Sinir Savaşları
Küstüm ya hu. Niye küstün iki boynuzlu koca sığır. Dağda ot bitmiyor kaç yıl oldu. Göç mü etsek nedir bu diyardan. Nereye gideceğiz öküz, hem yüzme de bilmiyoruz denizi nasıl geçeriz bu toynaklarla..
İki dört ayaklı iki boynuzlu tek kuyruklu birbirleri ile konuşurken...
Gökten bir ışık düştü, yoksa üç elma mı düştü desem, olur mu ya hu, düşmedi, gökten gelen üstün bir türdü, üstün uzaylı medeniyetinden, hadi be oradan Tanrı melek gönderdi onlar Tanrının sözlerini iletmek için iniş yapan meleklerdi, iyice alıştınız sallamaya ha, düşen ne ışıktı ne makine ne de bir canlı, a düşüncesizler, aslında gördüğünüz yerden çıkan bir şeydi, siz onu düştü olarak algıladınız körler sizi.
Tarih çarpıtılmış bir hikaye midir? Yani hangi tarihin cezasını çekiyor düşünen insanlar?
İnsan, çok yaşasa yaşasa 100 yıl yaşar, yani senden gayrı aşık mı yoktur... Türküler, şarkılar, taşa yazılan sözler, derilere, kağıtlara ve son dönemde de internet sayfalarına...
Genç Werther’in Acılarında bahsedilen... Neden bahsediyordu unuttum belki de okumadım amma geçenlerde Evliya Çelebiyi çaya çağırdım, gel bakem Çelebi dedim, sen gezmeyi seversin, seninle Gökyüzünden Hindistan’ı 2 saatte gezelim, hay hay azizim, sen çok yaşa canım iyice sıkılmıştı ruhlar mı zihinler mi ne olduğu belli olmayan bölgelerden, iyi ki hatırladın beni, şad oldum, lakin çay nedir dedi, dedim sizin zamanınızda yok muydu, yoktu dedi.. Buyur Evliya üstadım dedim bak bakalım beğenir misin, koydum önüne büyük bardakta bir çay.
Bu arada Hindistan’ı göstermeye başlamıştı sihirli fasulye, pardon bilgisayar ekranı... Eper epey yorumlaştık, konuştuk, sonra Gökyüzünden Avrupa diye bir belgesel serisi daha buldum, ona geçtik, 2.sezon 1. bölümü Türkiye’ye ayırmışlar. Durdurdum videoyu, Çelebi dedim Türkiye neresi bilir misin diye sordum, ilk defa duydum dedi,
O dinledi ben anlattım, çaylarımız bittikçe tazeledim, ben anlattım o dinledi... Hayretler, şaşırmalar, gözleri açılmalar... Ya dedim Evliya Çelebi, hala günümüzde senden bahsediyor aklı sulular... Bir gülme geldi Evliya’ya, çok sevdi aklı sulu tarifimi herhal. Hem dedim bu makine 6 yaşındaki çocuklara nikah mikah da kıymaz dedim..
Sonra bir sükut çöktü üzerime, Evliya merakla Gökyüzünden Avrupa ülkelerini izliyor bu arada, otomatiğe bağladık videoyu, ülkenin biri bitince diğerine geçiyor... Dikkatimi çekti not almaya çalışıyor ama ruh olunca ne yazabiliyor ne de kalemi dividi hokkası var zaten...
Ben sükut halindeyken bir ışık aldı beni, ışığın bıraktığı yer 1402 yılına Anadolu, Ankara çevresi... Atlı birlikler, yayan askerler, öküz arabaları, eşekler, pala bıyıklı adamlar, üzerlerine zincir, demir giyen binlerce insan...
Sonra zihnime bir ışık çarptı, ışık seslendi fısıl fısıl, iki kişi siydik yarıştırdı onbinlerce insan öldü dedi.. Sonra düşündüm kim bu iki kişi, hatırladım Yıldırım ile Timur.
Ben düşünürken sükut üzre, Evliyanın dokunmasıyla kendime geldim, diyeceksin ruh sana nasıl dokunur kandırma bizi, ee azizim sen de gömülürsen sükutun içine ruhların dokunuşunu bile duyar hale gelirsin, neyse...
Evliya, bak keferelere diyor ne saray yapmışlar, Baktım ekrana, Fransa Kraliyet Sarayları var ekranda... Fransa zenginleri veya kral ve yalakçıları o kadar çok şatafata kaçmışlar ki, halk aç yoksul kalmış, sonradan da isyan etmişler, ardından Fransa’da ne krallık kalmış ne kral yalakaları, ne kilise ne şapel... Fransız Devrimi denen şey de dalga dalga yayılmış, şekil değiştirmiş, kılık değiştirmiş her girdiği coğrafyada...
Çelebiyle 24 saati geçkin tüm Avrupa’yı epey epey turladık, Türkiye’yi bir güzel anlattım, o öldükten sonra ne oldu bitti bu coğrafyada gibisinden...Çevirdi başını bana baktı uzun uzun, anlam veremedim, ruhun gözleri var mıydı diye sorma, gördüm yani bakışlarını ya da gördüğümü sandım bilmiyorum, sonra başını önüne eğdi, ruhun başı var mı deme, başını eğdiğini gördüm veya öyle sandım bilmiyorum...
Sonra tekrar baktı ve dedi ki; Kalk Dünyevi gidelim, bu dünya sana göre değil... Nereye gideceğiz dedim, sen de benim mekana gel dedi, sana iksir yani meyve ve sebze suları ikram edeyim dedi, benim de sana göstereceklerim anlatacaklarım var dedi.. Hay hay olur dedim yani, hemen başladım toparlanmaya, lakin önce çaydanlığı temizledim, bardakları bulaşık makinesine koydum derken, Çelebi kaşlarını çatmış bana, hala niye oyundasın oynaştaşın hem o bardakları koyduğun dolap ne ola dedi, Ya Evliya dedim, sanki anlatsam dinleyeceksin 24 saatte sıkıldın hemen dedim, beğenmedin mi misafirperverliğimi, yani yemek yeseydin istediğin yemeği sipariş edecektim, istemedin, çok tozlanmış kirlenmişsin, banyo yapar mısın dedim, istemedin... Şimdi de bana bulaşık makinesini soruyorsun dedim... Ne makinesi ne makinesi dedi, dedim bulaşık makinesi derler buna, bey ne paşa ne, tanrı ne kral kim, kimseyi dinlemez dedim, bas tuşuna yıkasın bardakları tabakları, çok imanlı makine dedim, böyle derken bir gülme geldi bana, lakin gülmedim,
Baktım Çelebi makinenin yanına yaklaşmış düğmesini çevirmeye çalışıyor, ruh olunca çeviremiyor tabii.. İş başa düştü dedim, bir gayret kalktım, tezgahta ne var ne yok sıraladım makine içine, boş kalan yerlere temiz tabak çatal bıçak kaşıkla da takviye ettim, dedim içinden bir daha temizlensinler ne olacak...
Sonra tablet deterjanı aldım makinede yerine koyacaktım, elimden tuttu, bu ne dedi, dedim deterjan denir bunun adına demeye kalmadan...
Tam o esnada bir distorsiyon dalgası yayıldı kulaklarımdan zihnime doğru... Hemen önlemimi aldım, lakin bu arada Evliya’yı da kaybettim, sonradan çok aradım bulamadım, irtibat kurmayı denedim olmadı, hatlar koptu galiba...
Neyse, o distorsiyonun sebebi de Neyzen’miş, yani Neyzen Tevfik... Söylenip duruyor...
Anaları bunları doğurmamış doğurmamış sıçmış sıvamış diyor...
O yüzden bok sahipleri nasihat vermesin, bok atmasın.. Ben gülden bahsederim.
Derken eskiden kalma özlü mözlü denilen sözler devrilmeye başladı zihnime... Dedim içimden Kazak Abdal yine almış eline naçağı ormanda odun topluyor herhalde dedim.. Nasıl da vuruyor kütüklere koca koca çam yarmalarına demirle ağacın çarpışma sesi kafatasımda yankılanıyor...
Uzattığım için özür dilerim saat gece 02’ye geliyor, ben mesaiye döneyim, Tanrıya küfür etme mesaim başlar bu saatlerde...
Lakin siz sevgili okurlara, nesildaşlara, üstadlara, ustalara, çıraklara acayip saygı ve selamlarımı sunuyorum.
En sevdiğinize emanet olunuz efendim.
Y.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.