Palimpsest
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yüzüne baktım onun. Üzerinde bir keyifsizlik hırkası oturuyordu öylece...
’’Sen bu vaktin çocuğu olmalısın ve adın ’Şimdi’ olmalı,’’ dedim. Hırkasının cebinden bir kağıt çıkarıp bana doğru uzattı.
Aldığım bu kâğıt, parmak uçlarımda titriyor. Üzerindeki yazılar okunur gibi değil. Ne yeni ne eski. Hem tanıdık hem yabancı. Silinmiş ama silinmemiş. Geçmişten izler var ama Şimdi’ nin de gölgesi düşmüş üstüne. Bir yazar, belki binlerce yıl önce cümlelerini nakşetmiş. Sonra biri başka bir çağda, kendi kelimelerini yazmış. Her seferinde biraz daha silinmiş, biraz daha karışmış, biraz daha unutulmuş...
Bir palimpsest. Gözlerimin önünde katman katman açılıyor. Ama bu, sadece kâğıtta değil; zihnimde de yaşanıyor. Belleğim de bir palimpsest. Her an yeni bir iz ekleniyor; her iz, diğerinin üstüne yazılıyor. Hatırladıklarım, aslında hatırlamadıklarımla iç içe. Neyi gerçekten hatırlıyorum, neyi uyduruyorum? Artık emin değilim! Kendi hikâyem mi bu, yoksa başkasının bana anlattığı bir senaryo mu? Bilmiyorum. Şimdi, beni bir yola sürüklüyor.
Yol dediğin küçük bir kıpırtıyla başlıyor... Sonra uzuyor da uzuyor. Sanki bu sokaklarda daha önce yürüdüm. Taze bir mavide güneş ararken belki binlerce yıl önce, belki başka bir yaşamda... Yollar birbirine benziyor, gökyüzü aynı ama ben aynı mıyım? Bu soruyu her adımda Şimdi ’ye soruyorum. Hatırlamak, unutmak kadar zor. Şimdi, ellerini göğsünde kavuşturmuş bana bakıyor.
Bir kapı gösteriyor. Önünde duruyorum. Paslanmış. Dokunduğumda ellerime toz bulaşıyor. Ama sanki bu kapı, başka bir çağın kapısı. Binlerce insan bu kapıdan geçti, kimileri ardında izler bıraktı, kimileri sadece geçti, gitti. Ben de geçiyorum. Bir iz bulacak mıyım? Kendi İzimi bırakacak mıyım? Yoksa sadece bir gölge gibi süzülüp kaybolacak mıyım? Şimdi, burun kıvırıyor. Beni kapıdan içeri itiyor.
Kapının ardında karanlık bir oda var. Bu karanlık beni kör ediyor. O an annem diriliyor. Ben annemi hep diri tutuyorum. Annem benim ellerimden tutuyor. Annemin gözleri doluyor. Annemin gözleri dolup, boşluğa taşıyor... Boşlukta ben var mıyım? Bilmiyorum. Boşluk dediğin ağır ve kocaman bir yük. Annemin gözleri bu boşluğu taşıyor. Belki ellerimden tutan annem değildir. Bana öyle geliyor. Anneler her şeyi bilirler. Ama belki annem öldüğünü bilmiyordur. Belki de hiç ölmemiştir. Şimdi, bana bir mum veriyor.
Mumu yakıyorum. Annem aydınlık bir yüzle bana bakıyor. Duvarlarda eski yazılar. Bir zamanlar birileri bu duvarlara bir şeyler yazmış. Ama sonra başka birileri, o yazıları silmiş ve kendi hikâyelerini yazmış. Hikâyeler birbirine karışmış.’’ Bu metni okuyan başka bir yazı daha görecektir,” diye yazıyordu en üstte. Bir palimpsest duvarları saran. Yazılar siliniyor, ama gölgeleri kalıyor. Belki ben belki de annem o gölgelerin bir parçasıyız. Emin olamıyorum.
Mum alevinin titrek ışığında, eski harfler yeniden canlanıyor. Harfler zamanın katmanında iç içe geçmiş gibiler. Hangi harfler gerçekten orada? Bilmiyorum. Bilmek, belki de en büyük yanılsama. Her şeyi bilmeye çalışırken, unuttuklarımız, silinmiş olanlar, hep gölgelerde gizli kalıyor aslında.
Şimdi, oturduğu yerden kalkıyor, bir gölge gibi yanıma gelerek kulağıma fısıldıyor “Her şey siliniyor, ama hiçbir şey tamamen kaybolmuyor.”
EbRuAsya//
YORUMLAR
asla asla Ebru'cum hiçbir şey tamamen kaybolmuyor
izi kalıyor
sesi kalıyor
kokusu siniyor
acısı dinmiyor
zaman herşeyin ilacı diyorlar ya bence dünyadaki en büyük yalan....
Rû //
ben hiç açılmayan örtü görmedim.
en iyimser düşüncem yıllar sonra işlevini kaybeder bir şekilde
eskir yıpranır parçalanır dökülür ve yine açılır.
cansın ayşe'm
palimpsest.
günler
günlercede birikip gelen
sarı safra ile doluydu. doğruydu
dokununca irkilen
zarları kalın yerlerimiz
dokunaklı hüzünler içeriyor
ve içinde kimseyi istemiyordu
:
kupon cesaretler dolu
dolu dizgin duran biri
bir gidişin asil aslına
övgüler düzen düzenli birileri
herkesi hiçbir şeyle yargılayan
kadroda yani. tertemizdi
ilenç defteri
atarlı gözleri ateş dolu
göğsü hırıltılı sesler oysa
oradakilere ve ona. elçiydiler
o kadroda. çıt diye kopan kasırga
küfür küstah kesilmiş
kesinlik içeren kelimelerle. çığlıklar
çardaklarda geviş getiren akla
ermişti
olan olağan dışı tek şey
serçelerin saçlarını boyuna
sola taramasıydı
taramalı tahta tüfenkleriyle
çocukların çok sevdiği oyunda
1952bin14İst.
Rû //
emeğinize sağlık
teşekkür ederim paylaşım için
Rû //
bilinç akışımın fotoğrafını çekip böyle bir deneme yazayım dedim:)
çok teşekkür ediyorum
sizi sayfamda görmek onur verici
selamlarımla
Palimpsest.
Palimpsest.
Palimpsest.
Üçü de aynı mı.
Yok, hayır.
Dönüşlü, değişebilir olgular.
Hoş bir varlık göstermezsen yılan bile geçer gider.
Hatalarımı, tekrarlamam.
Yeni bir şey koyarım ortaya.
Tövbe ettim ben bir kere
Pişman oldum, yüz bin kere
Neydi?
Palimpsest.
Çok anlamlı.
Çok saygımla Üstadım
deniz_tayanç1 tarafından 11.10.2024 08:03:11 zamanında düzenlenmiştir.
Rû //
deniz bey saygılar benden
çok teşekkür ediyorum değerli yorum için
" hatırlamak unutmak kadar zor" birbinin tersi görünseler de aynı zihinden girip çıkarlar.. ya da aynı zihne gömülüdürler. Şaşırtıcıdır unutmayan biri nasıl hatırlamaz....
İki farklı yazı iç içe geçmiş, birleştirilmiş hissi yarattı...
Anne kısmı bende ki yara...
Ölmezler, taki biz onları unutana kadar, ölürsek işte....
Selamlar.
Evet, o silinen şeyler bir iz bırakıyorlar mutlaka. Ölüm olsa da yolun sonunda, bir zamanlar bu dünyadan gelip geçtiğimize dair bir iz mutlaka bırakıyoruz gerimizde. Ölüm karşısında en büyük avuntumuz da bu... "Boşuna yaşamadık" diyoruz böye düşününce.
Harika bir anlatımdı. Konu da çok güzel...
Yüreğinize sağlık...
Karanlığın mezarına gömülmek istiyordu!
Karaları örtüp üzerine
Mezar taşına siyahlar bağlayarak!
Hiçin zerresinde kırışık bir parşömene tutunmuştu
Giderayak!
Üzerinde gizemlerin biriktiği acıları sıyırıp
Şimdi’ye soyunup gözlerini dağlayarak!
Kül dökülmüş ağıtlar acısındayken
Titreyerek Şimdi!
Yenilerini eskilerin üzerine döküyordu
Kurşun dökümüne eş
Geçmiş haykırıyordu kısık vedaların
Saklanmış duyguların makamıyla
Şimdi daha dominant
Aldırmaz bir edayla akıyordu yörüngesinde
Annem!
Sislenememiş derinliklerden hisleniyordu
Hislerimin derinliklerine sokularak!
Mavera üstü yanılsamalar
Geçmiş ve Şimdi’nin med-cezirinde
Binler saklanmış ha üst üste ha alt alta
Derinde kurulmuş sahte peri masalı
Kör bir ok ile Şimdi’nin gerçekliğini çürütmekte…
Saklanmış harflerin sırlarında kördüğüm
Şem kudreti kadar saklı
Bilgeliğe sığındığını sanan
Küçüklü büyüklü harfler
Bilmez ki Şimdi’nin silinmez hafızasında
Limon eziği kadar ekşi tat damağında…
Yorgun Şimdi’nin yarınına bak
Başka bir hikaye düşecek
Hepsinden daha asil
Yıllar sonrasına ışık düşürecek
Palimpsest’in kırılan gönlünden
Arayışta sürünen nice gönüllere…
İnsan hafızası parşömen (Palimpsest) gibidir. Hatıralarımızın üzerine hatıralar eklenir. Geçmiş yazılar, Şimdi’ki yazılar. İç içe geçmiş üst üste binmiş karmaşık yazılar. Eskileri silmek ne mümkün. Saklı kalsa da harfler Mum ısısında, kimi limon asitinde canlanırlar…
Şimdi (bu zamanda) İnsanın sildiğini sandığı, unuttuğunu düşündüğü o duygular… Az ısındığında veya hüzünlenip tuzlu su akıttığımızda yaşlar o anıları, O Geçmiş’i Şimdi’in gözüne acımadan tekrar tekrar sokar…
Ebru Hanım, çok güçlü vurgulu bir yazı olmuş. İçinden daha çok metaforlar üretilir ve daha çok çıkarımlar yapılabilir, görene; derinlere götürür, düşünene; hislendirir derinden, anlayana!
Sonuç anlayanlarla anlamayanlar arasında bir mezar olmuş. İnanana bahçe inanmayana zından!
Vesselam… Selam ve saygılarımla…
Anlamlıydı.Hiç bir şey zamanla silinmiyor aslında.Sadece onu bir tetikleyici çıkıncaya kadar uyutuyor.Ve sildik diye insanı avutuyor.Zira silinmezler onlar birer delildir varlıktan geri kalan.Hesaplaşmaya doğru yol alan.Yine severek okuduk.Teşekkürler.
Rû //
ben teşekkür ederim okumaya değer bulup yalnız bırakmıyorsunuz kalemimi
sağ olasınız
sevgilerimle
ey karanlığın içinden yükselen o narin ses, bilir misin ki gecenin içinde her kelime bir gül yaprağının gölgesi kadar nazik, bir şairin gönlünden dökülen ince bir mısra kadar lâtiftir? her kelimenin ucunda açan o narin çiçek, halkın dilinde, ozanın sazında can bulur, varlıkla yokluk arasında ince bir çizgi gibi süzülür. annemin sesi mi bu, yoksa belleğimin bir hayali mi? ah, ne zordur insanın kendi içinde kaybolması; çünkü hatırlamak, gökyüzünde açan binlerce yıldızın içinde en parlak olanı seçmek gibidir.
yollar, bir beyit gibi akar önümüzde, her adımda yeni bir mana yüklenir. sanki bin yıl evvel de bu sokaklarda yürümüşüm, aynı gökyüzüne bakmışım gibi. oysa bilir misin, gökyüzü hep aynı mavilikte olsa da, insan her defasında başka bir hikâye taşır yüreğinde. bir adım atmak, dünyanın en eski masalını yeniden yazmaktır; her adım bir kelime, her durak bir virgül, her dönüş bir bilmece. çünkü bu yolculuk, insanın kendiyle baş başa kaldığı bir türküdür, nağmeleri zamanın ötesinde yankılanan. işte tam da burada, kapılar belirir karşımızda; birer sır gibi açılır, ve biz ardında ne olduğunu bilmeden, içeriye doğru süzülürüz.
üsküdar//sabah ezanı okunurken..
günaydın…