- 146 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ŞÜPHECİLİĞİN YİTİMİ VE TUTULMUŞ ZİHİ SENDROMU
Bir insana yapacağınız en büyük kötülük onu bir robota çevirip kendinden uzaklaştırmak veya kendinize benzetmeye çalışmaktır.
Yetenekleri keşfedilmemiş insan, henüz keşfedilmemiş insanıdır.
Öyle acımasız denklemler kuruyoruz ki kafamızda: Her insanın kurduğumuz bu denklemlere göre şekillenmesini istiyoruz.
Ancak şunu da gözden kaçıyoruz ki; her insan kendi şartlarına, kendi doğal yaşam ortamına göre şekil alır.
Afrika’da yaşayan bir insanla Norveç de yaşayan bir insanın ten renklerinin ve dokularının aynı olmayışı gibi doğal ve kabul edilir bir hak olmalıdır bu farklılık.
Çünkü her canlının birincil sorumluluğu hayatta kalmayı başarmaktır!
Kiminin uzun pençeleri vardır.
Kiminin keskin bakışları.
Kimi buzullarda yaşamaya tasarlanmıştır.
Kimi kızgın güneşler altıda.
...
Her bir ferdin aynı zamanda kendi kültürüne göre şekillenmiş bir ahlak anlayışı da vardır.
Eğer kendi ahlâk anlayışımızı, kendi inançlarımızı (doğmalarımızı) ısrarla diğerlerine dayatmaya çalışırsak bu ancak kitlesel çatışma ve nefret duygusu yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Çünkü her bir insan özel olmasa da ’kendine özgüdür’.
Bugün insanlığın her anlamda, üzerine tek bir an bile düşünmeden ’öğretilmiş’ her bilgiyi ’mutlak doğru’ olarak kabul etmesi ve diğer tüm ’ihtimalleri’ bir ’komplo teorisi’ olarak algılaması insanlığı yönetmek isteyen belirli bir azınlığın gerek sözsel, gerek işitsel bilinç ve bilinçaltına hızlıca bir virüs gibi yaydığı subliminal mesajlar ile mümkün olmuştur.
Düşünmek yetisini ortadan kaldıran ’hazırcılığa’ alıştırmak, güçsüzlük-yetersizlik ve öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi yaratan her tür psikolojik manipülasyonlar insanı içinde bulunduğu bu noktaya getirmiştir.
Oysa insanların özgürleşmesi öncelikle zihinlerin özgürleşmesi ile mümkündür.
Özgürlük ise öncelikle Descartes’ın da savunduğu gibi ’yöntemli şüphecilik’ ("Düşünüyorum öyleyse varım.") ve üzerine yoğunlaşarak neden-sorgu- gözlem- karar- hayata geçirme=sonucunu deneyimleme ile mümkün olacaktır.
Yani insanın şüphecilikten bilinçli uzaklaştırılması yine o aynı kaosun ve tek tip insan modeli ’üretmeye’ çalışmak istemesinin sonucudur.
Geniş kitlelerin hiç sorgulamadan hemen her şeye ikna olması, yani ’şüphecilik temelinden’ uzaklaştırılması bir takım kitlelerinin kullanımına hazır makinalara dönüşmesi aynı zamanda elinden kayıp giden özgürlüğünün de biletidir üstelik...
Elbette şimdilik bunu anlamıyor alsalar da, ilerleyen zamanlarda bunun bedelini çok ağır ödeyecekler ve geleceğin ’tutulmuş akıllarından’, zincirli yaşamlarından birebir sorumlu olacaklardır.
Özlem SABA