- 177 Okunma
- 2 Yorum
- 4 Beğeni
Minaredeki Kuş Yuvası
- Kim "O"?
- Kim?
- "O" işte. Seni bu hale getiren kadın.
- Ne var ki halimde..
- Sen farkında olmayabilirsin ama sen bitmişsin. Benimleyken bile aslında O’nunlasın. İçinde O’na dair ne kaldıysa bana anlat ki sana yardımcı olayım ve hayatımıza kaldığımız yerden sağlıklı bir şekilde devam edebilelim. Yoksa..
- Yoksa?
- Bugün burada bitsin bu mesele!
(Adam hiç düşünmedi)
- Bitebilecek ne varsa herşey bitsin hayatımda!
Kadın sekiz numaralı masadan kalkıp gittikten yarım saat sonra adam ardarda yaktığı tütünleri bitirip teleferikle iki kişi çıktıkları Pierre Loti Tepesi’nden yürüyerek bir başına aşağıya inerken yanından geçtiği yüzlerce mezara konuşuyordu.
- Söyleyin arkadaşınıza merak etmesin, "yine başaramamış" dersiniz.
Ramazan ayıydı. Gecenin bir yarısı kalkıp biraz hava alayım diye Eyüp Sultan"a indim. Hem bu aylarda çok kalabalık olur burası. Memleketin hatta dünyanın dört bir yanından gelenler olur. Sabaha kadar hem ibadet eder, iftar-sahur yapar hem gezerlerdi. Ben de o gece saat 03:00 civarı gelmiştim. Yine capcanlıydı burası. Her yer cıvıl cıvıldı. Tüm ışıklandırmanın altında yayınlar yapılıyor, insanlar huzurla sohbet ediyorlardı. Ben de oturup bir köşede kalabalığa karışmıştım.
Tam o sırada bir otobüs yanaştı meydana. Turist kafilesi değildi. İçeriden yirmiye yakın tesettürü muntazam kadın indi. Belli ki bir guruba aitlerdi. Hepsinin adımları kendinden emin ve başlarını dahi çevirmeden yürüyorlardı. İçimden "Eyüp Sultan’ın gerçek sahipleri geldi" diye düşündüm. İster istemez onlara bakıyordum. Huzur veren bir topluluktu. Sonra bir tanesiyle göz göze geldim. Bana sorsanız o güne kadar aşkı tarif edemezdim lakin işte bu üç saniyelik bakış o bilinmezliği benden aldı götürdü.
"Burası yeri ve zamanı değil", işte bu düşüncemi yıkarak bir yolunu bulup hediyelik eşya sattan dükkanların birinin önünde yakaladım onu. Üzerinde "Pierre Loti Hatırası" yazan bir oyuncağı eline almış ve beğenmişti. Tam ücreti ödeyecekti ki "beyefendi ödedi" sesini duyunca yine göz göze geldik. Elindekini geri bırakmaya hazırlanırken konuştum onunla ilk kez.
- Lütfen, eğer istemezseniz bir çocuğa hediye edersiniz. Hem buralara kadar gelip az ötedeki Pierre Loti Tepesi’ne çıkmazsanız da olmaz.
- Ne biliyorsunuz uzaklardan geldiğimi?
- Bizim buranın insanı elinin altında diye şöyle bir başını kaldırıp bakmaz camiye, siz minaredeki kuş yuvasını izliyordunuz az önce. Eğer isterseniz yarın akşam iftardan sonra sizi Pierre Loti Tepesi’ne götüreyim. Bir çay ikram edelim misafirimize. Gelirseniz akşam saat 21:00’da teleferiğin önünde bekleyeceğim sizi.
- Gelmem!
(Gelmişti)
- Geleceğimi nerden bildiniz?
- Gelmeseniz de gelirdim -zira bazen yolun kendisi yolun sonundan hayırlı olabilir.
- Tasavvuf biliyor musunuz?
- Hayır, sadece kendimi biliyorum.
Pierre Loti Tepesi’ndeki o meşhur çay bahçesine geçtiğimizde onun isteğiyle sekiz numaralı masaya oturduk. "Sonsuzluk" işaretini andırdığı için seviyormuş.
- Lütfen buraya kadar geldim diye beni yanlış anlamayın.
- Size adınızı bile sormayacağım.
Bembeyaz bir kuğu gibi duruyordu. Çayını yudumlarken görünen manzaranın çok daha ötelerine baktığına eminim. Sonra bir ara iki kolunu da dirseklerinden masaya dayayıp ellerini de yanaklarına yapıştırarak direk gözlerimin içerisine baktı.
- Biliyor musun, neyse..
İlerleyen dakikalarda beni bir korku sardı. O’nu o gece bir daha görüşmemek üzere sonsuzluğa uğurlayacaktım. Yine de ân’ı yaşamak istiyordum ve işte tam da o anda huzurumla başbaşaydım.
- Kuşları seviyor musun?
- Yok, yani öyle düşkün değilim. Ben sadece senin baktığın yerdeler diye öyle bir an işte. Aslında kendimi örnek verdim orda. Otuz yıldır burada oturuyorum, sen gelene kadar farketmemiştim minaredeki kuş yuvasını.
O ana kadar birbirimize sormadığımız isimlerimizle ve birbirimiz hakkında bilmediğimiz hiçbirseyle biz bir hiç’in ortasında başbaşaydık.
- Buraya neden geldim biliyor musun?
- Neden?
- Onunla vedalaşırken seninle de vedalaşmak için. Çünkü sen beni çok başka bir yerden yakaladın.
"Hoşçakal"
Kati bir emirle söylenmiş bir yasak gibi oturduğum sandalyeden kalkamadım -başımı bile çeviremedim. Çünkü giderken mıhlanmış bir çivi gibi beni yanağımdan öpmüştü.
Ertesi gün sabahında o minarenin yanında buldum kendimi. Akşama kadar bekledim. Sonra bir sonraki günün akşamına kadar ve sonra yine bir sonraki günün akşamına kadar..
(Gelmedi)
Aylar sonra bir cuma günü bir cenaze kalkıyordu Eyüp Sulran’dan. Resminden tanımıştım. O’ydu. O gece beraber geldiği kadınlar da oradaydı. Yaşlıcalardan birisinin koluna yapışıverdim.
- Dur teyze, kimin bu cenaze anlat bana!
"Sen o delikanlısın galiba"
- Adı Meryem, başımız sağolsun. Kanserdi. Doğumunda annesi ölünce babası Meryem’den bildi bunu. Ben halasıyım, bana emanet etti. Babası da bu caminin imamlarından. Son zamanlarında buraya gelmek istedi. Babasıyla vedalaşmak, yine de helalleşmek için. Olmadı. O gece babasının minarede bir kuş yuvasını temizlediğini görmüş. Kıskanmış, üzülmüş. "Allah (cc) affetsin, yapamayacağım" diyerek gitmedi. O sırada sen gitmişsin yanına. Bunu da görürsek diye sana vermemizi istedi.
Küçük bir notta "beni özlediğinde minaredeki kuş yuvasına bak güzel adam" yazıyordu.
YORUMLAR
Pierre Loti'yi ben Fransa'da bir şehir sanıyordum, hatta bi gün gider oraları gezerim diyordum, meğer bizim İstanbul'da burnumun dibinde, ayağımın altındaymış da haberim yokmuş. Bu aptallığıma sadece gülmekle de kalmayacak, gidip göreceğim de artık bu yazının güzel hatrına...
Hikayeler güzel ilerliyor, sürükleyici, finaller de dikkat ve merak uyandırıyor.
Yazım dili de aynı şekilde düzgün ve berrak.
Teşekkürler.
bayduygusal
Teleferikle çıkılıyor manzarası da güzel tabi atmosferi de..
Kesinlikle tavsiye ederim.