BİR YAZARIN BULUNDUĞU ŞEHRE EN ÖNEMLİ KATKISI NEDİR?
Yazar bir eseri kaleme alırken; yaşadığı şehrin tarihinden, kültüründen, insanlarından, coğrafyasından etkilendiği için bazen de ziyaret ettiği şehrin mimarisinden, felsefesinden, otantik yapısından etkilendiği için eseri etkisinde kaldığı şehrin izlerini taşımakta, yaşadığı evi yazarın ölümünden sonra müze haline getirilmektedir. Buna birkaç örnek verecek olursak;
Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın Diyarbakır’da doğduğu ev günümüzde müze haline getirilmiştir.
Yazar Reşat Nuri Güntekin’in Büyükada’da yaşadığı evi, yazarın ölümünden sonra müze haline getirilmiştir.
Âşık Veysel’in Sivrialan Köyü’nde doğduğu ev Kültür Bakanlığı tarafından günümüzde müze haline getirilmiştir.
Yazar Franz Kafka’nın doğum yeri olan Prag, yazarın geride bıraktığı birçok eserine ilham kaynağı olmuş, yazarın büyüdüğü ev günümüzde müze haline getirilmiştir.
Yazar James Joyce’un birçok eseri, doğal güzellikleri ve tarihi dokusuyla büyüleyen şehir olan İrlanda’nın başşehri Dublin’in izlerini taşımaktadır.
Yazar Dostoyevski’nin insanın iç dünyasını konu alan birçok eseri, Saint Petersburg’da geçmektedir.
Nobel Ödüllü yazar Hemingway “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” ve “Silahlara Veda” gibi ünlü eserlerini Havana’da kaldığı “Ambos Mundos” adlı otelde kaleme almış, bu otel günümüzde müze haline getirilmiştir.
Polisiye Romanların kraliçesi Agatha Christie’ye ilham veren şehir İstanbul’dur. Yazar “Doğu Ekspresi’nde Cinayet” adlı romanını İstanbul’da “Pera Palas Hotel’in 411 numaralı odasında” kaleme almıştır.
Nobel Ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un “Kar” adlı romanı Kars’ta geçmektedir. Yazar, romanın başkarakteri şair Ka’nın gözünden Kars’ın mimarisi, kültürü, iklimi hakkında okuyucuya bilgi vermektedir.
“Bir yazarın yaşadığı şehre en önemli katkısı nedir?” Diye soracak olursak, alacağımız cevap; “O şehrin o yazarla anılması ve yazarın geçmişte yaşadığı evin günümüzde müze haline getirilmesi” olacaktır.
19 Eylül 2024 / Samsun
Doğan Kan
YORUMLAR
Açıkçası yazarın bulunduğu şehrin ruhu da yazarın etkili ruhta eser üretiminde sublimal yoldan etken olduğu açıktır. Öyle şanslı şehirler bulmak güç. Mesela naçizane ben Floransa da Rönesans mimarisiyle saltanat kurmuş bir şehirde olsaydım ki benim yaratacağım eserler öyle basit olmazdı . Ben her zaman veryansın ettiğim şey de ,ülkede kültür ,şehirlerin bizlere katacağı ruhani şey kalmadı. Bu basit bir denklemden de öte gerçeklik. Öyle bir algıyı yani yazarın etkin bir eser yaratması için ,içinde yaşadığı şehrin şairin ruhundan zihnine giden yolda kelime patlamaları , sonsuz düş dalgaları yaratması şarttır. Bazen bir ırmak kenarından gün batımına doğru bir Roma Colezyumuna bakarken dahi yazarın ruhundan kopacak şeyler vardır. Ülkede yaşam zaten ince buz üstünde varlık-yokluk savaşına dönmüş bir nefeslik süreçle belirlenmişlikle ortadayken ,bizlerin bizle anılacak şehirlerin öncelikle bizlere katacağı bir şeylerin ruhani ögelerle süslenmiş bir ruh dizilimi mimari olması ,sadece taş duvarlardan ,yeni yapma hiç estetik olmayan binalar ,sonsuz katlarla sıralanmış bir şehrin ruhunu tarihinden kaybetmiş yaşayan insanların yüzlerinden okunduğu toplumla kesişme o yerden nitelikli bir yaratım eser beklenemez! Bu işler bir bütündür ,değişmez...