- 96 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Tepedelen Ali Efe
TEPEDELEN ALİ EFE
Kızkardeşimin öğretmenlik yaptığı köye gitmiştim. Kahvede köylülerle konuşmayabaşladım. Çevre hakkında birkaç soru sorduktan sonra, “Köyünüzün adını duyuranünlü bir kişi var mı?” diye sordum. Acı bir gülüşle “Ünlü kişinin buralarda neişi var? Onların hepsi şehirde yaşar. Burada okuyanlar bile, müdür amir gibibüyük bir şey olunca hemen kapağı oraya attılar ve bir daha semtimize bileuğramadılar” diye içlerini çektiler.
Köşedekikır bıyıklı biri, “Ne işleri böyle yerlerde?” diye başını salladı.
Yanındakisaçı dökük, beli bükük yaşlı adam, “Bundan on yıl önce köyümüzün adı duyuldu”diye lafa karıştı, “Ne oldu da duyuldu adınız?” diye yanına sokuldum.
“Birköylümüz iki kişiyi yaraladı, iki kişiyi de vurdu. Günlerce yakalanmadı. Gazeteler‘Sinekli köyü canavarı’ diye resimlerini bastılar...”
Gülmemekiçin kendimi zor tuttum, “Demek adınız böyle duyuldu ha?”
O sıradakahvenin önünden yaşlıca biri geçiyordu. El edip çağırdılar, “Koreli! Nereyegidiyorsun böyle?Bak bu arkadaş köyün ünlü kişisini soruyor. Sen bir zamanlarünlü değil miydin? Gel de anlat nasıl ünlü olduğunu, ne yaptığını” diyebağırdılar.
Korelidedikleri adam, “Gidin işinize be!Dalga geçmeyin!” diye cevap verdi. Gitmeyedavrandı.
“Koreli”dedikleri kişiye baktım. Tipi, konuşması hiç de Korelilere benzemiyordu. Acababir Türk kızıyla evlenip köye yerleşmiş, daha sonra da Türkleşmiş miydi?
“Arkadaşaniye Koreli diyorsunuz? Kore ile ne ilgisi var?” diye sordum.
“Kore’yegitmiştir de ondan böyle diyoruz. Asıl adı unutuldu.”
“Orayaçalışmaya mı gitti?”
“Hayır,çarpışmaya gitti.”
“Çarpışmamı, ne çarpışmasıymış bu?”
“Seninyaşın küçük, pek bilmezsin. Bir zamanlar hükümet Amerika’ya yaranmak içinKore’ye asker gönderdi. Bu da onlardandır.”
Adamıyanıma çağırdım, “Gelin de anlatın biraz. Orada neler yaptınız, nasılçarpıştınız? Yaralandınız mı, başınızdan neler geçti?”
Koreli,“Çok merak ediyorsan gel eve gidelim de orada konuşalım. Burada rahat edemeyiz”diye el etti.
“Tamam”diyerek yanına gittim. Birlikte yürümeyebaşladık.
Yolda,“Seni ayağıma çağırdım, kusura bakma, dedi. Kahvede birkaç zevzek var. İkidebirde lafa karışırlar, muhabbetimize limon sıkarlar. Hem evde benden daha ünlübiri, babam var. Biraz da ondan çağırdım seni evimize.”
Bir süresonra evlerine gelmiştik. Koreli beni bir koltukta oturan çok yaşlı bir adamlatanıştırdı. “Ben Kore’ye gittim ama orada pek çarpışmadım” diye söze başladı.“Gittiğimde savaş bitmişti. Bizi savaş meydanlarında, orada buradadolaştırdılar, sonra da geri gönderdiler. Ama bunu bilmeyen ahali bizi kahramangibi karşıladı. Evimize kadar omuzlar üstünde getirildik. ‘Yahu ben bir şeyyapmadım’ diyecek oldum. Muhtar ağzımı kapadı. ‘Bunlara kahraman lazım. Bırak,senin sayende övünsünler, bizim de bir kahramanımız var diye sevinsinler’ dedi.Ben de sesimi çıkarmadım.”
“Şu işebak” diye dudak büktüm. Babasının ünü hakkında bilgi istedim.
“Babam eskiefelerdendir” diyerek çok yaşlı adamın kulağına eğildi, “Anlat bakalım Ali Efe,arkadaş senin nasıl efe olduğunu, neler yaptığını merak ediyor” diye bağırdı.
Adamsevinçle yüzüme baktı, sanki daha önceden bu konunun sorulmasını bekliyormuşgibi, “Anlatırım tabii” diyerek genzini temizledi, söze başladı:
“Yunanlıköyümüze geldiği zaman daha önceden fişlediği, başına iş açabilecek benim gibikişileri topladı, ıssız bir yere götürdü, ellerimize birer kürek verdi, ‘Kazınbakalım’ dedi. Hepimizde şafak attı. Birbirimizin yüzüne dudak bükerek baktık.Yanımda duran Rafet, ‘Daha anlayamadınız mı? Bunlar bizi öldürüp gömecekler,mezarımızı da bize kazdırıyorlar! Diye fısıldadı. Bir Yunan askeri dipçiğiyleRafet’i dürttü, ‘Çeneni tut da işine bak!’ diye bağırdı. Toprağı kazmayabaşladık. Topçuların Fevzi dayanamadı, korkuyla ‘Burayı niye ka...kazıyoruz?’diye kekeledi. Bir Yunan askeri, ‘Tohum ekeceğiz’ dedi. Hepsi de güldü. Fevzi‘Ne tohumu?’ diye sormaz mı! ‘Ne tohumu olacak? Türk tohumu’ diye kahkahaattılar. Rafet kulağıma eğildi, ‘Tam gevşemişlerken fırsatı kaçırmayalım,kaçmaya çalışalım. Nasıl olsa öyle de öleceğiz böyle de. Hiç olmazsa kurtuluşumudumuz olur’ diyerek askerlerin yüzlerine toprak attı, ben de küreğimisavurup koşmaya başladım. Askerler kısa bir şaşkınlık geçirip gözlerine kaçantoprakları temizlediler, tüfeklerini ateşlediler. Kurşunlar sağımızdansolumuzdan vızır vızır geçiyordu. Arkama bakmadan koşmaya devam ettim. Ne kadarkoştuğumu bilmiyorum. Nefes nefese kalmıştım. Bir süre daha koştuktan sonrayoruldum, kendimi bir mısır tarlasına atıverdim. Arkamdan gelen yoktu. Rafet’ide göremeyince, vuruldu mu, yoksa başka bir tarafa mı gitti, diye düşündüm.İnşallah vurulmamıştır, diye dua ederek tekrar koştum. Geri dönüp bakmayakalksam yakalanabilirdim. Oradan iyice uzaklaşmıştım ama bununla yetinmedim.Gündüz uyuyup gece yürüyerek iki gün daha yürüdükten sonra pes ettim. Hayvandamı gibi bir yer görünce hemen içine girdim, samanların arasına saklanıpyattım. Görünmemek için üstümü samanlarla örttüm. Dalmışım. Aradan kaç saatgeçti bilmiyorum, bir çığlıkla uyandım. Samanların arasından ne var, ne oluyordiye şöyle bir baktım. Izbandut gibi bir herif, 14- 15 yaşlarındaki bir kızınüstüne abanmış, ona tecavüz etmek istiyor, kız ise yaralı bir kuş gibiçırpınıyordu. Kız yalvardıkça herif kahkahalarla gülüyor, onun ağlamasınaaldırmıyordu. Bu canavarlığa daha fazla dayanamadım, ne olursa olsun diyerekyavaşça ayağa kalktım, orada bulduğum iri bir taşı herifin kafasına bütüngücümle indiriverdim.”
Yaşlı adamburada durdu, derin bir nefes aldı, yüzündeki terleri sildi, yutkundu, birbardak su içti. O anın heyecanını yaşadığı belliydi. Taşı nasıl vurduğunuelleriyle de anlatmaya çalışıyor, kafasını sallıyordu.
“Sonra neoldu?” der gibi yüzüne baktım. “İsterseniz devam etmeyelim” diye elini tuttum.İtiraz etti, “Hayır, anlatacağım” diye bağırdı. “Bir dahaki gelişinde beni buradabulamayabilirsin. Zaten bir ayağım çukurda. Gerisini merak etmiyor musun?”
“Ediyorumtabii ama sizi yormak istemiyorum” dedim.
“Yorulmakmı, ne yorulması? Eski toprağız biz! Hem az kaldı.”
“Sizidinliyorum öyleyse.”
Yaşlı adamöksürdü, sonra konuşmasına devam etti:
“Adamkıpırdayamadı bile. Kafası yarımlı, taş beynine gömülmüştü. Kız sevinçleboynuma sarılıyor, ellerimi öpüyordu. Tam o sırada herifin adamları içeriyedoluştular, onun öldüğünü görünce, bunu sen mi yaptın der gibi yüzüme baktılar.İçimden bir eyvah çektim. Şimdi yandım işte, diye düşündüm. Bu adamlar beni sağbırakmazlar. Ama o da ne? Adamlar ellerime sarıldılar, ‘Bunu yapmayı çoktandırdüşünüyorduk, korkudan yanına yaklaşamıyorduk. Aferin sana! Herkes yakasilkiyordu kendisinden. Efe geçinirdi ya, çalı kakıcının biriydi. Irza, namusa,cana, mala kıymaktan zevk alırdı” diye konuştular.
‘Bundansonra efemiz sensin’ diyerek eşkiyanın silahını bana verdiler. O günden sonraadım Tepedelen Ali Efe oldu. O herifin pis kanından başka kimsenin kanınıdökmedim. Yalnız, o herifi hakladığım kanlı taşı yanımda gezdiriyor, zalimlikedenlere göstererek, ‘Bununla o eşkıya gibi kafanızı ezerim ha!’ diyerek yolagetiriyordum hepsini.
Bir süresonra dağdaki efelere Yunanlıyla savaşmak için çağrı geldi. Bu çağrıya hemenuydum, birçok cephede kurşun attım. Kurtuluş sonrasında yüzümün akıyla köyegeri döndüm.”
Yaşlı adamsözlerini burada bitirdi. Kurtuluş savaşında yaptıklarıyla ilgili bir şeysöylemedi. Alçakgönüllülükle başını öne eğdi, “Her Türk gibi vazifemi yaptımsadece. Anlatmaya değmez” diye konuştu. “Arkadaşınız Rafet hakkında bilgialabildiniz mi, kaçabilmiş mi?” diye sordum. Üzüntüyle içini çekti başınısalladı,
“Ne yazıkki kaçarken vurulmuş. Sağ kalsaydı benden daha çok hizmet edebilirdi vatana, millete.Ben onun sayesinde ayakta kaldım, yoksa ölüp gidecektim diğerleri gibi. Asılkahraman ben değil odur” dedi.
Oradanayrılırken yolda gençlerin öbek öbek toplandıklarını gördüm. Kimisi bir popsanatçısını dinliyor, kimisi de televizyondan topçuların maçını seyrediyordu...
Eski çamlarbardak bile olamamış, meydan popçularla topçulara kalmıştı.
Şimdikikahramanlar onlardı artık!
ERHAN TIĞLI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.