- 70 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Nöbet şekeri
Güneş ışıkları, gözlerime keskin bir bıçak gibi vuruyor ; yolun her iki yanından altın tozları serpilmiş gibi, parlak bir ışık gözlerimi kamaştırıyordu. Arabanın güneşliğini yavaşça aşağıya indirirken, yüzümde hafif bir serinlik hissettim. Radyoda çalan tanıdık bir ezgi ruhumu okşuyordu. İstemsizce dudaklarım çalan türküyü mırıldanmaya başlamıştı ki, sağ tarafta yol kenarından bir elin havaya kalktığını fark ettim. Elin sahibi, sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi bana doğru umutla bakıyordu.
Gözüm bir an yolda bekleyen adama kaydı. Ayağımı gazadan çekip iyice yavaşladım. Üzerinde yaşanmış yılların izini taşıyan bir yüz ve yorgunlukla eğilmiş bir adam. Başında hafiften yana kaymış, solmuş bir hacı takkesi vardı.Gri ceketin altındaki çizgili süveter hemen gözüme çarptı.Belli ki çok uzun süredir aynı yolda bekliyordu. İki bacağının arasında, eski ve yıpranmış bir poşet duruyordu. Sağ elinde tuttuğu bastona doğru hafifçe eğilmişti. Adamın yüzünde, o poşetin içinde saklı bir hikaye vardı.Arabaya alıp almama konusunda tereddüte düşmüş olsam da biraz geçtikten sonra durdum ve arabaya buyur ettim.
Hafifçe amcaya doğru döndüğümde, bir an kalbim sıkıştı. Karşımda hayatın tüm ağırlığını yüzüne yansıtmış, geçmişin izlerini taşıyan bir adam vardı. Sol gözü tamamen kapanmış, sanki yıllar önce orada bir pencere varmış da hayatın kasveti o pencereyi sıkıca kapatmış gibiydi. Derin bir yara, sadece gözünü değil, belki de ruhunun bir parçasını da mühürlemişti. Gözüm istemsizce bu görüntüye kilitlenmiş, acının derinliğini hissetmiştim. Biraz ilerleyince havadan sudan konuşmaya başladık. Amca, ben sormadan gözünün neden kör olduğunu ve çektiği çileleri anlatmaya başladı. Yaşlı bir kadının tavsiyesi üzerine 5-6 yaşlarında iken göz ağrısının dinmesi için annesinin gözüne nöbet şekeri koyduğunu anlatıyordu.
Amcanın anlattıkları içime işliyordu. Her kelimesi, yılların birikmiş acısını, pişmanlıklarını yüzüme çarpıyordu. İnsan, böylesine bir hikayeyi nasıl hafife alırdı ki? Gözlerim, istemsizce tekrar yola döndü. İçimde bir ağırlık belirdi. Konuyu değiştirmek istedim ama kelimeler boğazıma düğümlendi. Derin bir nefes alarak, "Amca, çoluk çocuk nasıllar? Ne iş yapıyorlar?" diyebildim sadece. Sanki sorularım, amcanın geçmişinin ağırlığını biraz hafifletecekmiş gibi…
Ben güncel sorular sordukça amca gözünün kör olmasından dolayı yaşadığı sıkıntıları anlatmaya devam ediyordu.
"O sabah uyandığımda gözümün çevresi sanki kaynar su dökülmüş gibi yanmıştı. Harman zamanıydı, işlerin en yoğun zamanı... Babam işler bitene kadar beni doktora götüremedi işler bitince doktora gittik. Doktor babama çok kızdı;" ‘Çocuğun gözü kör olmuş, gözbebeği yanmış, artık iyileşmesi mümkün değil’ deyince dünyam karardı. Askere gidene kadar başka bir tedavi görmedim. Askere gittiğimde atışlarım çok iyiydi. Bir komutanım vardı, bana yapay gözden bahsetmişti. ‘Yapay göz taktıralım sana’ demişti ama komutan tayin olunca o da kaldı. İşte böyle evladım, şimdi 78 yaşındayım. Artık yapay göze ihtiyacım kalmadı."
Gözüm birden amcanın ellerine kaydı. Elleri, yılların yorgunluğunu, emeğin izlerini taşıyordu. Elindeki beyaz poşet ise, sanki zamana karşı direnen bir hatıra gibiydi. Üzerindeki yazılar silinmiş, ortasından kalın bir iple bağlanmıştı. O poşet, sıradan bir eşya değil, amcanın ömründen kalan küçük ama değerli bir parça gibiydi. İçinde ne olduğunu merak ettim, ama sormadan önce içimde bir tedirginlik hissettim.
"Poşetin içinde ne var amca?" diye sordum.
"Tereyağı var evladım," dedi. "Yengen sütlerden tereyağı yaptı, pazarda satmaya götürüyorum. "Tereyağının kilosu kaça gidiyor amca?" diye sordum.
"Gözlerine bakmamak için kendimi zor tutuyor sadece yola bakıyordum. Bana doğru iyice döndü ve ’Tereyağına ihtiyacın varsa bu tereyağını kaçırma derim, sana fiyatını çok indirimli veririm.’ dedi. ’Kaç kilo tereyağı var içinde?’ dedim. ’Dört kilo, kilosunu 120 liradan veririm.’ dedi. ’Tamam, dört kilonun hepsini bana ver o zaman,’ dedim. ’Beni pazara kadar götürme, burada bırak, karşıdan gelen arabaya binerim.’ dedi. Öyle sevindi ki yorgun ve eğik beden birden dikleşti ve koltuğa yaslandı.Önce ’Tamam, bırakayım,’ dedim ama içim el vermedi. Tekrar dönüş yaparak amcayı köyüne kadar götürdüm .Paraları süveterin altındaki gömleğin cebinde koyarken bi hayli zorlandı.Radyonun sesini açıp kaldığım yerden tekrar yoluma giderken aklımda cehalete kurban giden bir gözün hikayesi vardı. Amcanın şu sözü hala kulaklarımda,; "Gözüm kör diye sevdiğim kızı da vermediler ne diyelim kader böyleymiş."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.