- 331 Okunma
- 5 Yorum
- 16 Beğeni
Münzevi
Yalnızlık, insanın kendi kaderine tanrı olduğu yerdir; orada ne kurtuluş vardır ne de kaçış, sadece sonsuz bir bekleyiş.
uzaklığın içinde kaybolan bir ben, âşıkların diyarından kopup gelen, göklerde pervane dönen yalnız bir adamdır. ne yeryüzü bağrına basar, ne de semâ yumuşaklığını sunar ona. o vakit ki, tanrı katında zamanın büküldüğü, insana, söze, şiire mesafeler düştüğü andır. şiirler dahi boyun eğer, kelimeler imkânlarla baş edemez; çünkü imkânsızlıklar kervanında yalnız bir can, her kelamdan sıyrılmış, her dilden arınmıştır. o ki, nehirlerin sonsuz akışında bile bir damlacık olarak kaybolur, aşkın derin vadilerinde yitik bir seda olur.
yağmurun odama taşıdığı karga yavrularını seyrederken, aklımda zamane dervişlerinin çilesini çekerim. sanki yüzümde annemin üşüyen yanaklarının rüzgârı var. bu ne garip bir hal, bir adamın gözyaşı dökmesi, tıpkı gökten toprağa düşen rahmet gibi. dolmak ve yanmak, münzevîlere has bir kaderdir; bahar kardelenlerle buluşurken, zemherinin sert nefesiyle yüzleşir. kalbimden geçen bu türküler, dağların zirvelerinde yankı bulur, ama yankı bile boğuktur; çünkü her aşk bir zemheride ölür.
özür dilerim ey gönül, çünkü aşk, sabah ezanında uyanan bir hicrandır; her pusu, bir kerbela; her yangın, bir madımak. nereye adım atsan, tanrı bizimle, leyla gönlümüzdeyken, bilekler hep derin yaralara gebe. çünkü inandım, iman ettim ki her şey bir hayal, bir oyun. ateş yalnızca dokunanı yakar ve gökyüzü, bir kez daha sakallı erlerin dualarıyla dolup taşar. peki ya kan kınında durmalı mı? yoksa bu sonsuz döngüde her şey, şeytanın tanrıya ihbar ettiği bir oyunun tuzağı mıdır?
benimle başlayan her şey, benimle bitti. aşk dahi kış rüzgarlarına yenik düştü. dudaklarımda yarım kalmış bir tebessüm, ölümle cilveleşen, iç içe geçmiş bir haz. zavallıdır meydan şiirlerim, zavallıdır artık her dize; her satır, yeni bir sona açılır. toprağın yüzüne hüküm okunduğunda, tüm sevdalar ölüme yenik düşer. çünkü aşk, her satırında yalnızlığa yenilir; her cümle başka bir sonu getirir.
herkes bekler bir cibril’i. ama cibril gelmez; çünkü beklenen her şey, bekleyenin kalbindeki kanayan güllerle saklanmıştır. sokaklar, meydanlar, her köşe başı acıya bulanmıştır. ölüm ise, yalnızca bir bulutun ardına saklanmış bir tebessümdür. ne fotoğraflar ne de hatıralar geri getirir o kaybolan geçmişi. herkes bir anlığına kaybolur bulutlarda, herkes bir anlığına sessizlikte erir.
şimdi, şairlerin kalemlerinde yankı bulan o sahnede, herkes kendi şiirini yaşar. ama ne bir şiir tamdır, ne bir kelime gerçektir; tanrılar bile bu karmaşanın ortasında yolunu şaşırmış. gökyüzüne tırmanan müezzinler, sabahları atm önlerinde bekleyen dualara karışır. sesler artık yankı bulmaz; çünkü herkes yalanın sahte gölgeleri arasında kaybolmuş.
oysa aşk, her şeyin ötesinde, bir yalnızlıktır. aşk, insanın kendi içinde kaybolduğu bir yoldur. bu yolda her kavuşma, bir ayrılığın habercisidir. her buluşma, bir yitimi doğurur. sen git, ey çocuk, çünkü benim sessizliğim ne korkudur ne de kahr. çünkü ben, senin cahilinim. ve bu şehir, her şeyden önce, ayrılığı içinde saklayan, sevdaların eşiğinde filizlenen bir kaderdir.
işte böyle, her kelime bir son, her aşk bir masaldır.
YORUMLAR
Can hocam bu mükemmel yazınız esas itibariyle felsefi yorumları da gerektiren bir yazı olmuş. Çok akıcıydı ve ironilerle örneklenmiş. Aşkı özne yapıp, onun da sonunun olduğu vurgulanmış ki bunun üzerinden sonsuz kainatın esasında bir döngü olduğu ve başlangıçların bir sonunun, her sonun da bir başlangıca gebe olduğu vurgulanmış; en azından ben böyle algıladım. Beklenen Cibril'in yürekte olduğu bildirilmiş ki buna aynen katılıyorum. Hayat sandığımız şeyi bazen ben de bir yanılsama olarak algılıyorum. Acaba, hayat gerçek mi yoksa bir yanılsama mı. Bu konuda yazılar yazılıyor ve hayatın bir yanılsama olduğu tezleri ortaya konuluyor. Ama ben yanılsama olarak görsem de hayatın bir gerçek oluğuna inanıyorum. Değerli yazınızı kutluyorum yürekten.
CaNMaYBuL
aşkı özne yapmak, insanın varoluşunu sorgulatan en temel adım. her şeyin başladığı, yandığı ve söndüğü yer, belki de aşk. zamanla eriyen aşk, her sonun bir başlangıca dönüştüğü o döngüyü hatırlatıyor. cibril mi yürekte? belki de yürek, zaten o habercidir; bize görünmeyeni fısıldayan bir elçi.
hayat yanılsama mı gerçek mi? belki de her ikisi. rüya gibi; hissettiğimiz her şey gerçekse, yanılsama ne kadar gerçek dışı olabilir? yolculuk dediğimiz, gerçeğin ve yanılsamanın arasında, ince bir iplik. siz de o iplikte yürüyorsunuz üstat…
selam ve sevgiler
Anlamlıydı.Kaçış yok kaderden ister Tanrı yazsın, ister insan çabalasın kaderi çiziktirmek için.Herkesin ateşi ferdi..Ateşi elden ele verdi ,o yüzden alevler toplumu sardı.Tek düşünen insan vardı o da kılı kırk yardı.Oysa hayat kısa attığı altı kenarlı bir zardı.Nasip dedi,kısmet dedi var gücüyle sardı.Topladı, çıkarttı, çarptı ,böldü tekrar kardı.Sonuç anlayabildiği kadardı.Münzevi olmak sosyalliği aşar.İnsan yalnız da olsa çoğul yaşar.
Kaleminiz daim olsun.Sağlıcakla.Saygıyla.
CaNMaYBuL
kader, kimsenin avuçlarında mühürlenmemiş bir sır; ne tanrı’nın kalemiyle ne de insanın çabasıyla bükülür. herkesin ateşi, elinde tuttuğu bir sır gibi parıldar; bazen yanan, bazen de yanmaya korkan. alevler topluma dokundu, çünkü her el, bir diğerine titrek parmaklarla devretti o ateşi. fakat tek bir düşünce, kılı kırk yarmak yerine hayallerin kıvrımlarında dolaşan bir yolculuktu. hayat dediğin, bir zarın altı köşesine sıkışmayacak kadar tuhaftır, o altı köşe yalnızca görünen, oysa görünmeyenin sonsuz kenarı var.
nasip mi? kısmet mi? belki de çabanın meyvesi yalnızca bir yanılsama; topladın, çıkardın, çarptın, böldün, ama netice? sadece bildiğin kadar… bildiklerin mi az, yoksa dünyanın sırrı mı fazla? münzevilik? sosyal olmayı aşmak mı? belki de insan, kalabalığın ortasında bile tek başına kalır, kendi yankısı içinde boğulur.
kalem kalemdir, ancak bazen mürekkep değil, sessizliğin kendisidir asıl sizin kaleminiz daim olsun.
sevgiler
Kalabalığın arasında kaybolmaktansa yalnız kalmak çok daha iyi bence. O hengamede kendimize bile yabancılaşabiliyor, ne hissettiğimizi, ne düşündüğünüzü bile bilemez hale gelebiliyoruz çünkü. Başkalarının bize dayattıklarına teslim oluyoruz farkında olmasak da…
O yüzden şartlar gereği o kalabalığa karışmamız gerekse de o kalabalıkta kendimize bir alan açmayı, orada kendimiz kalabilmeyi becermeliyiz bir şekilde. Yoksa o herkesten biri olur, onların kör olduğu şeyleri biz de göremez oluruz.
Zaten tüm bu sorunların çoğu da bu körlükten, sağırlıktan kaynaklanmıyor mu? Kalplerinin sesini duyamaz oldukları için o vicdansızlıkları yapmıyor mu o karanlık insanlar?
Velhasıl kendimizle baş başa kaldığımız o özerk bölgeyi hep var edebilmeliyiz bir şekilde. Vicdanımızın sesini duyabilmek için yalnız kalmayı göze alabilmeliyiz yani. Belki yanlış düşünüyorumdur ama nacizane fikrim bu.
Her zamanki gibi yine çok güzel bir yazıydı… Gönlünüze sağlık…
CaNMaYBuL
kalabalıklar, insanı yutan dipsiz bir kuyu misali… içine çekildikçe insan, kendini kaybeder. ne düşünceleri kalır ona ait, ne hisleri. farkında olmadan başkalarının hayaletlerine bürünür, onların bakışlarının gölgesinde silinir gider. oysa kalabalıkta kaybolmamak, insanın en büyük mücadelesidir. herkesin sustuğu bir yerde kendi sesini koruyabilmek, ne zor iştir!
yalnızlık ise bazen bir sığınaktır, kimine ağır gelen. ama insan, işte o derin sessizlikte kendine ulaşır. kalbin fısıldadığı o hakikati yalnızca orada işitebilir. kalabalıkta vicdanlar körleşir, duygular toprağa gömülür. ama yalnızlık, insanın ruhunu özgür bırakır.
yanılıyor olabilirim ama bana kalırsa, gerçek özgürlüğün yolu o yalnızlığın derinliklerinden geçer. kalabalığın gürültüsü sustuğunda, insan asıl kendini bulur.
sevgiler sevgiler
Ne candır ne canandır, candan öte ruhtan
âzade yenilmek yeniden dirilmektir aşk.
Saygılar.
CaNMaYBuL
yenilmek, insanı derinliklerinde yeni bir nefesle buluşturur. aşk, bir kez kırıldığında yeniden yeşeren o ilk filiz gibidir; ne sonu vardır ne de başı. yol boyunca dağılır, büyür, yeniden doğar.
saygılar.
okyanustan göz kırpan bir icebergtir kederim
yalnızlıklar içinde kaybolmakmış kaderim
CaNMaYBuL
kalabalıktan kaçmak, sessiz bir köşeye çekilmekle huzura ereceğini sanan ruh, aslında en büyük savaşı kendi içinde vermekte. dünyanın gürültüsünden uzaklaşmak, sadece bir perde çekmekten ibarettir; ama o perdenin ardında kalansa, içimizde biriken koca bir fırtına. insan, yerini değiştirmekle kurtulmaz kendi zincirlerinden. çünkü asıl tutsaklık, zihnin ve ruhun köhnemiş köşelerinde saklıdır. ne saray ne pazar, insanın içindeki o kördüğümü çözecek güce sahiptir.
dünyadan el çekmek, onun biçimini değiştirmekten ibaretse, o zaman kaçış da bir yanılsamadır. tıpkı rüzgârdan kaçmaya çalışan bir gemi gibi; yön değiştirse de fırtına hep aynı yerde onu bekler. asıl mesele, rüzgâra karşı değil, kendi yelkenlerini yeniden dikmektir. çünkü yer değiştirmek yalnızca toprağı kaydırır, ama ruhun ağırlığını hafifletmez.
bu yüzden, insan en çok kendi içindeki kalabalığı dağıtmalı. gerçek huzur, dış dünyanın sesini kesmekle değil, iç dünyamızdaki yankıları susturmakla gelir. yoksa her kaçış, yeni bir sıkıntının habercisidir.
sevgiler sevgiler 🙏🙏🙏