan muzaffer çıkabilmiştir. Mayasında ortaklığı barındırması gereken; dili, tarihsel birikimi, geleceğe dair beklentileri ve yeri geldiğinde de ; ailesinden, kentinden, canından da vazgeçebilmeyi gerektiren bu asil duruş, kendinden sonrakiler için yepyeni şafaklarla bir hayatı bahşetmiştir. Ödün verilmesi gereken yerde tereddüte mahal bırakmayan bu asalet, pek az milletin fertlerine mahsus bir asalettir. Kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına milletimizin her bir ferdinin hayatı tehdit eden, akışını sekteye uğratan, üstesinden çoğu milletin gelemeyeceği zorluklarda nasıl da bir araya gelerek güç birliği oluşturduğunu defalarca gördük, göreceğimize de kuşkumuz yoktur.
Konunun tam da bu kısmında çok manidar bir örneği vermeden olmaz diyerek, kısa bir anekdotu da paylaşmak gerekir kanımca. Neredeyse iki yüz seksen bin kilometrekarede büyük yıkıma neden olan, on bir kentin büyük depreminin acılarının sarılmaya çalışıldığı o günlerde, kabından taşmışçasına ortaya konulan insan üstü gayretleri hiç birimiz unutmadık. Yabancı basında da yankılanan ve yardım konvoylarının âfetzedelere insanüstü gayretle gidişatından etkilenerek kaleme alınan “Türkler çıldırmış olmalı.” anlamlarındaki başlıklar, her zorda nasıl da bir araya gelme muvaffakiyetini gösterebildiğimizi bir kez daha ortaya koymamış mıdır? Kırıkkale`de bir lisenin müdürü ve aynı zamanda meslekdaşım olan eğitimcinin hayretle dile getirdiği, değerlerde bir erozyona uğrayan gençlikten dem vurulan bu günlere ilişkin gözlem, işlerin öyle olmadığını göstermesi bakımından da not alınması gereken bir husustur. Giyim ve kuşamları, davranış ve alışkanlıklarıyla pek tasvip etmediğimiz bu jenerasyonun, yardımlaşma kolilerinin âfetzedelere ulaşmasında gösterdiği ve yaşça da ileri çoğu kesimi hayretlere düşüren gayretleri, onurlu duruşları ve biz anlayışının yankılanışındaki yüreklere su serpen fedakârlıkları, bizlere bu güne dair görünenin ötesinde mayadaki ruhun yerli yerinde durduğunu, asla da yitmeyeceğini ispatlamıştır. “Doğrusu bu gençlikten böylesi bir vefayı, fedakârlığı, işbirliği ruhunun gerektirdiği gayreti beklemezdim.” cümlelerini dile getiren meslekdaşımla, binlerce yıldır nesilden nesile gelen asil kanın, onu zorluklarda motive ederek güç birliğine çağıran motivasyonun mayasının canlı şahidi olmanın da gururunu yaşamıştık. Büyük millet olabilmek tam da bu değil midir?
Güne imzasını atmış, elinde kanlı kırbacı, cebindeyse onca parası ve kendine uşaklık edenlerin de verdiği cesaretle asırladır dünyaya o güzelim hayatı darlayan, sömüren, onu taşınmaz bir yük haline, çileye eviren güya Batı medeniyeti, insanlık adına bir damlalık değer katmak bir yana, kalan son zerresini de gözünü dikerek, tüketmiştir insanlığı. Onların duygu dünyası körelmiş, kirli paralarının gücünde yaşamakta oldukları o yüksek sosyetik hayatlarının bedellerinin ne olduğu hususları da umurlarına da gelmemiş, gelmeyecektir de anlaşılan. Bir insanın hayatına onca değeri atfeden doğu mirasının ortaya koyduğu ve esastan da “hümanistik” bu duygu, düşünüş ve işlenişin Batı`ya gölgesi dahi kısmet olmamıştır ne yazık.
Biri sömürü, diğeri ise fetih anlayışından demlenen bu iki zıt medeniyet, yüzyıllardır şiddetli bir savaşımın içindedir. Çok kere bu medeniyetin ön bariz temsilcisi aziz milletimizi türlü hile ve baskılarla soldurmaya ve hatta yeryüzünden silmeye dek uzanan çabaları da başarısız olmuş, üstelik ciddi bir farkındalıkla da şu yaşanan günümüzde tüm gerçekler tereddüte yer bırakmayacak derecede de ortaya çıkmıştır. Bundan sonrası, safların belirlenmesi meselesidir. Milletimizin safı binlerce yıldan beri bellidir. Üstelik, dünün uykulu ve mahmur gözleriyle dünyanın gidişatına bakmayan devlet anlayışımız, kendisine ta ötelerden biçilen rolün gereği olan büyük çabaların da bizzat içerindedir. Elbette bu büyük dava için bazı bedeller ödenmiş, ödenecektir de. Kimse, her yönden bir özgürlüğün bedava olduğunu iddia edemez. Onun bedeli, yeryüzünün en ağır bedelidir ve gözyaşını, teri, yerinde de kanı dökmeye cesareti olmayanlarla elde edilemez de bir kazanımdır hürriyet.
Secde ettiği Rab`bin dışında kimseye biat etmeyen mağrur duruşuyla, milletimiz geleceğin dünyasının dizaynında öylesine büyük roller oynayacaktır ki, kalemleri uc uca eklesek bu hakikatı izaha kâfi gelemez.
İçimizdeki ayrışmalardan arınma, birbirimize karşı dayanışma içinde olma ruhunu öne çıkarma, düşmana korku, dosta da güven veren duruşun ivedilikle hayat bulması, kısır çekişmelerin de bir an önce gündemden düşmesidir dileğimiz. Sapasağlam bir vücut halinde neleri başardığımız asla unutmamamız gereken tarihsel gidişatımızın ivmesini halen bağrımızda taşıyoruz. İçteki bu büyük potansiyeli harekete geçirecek farkındalıklara ihtiyacımız var sadece. Bilhassa da yeni jenerasyonumuzun geçmişin ayak izlerinden adeta savrulmuşluk halindeki bu drama kendini vatanperver gören; birikimli, günü ve geleceği okurken de geçmişini doğru tahlil etmiş her bir ferdimizin üzerimizdeki bizi adeta bizden eden tozu dumanı atması gerekiyor. Bu, yarınlara uzanış için bir keyfiyet değil, mecburiyettir, geçmişin öğretilerine, emeklerine vefanın gereğidir.
Birlik ve dirlik dediğimiz, halka halka da toplumun diğer katmanlarına yansıyan ve millet düsturunda da dünya arenasında bizi dimdik bir arada tutan şeyler asırlar üstü bir var oluşu sağlayabilmişse, bu içeriğin iyice anlaşılması, anlatılması ve nesilden nesile de sindirilmesi gerekir elbette. Vatanı sadece kuru bir toprak parçası, ormanı birkaç ağaç silsilesi, üç bir yanımızı çevreleyen mavilikleri de sadece tuzlu su hazinesi olarak göremeyiz. Kendi menfaatlerinin üzerinde daha büyük menfaatlerin olduğu hissiyatını taşıyan insanların çokluğu nispetinde, millet olma davamız ve onunla taşıdığımız kadim medeniyet değerlerimiz asla solmayacaktır. Bir bakıma bu konjonktür, büyük davaların yükünü de omuzlara yükleyen, biz ve bizim dışımızdaki dünyanın gidişâtına yön vermede öncelikle de söz sahibi olmamızı dikte kılan bu durum, bizleri tarih boyunca saygınlıkla anılan millet yapmıştır. “Türk beklenilendir.” Cümlesi üzerinde ciddiyetle düşünmek, Türk`e atfedilen ne büyük vasıfların olduğunun bilincinde olmak durumundayız.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.