- 717 Okunma
- 9 Yorum
- 14 Beğeni
Bu Kadar Dünya Yetti Bana
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Değersizce harcama, yok etme, yok sayma derdinde birçoğu gibi zaman da, yok edemediğini çürütme çabasında bu çağ. Henüz dünyada mülk edinememiş varlığımın burada da yeri yoktu, diğer dünyada da hep birlikte layık gördükleri gibi, yedi kat dibinde, manzarası gayet sıcak bir yer ayarlandı. Onlara göre ruhumun hak ettiği, bana göre zatımın yersizliği. Gerçekçi olmam, bazı şeylerin farkına varıyor olmam nedense hep yanlış anlaşıldı, karamsar diye sınıflandırdılar durmadan. Anlatamıyorum ya da anlamıyorlar değil, artık galiba gerçekten anlaşılmazdım, çekilmez, geçimsiz, huysuz.
İyelik ve yapım ekleriyle kafam hoş değildir. Hiçbir şeyin sahibi olamadığım gibi, kimseyi de sahiplenecek kadar sevemedim sanırım, ne mal mülkü, ne yazdıklarımı ne de diğerlerini. Benim diye bir şeyi hiç benimseyemedim. Hiçbir şeye doyasıya sarılamadım şöyle sımsıkı. Sarıldıklarımda da hep tedirginlikle birlikte, hep tereddüt vardı içimde. Olduğumu zannettiğim şeylerin sonuna da ek koymayı sevemedim. Hiçbir şeyci olabilirdim belki de. Kendine herhangi bir şeyi uydurabilenler bu hayatta çok da güzel sahibi olabildiler her şeylerin, dava dedikleri, yol dedikleri, ölürüm dedikleri her şeyi bir müddet kullandıktan sonra gerilerde bırakarak hem de. Her çatı, her köşe ya da kısım, koltuk, loca kişinin iyi niyetini göstermek ama kendi çıkarını da içinde gizleyerek yoluna koymak, herkesi kendi düşüncelerinin doğruluğuna hep emin bir şekilde inandırmak maksadıyla kuruldu tüm bunlar ve beraberinde cümleler. İyi niyetlerinden şüphe etmedikçe cesaretleri artarak çoğaldı, yakıştıramadığımız her şey de bir güzel içlerine sindi, sessiz sedasız. Biz yakıştıramadıkça onlar hadsizleşti. Hâlbuki kimin üzerinde kimin hakkı ya da üstünlüğü vardı? Hak vardı belki ama ona da çok güzel kılıflar uydurmuşlardı, iç konforu adı altında. Biraz uğraşınca her şey yolunu buluyordu sanki dünyanın içinde. Bir biz yolumuza gidemiyorduk, bedel gerekiyordu, onu da ödemeye ne varlığımız, ne de gücümüz vardı. Hem gidemeyen hem de kalamayan, özelliğini yitirmiş eski bir eşya gibi kalakaldık öyle.
Varmak falan değildi bizim derdimiz, yolda olmaktı. Kavuşsak ne olacaktı, dünya şu kadarcık bir yer, uğraşmaya bile değmezdi, hem sonunda ölüm de vardı muhakkak. Bir şeyi sevmek için illa her şeyi bilmek ya da köküne kadar tanımak ya da anlamak gerekmiyordu. İnsan da yollar gibi uçsuz bucaksız bir ruha sahipti, kimininki okyanus gibi derin, uzak, karanlık kimininki de sığ, bulunabilir, dokunulabilirdi. İçerlediğim şeylerin içi bile yoktu bazen. İçsiz ve sapsızdım. Hiçbir şeyin sahibi olamadığım gibi herhangi bir şey de benim ruhumun sahibi olamazdı. Merhametten öte yol görünmüyordu içimde ve vicdandan yoksun hiçbir düşüncenin anlamı yoktu. Aynı şeyleri herkes aynı şekilde sevecek ya da inanacak diye bir şey de yok, tek kalıp olmadım, tarafıma tahsis edilen müşterekliğin içinden istifa ederek uzaklaştım, kendi içimin ışığı ya da karanlığıyla kendime rezerve ile yürüyorum. Karanlık da bazen yol göstericidir. Bilirsin, hissedersin gitmezsin. Ama bildiğini zannettiğin şeylerin kibrinden kurtulamayınca, daha yüksek bir kimse olmuş olmuyorsun. Daha inançlı, daha iyi biri olmuyorsun birilerini suçlayarak. Kimse kimsenin inancının hükmünü veremeyeceği gibi, ağırlığını, yükünü de bilemez, peşin hüküm veremezdi. Taksim edemez, kısımlara ayıramaz, dahası yargılayamazdı. Tüm bunlardan uzaklaşmam gerektiği için, inançlar benzer olsa bile bazen gidilen yol aynı olmadığı içindi haklı yalnızlığım, içimdeki çaba. Kinayelerden yıldığım için gizlendim, kibirden tiksindiğim için kapadım gözlerimi. Ama ruhumu kapatamadım, o birçok şeyi hissedip, ona göre davranmasını, hareket etmesini hep bildi bir şekilde. Kedi sezgisi gibi… Her şeyi en çok onlar istiyor, onlar hak ediyordu ödüllerini de, üstelik paylaşmaktan uzak bir şekilde. Değer gördüğünüz çukurlarda, cehennem zebanilerinin yaptığı azapları oturduğunuz yerden, sevinçle ve kör insafınızla izlerken, cennetten bir loca mı tahsis etmiştiniz kendinize? Tahsis değil de muhtemelen ummuş, bulamamış, sadece tahmin edebilmişsinizdir. Birinin azabı, diğerinin cenneti olabilirse eğer, zihninizdeki vicdan kısmını bir daha gözden geçirmelisiniz. Ki vicdan kabul eder, içine sindirir mi bunu, cevabı da orada saklıdır.
İnançlar rivayetten öteye gidemiyorsa, kim ne kadar inanıyor hangi birim ölçebilir? Bildiklerini herkesten farklı anlamıyorsan, bildiğini zannettiğin şeylerin övüncünden sakınabilir misin, hiçbir korku duymadan, isteyerek ve severek allayıp, pulladığın kutsallarını? Merhametinle değil de, yaptıklarının karşılığı olarak sınanmak istiyorsun, bunu hiçbir kelime ile anlaşılacak değildi bu, herkese bahşedilen lütuf sanki sana ödül olarak gelmişti, sen de onu kendine göre sahiplenmiştin. Anladığını herkesten farklı bir tek kendi zekânla bulduğunu zannederken, nasıl da çocuk sevinçleri büyüyordu içinde. Yalnızca kendinin sahip olduğuna inandığın, bencilce bir hevesten öteye geçemeyip, paylaşmaktan çok uzak… Paylaşım merhametin varlığını kanıtlardı hiç olmadı. Duymak istemeyenin bin tane kulağı olsa ne yazardı? Sürüklenip giderken böyle, bilinmezliğe…
Bunca yalan bu kadarcık zamanda yetti bana. Yediğim her acılı kelime sonrası içime dokundu. Kusamadım. Hakikate düştükçe yalnızlık, inanç, ölüm, korku gibi sahici duygulardan sadece bir tanesi kaldı. Uykusuzluk gibi, soluksuzluk gibi, orada bir yerlerde herkesle birlikte, dış dünyada, iç hayatta kendime yer edinememelerimle birlikte, hiçbir kalıbın şeklini alamadan, tüm sıvılığımla, sığlığımla, sığamadığımla, dünyanızdan feragat ediyorum. İğrenç klişelerden, hatırlanmamak için daha uzağa, unutulmaya bıraktım kendimi, sonra yalnızlığa, yanlışa düşmekten iyiydi yine de. Sebep ve sonuçlarım birbirinin cevabı değil artık. Hakkını veremedim hiçbir duygunun, biliyorum. Bu imtihanı geçemedim. Neye meyletsem elimde patladı ya da kalbimde. Gitmem gereken zamanda gidemedim, sevmem gereken zamanda sevemedim, sevilmeyecekleri sevdim belki de. Hem uzak hem de yakın oldum kendime, herkesten daha çok. Kendini bile tam anlamıyla tanıyamazken bir diğerini tanıyabilme yanılgısını orada bıraktım.
Hiç olamadan çıkılan yol seni nereye kavuşturabilir ki? Yetinemediğim yerde kendimden harcadım, dönemediğim yollarda çoğaldım, dağıldım, düğüm oldum. Zamanında açamadım, vaktinde gömülemedim, şu dünyadan dilediğim gibi süzülemedim. Ama her şey süzüldü gözlerimden, yanılgılar, yalanlar, sonraya bırakılanlar, çabasızca umutlar. Kazanmakta gözüm olmadı, kaybetmekten yüzümü alamadım. Bekleyen her şeyin değişmez kanunuyla bir yitim, kalım meselesi gibi demir attım. Beklediklerinde artmazdı kimse, fizik kurallarına göre size tanınmış süre içerisinde değişir, solar, çürür, en iyi ihtimalle ortadan kaybolurdu.
Hayatın meşguliyetinden oldukça müşkülüm. Rastlayamayışımı seviyorum bazen, denksizliğimi, dengesizliğimi, sindiremediklerimi susmaktan çok kusmayı. Büyük sarsıntılardan geldim, varlığımı bir düzene oturtayım diye. Ortalık yangın yeri, sokaklar suçlu, yollar girilemez. Ortada var olan bir suçun, suçlu bile değilsek, masumu da olamayız, görünmez zincirlerle bağlanmışken bu kadar, her şeyin birbirine bir şekilde borcu vardı ve alacağı ve en az bir çift lafı. Laf çıktıktan sonra içte durduğu gibi kalamıyor. Her şeyin ortasından kaçıp, gidilemiyor, toprağın vefasıdır ağaçları susatan ve sevdiren. Seni gölgesinde iyilerden eden… Bizim içimizdeki vefa giderek azalıyordu, kıyamete bir şey kalmayacak bu susuşla.
Cesetlerin korkacak bir şeyi kalmadığı için mi bu kadar konuşkandılar, biz öldürülmekten korktuğumuz için mi böyle ölü gibi susuyoruz? Bunca çürümek fazla değil mi artık bize? Bir yerde bitiremiyorsak, bir yerden başlamamız gerek, sonu yaşanılabilir kılmak adına.
23.09.2024 12:00
Nevin Akbulut
Not: Yazımı güne değer gören, Pek Değerli Seçki Kurulu’na sonsuz sevgi ve teşekkürlerimle,
YORUMLAR
:)
niye şaşırsaydım ilahi yazar,
kıpkırmızıdan yeşile boyanmış bir dünya çıkmayacağını bildikten sonra...
ve evet yaşayarak, deneyimleyerek, yaralanarak, kanayanarak devam ediyoruz ilerlemeye, ve hep sorguladığım yerlerden olunca ve en çok da kendimi elbet,
ve umut elbetbir gün diyerek ve dediğinizce elbet " sonu yaşanabilir kılmak" ve aslında bu kendi derdimizde değil değil mi usta, sonrakiler, yaşam denilen yola yeni çıkmışlara sahiplenmeler adına...
yüreğe selam ile,
eyvallah.
Biliyor ve kesinlikle inanıyorum ki bugün vicdanıyla hesaplaşmayanlar, yarın ilahi adaletin terazisinde mahkum olurlar. Ne zamanı suçlayabiliriz ne de toplumun yozlaşmasını, kendimizle yol kat edeceğimiz aşikardır. İskender Pala'nın oğluna nasihati kulaklarıma küpedir. ''Oğlum'' der: ''Bir iyi bir de kötü arkadaşın olsun. İyi sana sen kötüye örnek ol Toplum iyileşsin.'' Bizler olmaktansa söylenmeyi kolay atfetmişiz kendimize, dolayısıyla bir çığlık yetmez bizi uyandırmaya. Umutsuz değilim sadece beni bulup bize koşmak için gayret gerekiyor diye düşünüyorum.
Kaleminiz keskin etkisi güçlü olsun. Sorgulatan yazınızı tebrik ederim.
Efendim yalnızlık yanlışlık değil lakin yalnızlık çok boş bir şey değil inanç bakımına değinmişsiniz huzur İslam'da kusur insanda tabii ki bütün canlılarda birlik beraberlik vardır insan bunu daha iyi geliştirebilir düşüncelerimiz farklı farklı olsa da aynı noktada buluşmak icap eder tabii ki kimse kimsenin sahibi namussuz değildir olmayabilir lakin insanlarda sahiplenme yanında durma gibi özellikleri vardır bu diğer canlılarda da mevcuttur kuşlar bile toplulukta uçar
Konuyu dağıtmadan tebrik ederim
Çürümek herkesin harcı olmasa gerek
Dünya Savaşı aslında işte çocuklar arasında dönen kıyamlar
Bir kaç gün önce psikanaliz uzmanı bir arkadaşımın söylediği sözler karşısında donup kaldım
Olay üç erkek çocuk arasında geçiyor
İkisi sigara alıyor diğeride parası olmadığını belirtiyor neyse arkadaşları buna da bir paket alıyor. Sonra çocuktan parasını istiyorlar. Çocuk parasının olmadığını “isterseniz beni ar…… dn yapın diyor🤦🏼♀😔midem bulandı üç dört gündür hastayım. Üzüntü beni direk hastaneye götürüyor. Bunun aptalca bir söylemem olduğunu çocuğun korku ile bunu dile getirmiş olduğunu belirttim. Onca 27 yıl öğretmenlik yapmış birisi olarak bu söylememin asla doğru olamayacağını belirttim. Dünden önceki gün gittiler misafirlerim. Çocukların sorgularının devam ettiğini bu durumdan nasıl çıkacağını bilmediğini belirtti. 🤦🏼♀
İnsanın içinde insan kalmadı derim ben.
Hiç ummadığın anda nefsiyle saldırı yapanlar işte onlar zakkum ağacının ana tohumları 🤦🏼♀😔
Diyorum ki artık Dünya yok olsun 🤦🏼♀😔
Hep asil yazdıkların
Sevgimle 🪽🍃
Dünyanın bir masalı var, kulaktan mulağa aktarılıp, hiç tükenmeyen bir tarafı var..Adını kendi katı kurallarından alan, evrimleşip beyninde zoraki bir yer edinen şey…
Şey ,mantığın uçsuz bucaksız çöllerinde bir vaha gibi durur. Absürtlüğün doruklarına ulaşmak için tek bir adım yeterlidir.Herkesin inanması gereken bir şey vardır, ama ne olduğunun pek de önemi yoktur. Çünkü aslında kimse tam olarak anlamaz. Önemli olan topluca inanıyormuş gibi yapmak ve sonra herkesin kendi bildiği şeyleri okumaya devam etmesidir.
Dünyada her şey kendi mükemmelliğini ilan eder. Herkesin elinde kutsal bir şey vardır ve her biri diğerinden daha doğru olduğuna inanır. Aynı şeyin farklı yorumlarıyla, tuhaf dertleriyle ortaya çıkar. Kimisi sağa sapar, kimisi sola. Ama herkes bir şekilde doğru yolda olduğuna inanır. Birbirine dua eden, ama aynı zamanda birbirinin canını okuyan şeyler, absürd bir komedinin baş karakterleridir. Aynı Tanrı’ya dua ederken bile birbirini anlamayan bu şeyler, aslında neye inandıklarını bile tam olarak bilmezler.
Bayram sabahları birdenbire herkesin yüzünde beliren zoraki bir gülümseme ile başlar. Herkes birbirine iyi dileklerde bulunur, ama içten içe "bu da nereden çıktı şimdi?" diye düşünür. Ramazan boyunca oruç tutup sonunda büyük bir ziyafet çekmek, ironinin doruk noktasıdır. Yani yemek yiyin! Aç kalmanın erdemi, sonunda mide fesadıyla kutlanır. Çünkü oruç tutmak, sonuçta büyük bir ziyafete hazırlanmak için yapılan bir prova , şey değil midir?
Gündelik hayatın içinde, şey ritüelleri birer sosyal etkinlik haline gelir. Cuma namazına gitmek, bir tür sosyal buluşma noktasıdır.Kutsalın derinliğinde, ibadetin sosyal bir gösteriye dönüştüğü anlar, ironinin sessiz çığlığına dönüşür. Ayine katılmak, bir toplumsal statü sembolü olur, inancın derinliği, yüzeydeki parıltıya kurban edilir. Leyin! Ayine katılın! Çünkü ibadet, kutsal bir görev değil, toplumsal bir gerekliliktir.
Şey ve şeyler birbirini tamamlayan ve aynı zamanda çelişen tekil ve çoğullardır... İnsanlar, şeylerini yaşarken, kimi zaman bu şeylerin ironik ve gülünç yönleriyle karşılaşır. Şey ritüeller ve şeyler , kutsalın ve gündeliğin iç içe geçtiği bir sahne sunar. Bu sahnede, şey ve şeyler kavramları, hem kutsalın hem de sıradanın ironik bir dansını sergiler. Şeyin ciddiyeti ve gündeliğin eğlencesi, absürd bir komedinin tam anlamıyla yeridir.
Bu tiyatro sahnesinde, oyuncular ve izleyiciler, ironinin ve alayın iç içe geçtiği bir oyun oynar. Herkesin kendi rolünü oynadığı bu trajikomik yeryüzünde, şeylerin ve ritüellerin imkansız tanıkları, düşündürücü bir şekilde sahneye çıkar. Kutsalın ciddiyetiyle gündeliğin komedisi, bir araya gelerek düşündürücü ve tebessüm ettiren bir gösteri sunar.