- 87 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Müdür
MÜDÜR
Şube müdürü olarak göreve başlayalı üç ay gibi kısa bir süre olmuştu hükümet konağının üçüncü katındaki odamdan çıkan yaşlı kadın; "Müdür bey çok teşekkür ederim, çok yardımcı oldunuz" diyerek çıkıyordu. Koridordan geçmekte olan yazı işleri müdürü; "Müdür bey vallahi sizi takdir ile karşılıyorum ama biraz fazla değil mi?" Yazı işleri müdürü ile muhabbetimi artırmak için "Müdür bey buyurun bir çayımı için lütfen"diyerek odama davet ettim."Ben taa 11 yaşında söz verdim." "Nasıl yani" dedi. "Oturun da anlatayım" dedim.
1980’li yılların ortalarında Mart ya da Nisan aylarıydı babamla birlikte
hükümet konağının merdivenlerinden yukarıya doğru çıkıyorum. Babam benden iki merdiven önde gidiyor. Sabahın erken saati olması nedeniyle daireye yeni gelen kadın ve erkek memurlar merdiven başlarında birbirlerini başlarıyla selamlıyorlar; “Günaydın efendim, hayırlı sabahlar” seslerini duya duya çıkıyoruz. O sırada, üzerinde açık kahverengi üniforması elinde çay tepsisiyle çaycı, üst katlara doğru aralardan sıyıra sıyıra hızla gidiyor. Fötr şapkası ve dizlerine kadar uzanan siyah kaşe paltosuyla müdür olduğu her halinden belli olan birisi:
- “Hayırdır Hüseyin, bu ne hız?” diye sordu.
Çaycı:
- “Kaymakam bey bugün erken geldi, müdürüm. Misafirleri var, onlara götürüyorum.”
Müdür, biraz şaşkın:
- “Allah Allah, her gün dokuzda gelen adam bugün sekizden önce neden geldi?”
Çaycı, arkaya bakmadan sahanlığı dönerken bir yandan sesi uzaktan çınlayarak geliyordu, “Müdürüm, Aşık Veysel’in 15. ölüm yıl dönümüymüş. Vali bey gelecekmiş,” dedi ve sesi kesildi.
Bu arada babamla ikinci kata çıkmıştık. Memurlar bir o tarafa bir bu tarafa telaş içinde ellerinde evraklarla sağa sola gidip geliyorlar. Eski bir battaniyeyi tahta bir sopanın ucuna dolamış, onunla paspas yapan hizmetliye yaklaşarak:
- “Efendi, nüfus müdürlüğü hangi tarafta?” diye sordu babam.
Adam kafasını bile kaldırmadan:
- “Bir üst kata çıkın, sağ tarafa dönün orasıdır,” dedikten sonra üst kata çıktık. Nihayet nüfus müdürlüğüne geldik. Hayatımda o ana kadar hiç görmemiştim, kumral saçlı, orta yaşlı bir kadın daktilo ile yazı yazıyordu çok ilgimi çekmişti bir süre ona baka kaldım.Yanındaki masada bir adam oturuyordu. Yaklaştık. Adam:
- “Buyurun, ne istiyorsunuz?” diye sordu.
Babam:
- “Çocuğun nüfusunu çıkartacağız,” dedi.
Memur:
- “Şimdiye kadar neredeydiniz? Eşek kadar olmuş, hem bunun cezası var. Hani çıkartalım desek, evrakları hazır mı? İlmühaber aldınız mı?” diyerek hem soruyor hem de babamı azarlıyordu. Babam sakinliğini koruyarak:
- “Vallahi beyim, yanımda bir evrak yok. Köydeki hoca hanım beni okula çağırdı. Çocuk çok çalışkan. Mayıs ayında sınavı var. Bu çocuğu sınava sokarsak kesin kazanır,” dedi. “Başvurular geçmeden çocuğun kimliğini çıkartın” dediği için sabahın köründe kalktık, aceleyle saat 6.00’da otobüse bindik ve buraya geldik,” deyince memur biraz yumuşadı. Ses tonunu kısarak:
- “Bak amca, o zaman yan tarafa geç, müdür bey var. Durumu ona anlat, yap derse işinizi yaparım,” dedi.
Babam:
- “Sağ ol gardaş,” dedi ve elimden tutarak koridorun baş tarafındaki odaya doğru yürüdük. Müdür beyin kapısı kapalıydı. Babam kapıyı çalarken başındaki şapkayı sol koltuğunun altına kıstırarak beklemeye başladı. Ben ise uzun koridorda sağa sola giden memurları izliyordum ilk defa resmi bir daireye giriyordum. Gri boyalı duvarlar mozaik kaplı yerler pırıl pırıldı.
Nihayet içeriden tok bir ses "Gel" diye bağırdı. Arkasını cam tarafa vermiş, gri renkli bir masanın arkasında saçları seyrek geriye doğru taranmış, bakımlı bir adam vardı:
- “Evet, ne var, söyle,” dedi.
Bu arada kollarını ön tarafta birleştirmiş iki büklüm duran babam durumu anlattı. Müdür, yarısına kadar dinlemeden:
- “Efendi, bu işler öyle olmuyor. Burası devlet dairesi. İlmühaber olmadan kimlik verilemez. İş son noktaya gelince yanıma geliyorsunuz. Bu ne cahillik? Şimdiye kadar neden çıkartmadınız?” diye kafasını sağa sola sallayarak kızmaya başladı. Babam tek kelime bile etmedi. Normalde bu tip laflara katlanmazdı ama sırf benim işim görülsün diye susuyordu. Babamın sırf benim nüfus cüzdanımı çıkarabilmek için müdürden işittiği laflar karşısında kendimi suçlu hissediyor, şaşkın ve korkak gözlerle müdürün gözlerinin içine bakıyordum.
Müdür iyice coşmuştu:
- “Hadi hadi, çıkın dışarı. Sizinle uğraşamam. Köye git, muhtardan ilmühaber getir. Ondan sonra bakarız,” deyince babam:
- “Müdür bey, köyümüzün otobüsü sabah erken gelip akşam gidiyor. Bugün tekrar gelmemiz imkansız. Kimlik çıkartamazsak başvurunun tarihi geçiyor,” dedi.
Müdür:
- “Ben anlamam, bilmem. İlmühaber olmadan kimlik olmaz,” dedi ve çıkın dışarı diyerek bizi odadan kovdu. O sırada koridorda temizliğine devam eden hademe bizi görünce:
- “Ne oldu?” diye sordu. Babam:
- “İlmühaber istiyorlar. Bizim köye de gidip gelmemize imkansız. Çocuğun kimliğini çıkartamayacağız,” deyince hademe:
- “Ondan kolay ne var, bütün köy muhtarları bugün burada. Aşık Veysel’in köyüne gidecekler. Kaymakam bey’in odasında çay içiyorlar. Şu karşı tarafta kırtasiye var, gidin oradan ilmühaber kağıdı alın, gerisini ben hallederim,” dedi.
Babam:
- “Olur mu öyle şey, bizim köyün muhtarı burada değil,” deyince hademe:
- “Ben o işi hallederim. Siz gidin kırtasiyeden ilmümuhaberi alın, gelin. Ben aşağıdaki girişteki sağ odada sizleri bekliyorum,” dedi.
Babamla birlikte karşıdaki kırtasiyeye çıktık. Kırtasiyeden kağıt alıp hademenin odasına geldik. Hademe bize birer çay doldurdu. Biz çaylarımızı içerken hademe ilmühaber kağıdını doldurdu:
- “Siz burada bekleyin, ben hemen geliyorum,” diyerek yukarı çıktı. Biraz sonra gülerek geldi:
- “Alın evrak hazır. Şimdi gidin müdüre verin,” diyerek ekledi. “Bu arada ne çabuk köye gittiniz derse, muhtarlar kaymakam bey’in yanındaydı. Biz de imzalattık deyin. Korkmayın, mühürü basarken biraz kıvırttım, yazılar okunmuyor,hiç bir şey anlamaz” dedi.
Bir üst kata çıkıp müdür beyin kapısını çaldık. Bu arada yarım saat 45 dakikalık bir zaman geçmişti. Müdür bizi görünce yüksek sesle:
- “Ben size ilmühaber olmadan olmaz demedim mi? Hala burada ne bekliyorsunuz?” deyince babam kağıdı havaya kaldırarak:
- “Muhtar kaymakam bey’in yanındaydı. İlmühaberi imzalattık,” deyince müdür belgeyi alarak baştan aşağı süzdü yavaşca masaya koydu,üstüne bir şeyler karaladı ve:
- “Götürün bunu yan tarafa verin. Orada çıkarsınlar,” dedi.
Odadan çıkarken aklımda bu nezaketsiz müdürün tavırları vardı. Demek ki müdür olmak insanlara bağırma hakkı veriyordu. O an aklıma bir şey geldi, ileride
Bir gün, kapısını çaldığım odaya müdür olursam eğer, kesinlikle bu müdür gibi bir müdür olmayacağım diye taa o zaman kendi kendime söz verdim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.