- 95 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
OTOBÜS
OTOBÜS
"Şekerin torbasını kaça aldın?" diye sordu yaşlı kadın, hafifçe sol tarafına doğru dönerek arkasındaki kadına. "On bin lira olmuş, anam. Geçen sene dokuz bin liraydı," dedi. Kadının yüzünde beliren hafif bir huzursuzluk ifadesi, artan fiyatlardan duyduğu bıkkınlığı ele veriyordu. Hemen arka koltukta oturanlar da bir yandan eşyalarını düzeltiyor, bir yandan da eve geç kaldıklarından yakınıyorlardı. Otobüs yeni hareket etmişti. Solgun krem rengi ve iki mavi şeridi vardı. Ön kapısı yalnızca içeriden açılıyordu, ön camdaki çatlaklar yukarıdan aşağıya akan bir su yolu gibi dağılıyordu. Koltuklar, yılların yorgunluğundan adeta tahta gibi sertleşmişti. Arka kapıdan bütün yolcular inip biniyordu. Şak diye arka kapının kapanmasıyla muavin, "Abi tamam, gidebilirsin," deyince, bir ara gazıyla yola koyulduk.
Arabanın içi tıklım tıklım doluydu. Yolcu koltuklarının arasındaki boşluklarda şeker çuvalları, patates çuvalları ve soğan çuvalları yığılmış vaziyetteydi. Yolcuların koltuklar arasında ilerlemesi neredeyse imkânsız gibiydi. Eşyaların yoğunluğu, otobüsün içini bir pazar yerini andırır hale getirmişti. Ben ise camdan dağları seyrederek yolculuğuma devam ediyordum. Dışarısı, geniş dağ manzarası ve ufka doğru yayılan sapsarı biçilmiş ekin tarlalarıyla huzur verici görünse de, içerideki karmaşa tam tersiydi. Hemen üstümüzde bulunan raflardan sarkan sebze ve baharatlar, arabanın içinde farklı bir koku yaratıyordu. Havada baharatlı ve toprak kokusunun karışımı vardı, bu da yolculuğa eşlik eden sessiz bir refakatçi gibiydi. Bir türlü yerine yerleşemeyen yolcular, eşyalarını bir arada tutmaya çalışanlar ve poşetlerin ağzını bağlayıp yukarıdaki rafa yerleştirmeye çalışanları hayretle izliyordum. Ayakları bağlanmış arka koltuğun önüne yatırılmış iki de koyun vardı.
Bir ara şoförün yanından kalkan muavin, yavaş yavaş doğrulmaya çalışarak, "Herkes paralarını hazırlasın! Bugünden itibaren yol ücretimiz yirmi lira olmuştur. Bir torba şeker, bir torba patates on lira olarak parası ödenecektir. Buna göre paralarınızı ayarlayın," dedi. Muavinin sesi, içerideki hafif uğultuyu bir anda kesmişti. Annem, yol parası için ayarladığı parayı çıkarırken yüzünde derin bir endişe vardı, hafifçe söylenmeye başladı: "Gelirken onbeş liraydı, şimdi niye yirmi lira oldu? Değer mi yani?" Sesinde, artan fiyatlara duyduğu kızgınlıkla karışık bir çaresizlik vardı. Koltukta oturan yaşlı teyze, lafa girdi: "Anam, bunlar da her geçen gün zam yapıyorlar. Geçen sene bu zaman beş liraya gidiyordum, bugün beş lira daha zam yapmışlar," diye sohbet etmeye başladı. Söylediklerinde, hayatın yükü altında ezilen bir neslin kırgınlığı hissediliyordu.
Hemen ön koltuğumuzda oturan 65-70 yaşlarında, şapkalı, elinde bastonuyla oturan amca, hafifçe arkasına dönerek: "Teker dönüyor ama kayış ne çekiyor, haberiniz var mı?" dedi. Sesi yorgundu, fakat içinde bir bilgelik taşıyordu; yılların ona öğrettiklerini sanki tek bir cümleyle özetlemiş gibiydi. Arkadan yaşlı bir kadın, amcanın sözlerini anlamadan itiraz etti: " Sen ne diyorsun Mustafa Emmi? Şuradan şuraya yirmi lira alıyorlar, ne kayışından, ne tekerinden bahsediyorsun?" Mustafa Emmi, derin bir nefes aldı ve sakin bir tonla cevap verdi: "Kızım, bu adam da ev geçindiriyor. Her gün buraya gelip gidiyor, sizin gibi tarla ekip biçemiyor. Bu adamın da geçim kaynağı bu, evde beş nüfus besliyor, ne yapsın adam, acından mı ölsün?" dedi. Sesinde hafif bir kızgınlık vardı, ama daha çok bu hayatın zorluklarına duyduğu alışılmış bir hüzün.
Muavin, hafif sinirli bir şekilde söze girdi: "Ablacığım, sabahın köründe kapınızdan alıyoruz, bu kadar yükü yüklüyoruz, indirirken de torbanın ucundan bile tutmuyorsunuz. Hem hamallığını yapıp hem taşıyoruz, yirmi lira deyince de kızıyorsunuz. Başka otobüslere binin bakalım, bu çuvalların bir tanesini atabilecek misiniz?" Sözleri sertti, ama gerçekçiydi. Hayat mücadelesi herkesin omuzlarına farklı yükler bindirmişti. "Aman oğlum, başkalarına da bindik, sizden pahalıya götüren yok," dedi bir tanesi, hafifçe geri çekilerek.
Bu tartışmalar sürerken, şoför, dikiz aynasından bakarken göz göze geldik içtiği sigara dumanından bıyıklarının ortası sapsarı olmuştu, şapkasının altından hafiften beyazlamış saçları alnına doğru dökülüyordu birden lafa karıştı: "Komşular, emin olun bu aldığım paralarla bu iş yapılmaz. Ama başka yapacak bir şey olmadığı için mecburen yapıyorum. Mazotun litresi bilmem kaç lira olmuş, onun bakımı, vergisi derken bize de ekmek parası kalmıyor," dedi. Şoförün sesinde de bir yorgunluk vardı; o da bu hayat mücadelesinin bir parçasıydı.
Bir süre sonra muavin, paraları toplaya toplaya geldikten sonra tekrar şoförün yanına geçti ve: "Abi, tam 19 yolcu var, 16 tane çuval, 2 de koyun var," dedi. "Tamam Erhan, sağ ol. Paraları şu kutunun içine koy," diyerek yanındaki tahta sandığı gösterdi. Şoförün hareketlerinde artık mekanikleşmiş bir rutin vardı, bu yolculuk onun için sadece bir gün daha demekti.
Yolculuk devam ediyordu. Bu sırada ani bir savrulmayla şoför arabayı yolda tutmaya çalıştı, aniden frenledi. Otobüsün içinde kısa süreli bir panik dalgası yükseldi, herkes şaşırıp kalmıştı. " Korkacak bir şey yok, lastik patladı galiba," dedi muavin, insanları yatıştırmaya çalışarak. "Herkes aşağıya insin, yavaş yavaş sıyrılsın," diye ekledi. Yaşlı teyze söyleniyordu: "Gözü kör olasıca devlet, bizden vergi almayı biliyor ama yolları hâlâ yapmadı!" Sesinde yılların birikmiş öfkesi vardı. "Cafer, lastik tamiri ne kadar sürer?" diye sordu annem, hafif bir endişeyle. " Abla, siz şuralarda biraz oturun, yarım saate kalmaz bu işi çözerim," dedi. Yolun kenarında beklemeye başladık. Etrafta dalgınca bekleyen insanlar, yoldan geçen birkaç araç ve yolun kenarındaki uçsuz bucaksız ekin tarlaları, sessiz bir sahne oluşturmuştu. Zaman, burada durmuş gibiydi.
Bu sırada yolculardan biri, yandaki alıç ağacını göstererek: "Alıçlar da bayağı olgunlaşmış, gidip biraz toplayalım," dedi. Hep birlikte alıç ağacına doğru yürüdük. Kırmızı kırmızı alıçlar, ağacın dallarından dökülüyordu. Hep beraber orada alıç topladık. Zamanı unutmuş gitmiştik; kısa bir süre için hayatın tüm zorluklarından uzaklaşıp, sadece o anın tadını çıkarıyorduk.
Cafer Amca, "hadi komşular, lastik tamirini bitirdim, gidiyoruz!" diye bağırdı. Şoför, bizi gerçekliğe geri çağırdı. Aceleyle otobüse bindik. Otobüse binince yaşlı amca, yanında bastonuyla geriye dönerek yol parasının çokluğundan yakınan teyzeye: "Ben size demedim mi, teker dönüyor ama kayış ne çekiyor diye? Bak, hiç hesapta olmayan bir lastik masrafı çıktı. Bilip bilmeden konuşuyorsunuz," dedi. Yolculuk kaldığı yerden devam ediyordu, ben ise köye yaklaşmış olmamıza rağmen yolculuğun biraz daha devam etmesini istiyordum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.