- 127 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
GAR DÜŞLERİ
Bir kaç nefes çektim, duman gelmiyor, baktım sönmüş. Tekrar yaktım, bir kaç nefes daha çektim bitti sonra. Yenisini yakmalı mı? İnsan böyle anlarda ardı ardına sigara yakmak dumanı havaya üfürüp dalıp gitmek istiyor. Gurbetin, uzaklarda olmanın insanı düşlere anılara götüren, zihnini ikiye bölen bir etkisi var sanki. Hiç bir yere ait olmamak ya da aynı anda içimizde bir yerlerde sürekli düşlerle birlikte yolculuklara çıkmak.
İnsanlar, yaşam, ölüm. sonsuzluk...
Şu an burada nefes alan, yaşayan ben miyim? Ben nedir? Kimdir?
Sanki bir rol verilmiş bize durmadan ölünceye dek oynuyor oyalanıyoruz. Kendimizi kandırarak. En trajik yani da bu olsa gerek! Kendimizi kandırmak!
Elimdeki kitabı bıraktım, koydum yanıma. Zihnimin içinde kitap sayfalarından bir ırmak gibi akan sözcüklerin gürültüsü de susuverdi bir an. Sorular ve bitimsiz boşlukların açtığı o sonsuz karanlık kuyu kayboluverdi sonra. Dünyadayım. Evrenin sonsuzluğunda dönüp duran mavi noktada.
Çalışmak, kazanmak, sevmek, yorulmak, kavga etmek, direnmek, kaybetmek...sonra? Sonra da ölüvermek
Doğumla ölüm arasındaki köprüde yürümek…adına yaşam denilen serüven!
Bir gece böyle çıkıvermiştim evden. Hışımla, aceleyle. Sanki boğuluyordum. Nefes nefese yürürken, kalbim yerinden çıkacaktı.
Ardından bastırıveren yağmur ve serinlikle rahatlamıştım biraz. Gitmeliydim bir yerlere; sessiz sakin ve bir o kadar kendim kalabileceğim bir yere.
Varsa bulursam bir kadeh bir şeyler içmek, içimde uğuldayan, durmadan bağıran soruları susturmak, yok saymak adına kendimle olmak.
Şehrin devasa çok katlı ve bir örümcek ağını, karınca yuvalarını anımsatan tren garinda buldum kendimi.
Onca yolu nasıl yürüdüm, nasıl geldim buraya?
Sağımdan solumdan insanlar geçiyor. Sanki hepsi de sözleşmişçesine evlerinden çıkmışlar burada buluşmak, trenlere, otobüslere binip bir yerlere gitmek için.
İrili ufaklı dükkanların ışıkları göz alıyor.Bazıları oturmuş ellerinde telefonlarına dalmış, kimisi durmadan konuşuyor birileriyle. Önlerinde dolu ya da yarım bira bardakları. Kalkacak trenin saatini bekliyor.
Evsiz, sokakta yaşayanlar geceye hazırlık halindeler. Yanlarında beraber yaşadıkları,mahsun bakan yorgun köpekleriyle uygun yerler arıyorlar uyumak için.
Bir bankanın kuytu sıcak köşesi ya da kapalı bir dükkanın kapı onu. Kirli ellerinde karton bardaklarıyla insanlardan yardım isteyerek geçip giderler yaşamın içinden.
Yıllar öncesi ilk çalıştığım, iş bulduğuma sevinerek çalışmaya başladığım dükkan yok artık yerinde. Küçük kendi halinde bir İtalyan birahanesiydi. Kahve, pizza, bira ve daha bir çok çeşit içkinin şu gibi içilip, insanların oturduğu, eğlendiği bir yerdi.
Ricardo öğleye doğru gelir, akşamdan kalmış pelteleşmiş, içkinin uyuşturduğu zihnini açmak için ardı ardına kahvesini içer, bir köşede sessizce dinlenirdi.
Ardından, Eva, Thomas, Ervin daha bir çokları sanki birbirlerini daha dün görmemişler gibi sevinçle selamlayıp, şakalar yaparak yerlerine geçerler, mekanın az ışıklı sakin bir yerinde içmeye başlarlar ve gece yarısına dek sürecek olan bol kahkahali ve bazen kısa süren ciddi sohbetlerine dalar giderlerdi.
Arada bazen coşar birileri ayağa kalkar herkese ne istiyorsa içmelerini söyleyerek “içkiler benden!”diyerek bağırır ve sonra herkesin içkiyle sigaranın bugulaştırdığı yorgun gözleri bana dönerdi.
Önümde duran bardakları ardı ardına doldurur, uzanan ellere verirdim.
Durmadan yenilenen sigaraların şişli, boğucu dumanına karışan karmaşık sözler ve araya giren kahkahalarla bu insanlar sanki görünmeyen bir elin yazdığı yaşam senaryosunda her biri birer figüran olarak rollerinin yorgun birer oyuncusuydular.
Tramvayların durmalarına yakın çıkardıkları ince ve tiz fren gürültüleri garın yüksek tavanında yankılanırken, yine insan kalabalığının içinde buluverdim kendimi. Bitmeyen uzayan ve sonu olmayan bir yolda yürümenin kayıtsızlığı içindeydim sanki.
İnsanın yeryüzü serüvenin gizemli ve bir o kadar bazen de anlamsız olduğu, tüm bu yaşanmışlıkların nedenleri ve nasılları konusunda soruların zihnimdeki kırık dökük parçaları,bir haritanın eksik yanlarını tamamlamak gibi bir o kadar zor ve insani derinlere çeken yorucu yanlarıyla yaşam yalnızca akıp geçmeliydi.
Hızla akan nehirlere düşen yapraklar gibi, sanki bir şiirin eksik kalmış mısralarını tamamlar gibi..akıp geçmeliydi yaşam.
Latif Köybaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.