- 484 Okunma
- 7 Yorum
- 11 Beğeni
Sırra Kadem Ömre Neşter
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Geldi, adamın tam karşısına oturdu öfkeyle.
Abartılı makyajı (hiç yapmazdı oysa), ağzında bağımsızlığını ilan etmiş kocaman pembe sakızı (çılgınca çiğniyor), son derece zıt bir renge (belli ki sıkı bir depresyondaydı) boyattığı kırmızı saçlarıyla gözlerini dikti adama.
Adam, anlam veremediği kargaşa denizinin içinde kayboldu bir an. Ne söyleyeceğini bilemedi. Kaldı ki henüz bir konuşma cümlesi de tüketmemişti kadın. Donuk ve aptal bir bakışla sabitlenen adamın duruşunu, huysuz ve hoyrat devinimlerle kıpraşan kadının sert sesi yıkmaya yetti.
İrkildi adam, gürledi kadın.
--Dün beni nasıl ekersin? Aptal gibi çay bahçesinde bekleyişimin senin için hiç mi önemi yok? Beni aramaya tenezzül dahi etmedin ve üstelik telefonun da kapalıydı. Konuş, susma!
Adamla birlikte her şey sustu bir anda.
Pikapta dönen plak, kahvesini höpürdeten pos bıyıklı bir ihtiyar, yere düşen ve kabartmalı süslü karonun üzerinde tuzla buz olan bir soda şişesinin ürkünç sesi, dedikodunun dibine vurup şen kahkahalar atan genç bir kadının hunharca çığlıkları, kasadaki kızın şaşkın bakışlarının arka fonunda duran bir natürmort tablonun içindeki yan yatmış yeşil bir şişe, kahvesini höpürdeten pos bıyıklı bir ihtiyarın karşısında oturan şapkalı zarif kadının kucağında garsona hırlayan bir chihuahua (şivava).
Her şey ama her şey sustu.
Nice sonra adam hınçla ayağa kalktı. “peh” der gibi ağzını yamultarak, elinin tersiyle saçma bir hareket yapıp boşluğa, sert adımlarla çıktı kafeden.
Kadın bakakaldı.
Kadın susakaldı.
Kadın donakaldı.
Kadın kaldı.
Adam gitti.
0—0---0
Adam oturdu paltosunu çekip bir banka yorgunca.
Gökyüzüne bir kuş sürüsü havalandı. Kanat çırpışları gök boşluğuna çarpıp, adamın kırlaşan şakaklarını titretti.
Martıların senfonisi, zaten bir hayli açık yakalı gömleğinden kalbine doğru sorti yapmaktaydı ve oturduğu banktan artık kalkıp eve gitmesi gerektiğini düşünüyordu. Ev neresiydi, ev neydi?
Üşümüştü ve serseri bir yağmur, bağrını delercesine soğuk damlalar döküyordu.
On üç yıldır hiçbir haber alamıyordu kadından.
On üç yıldır kendinden de haber alamıyordu adam.
Tüketmediği şehir, adımlamadığı sokak, bakmadığı otel, bar, pavyon, kulüp, genelev, köprü altı kalmamıştı.
Karakollar, hastaneler, mezarlıklar…
Onu ararken kavgalara da karıştı. Sağlam bir bıçak yedi böğrüne bir keresinde. İki ay hastanede yattı. Ölüyordu az daha.
İzmir’in pavyonlarında onu ararken bir gün, artist bir kapı görevlisi ile kapıştı. Sağlam dövdü herifi. Kendinin de boş olmadığını o zaman anladı. Sonrasında pavyon çalışanları üzerine çullandılar. Temiz dövdüler ama nezarete atılan da o oldu. Bodyguard şikayetçi olmuştu darptan. Mahkeme süreci falan derken iki ay da hapis yattı. İki sene gibi geldi ona.
Ankara Mamak’da bir ara sokakta önünü kestiler bir kış. Buz gibiydi hava, her yer buzdu. Alnından akan sıcak kan iyi mi gelmişti ne? Çok soru soruyormuş bu civarda. Kimmiş, kimin nesiymiş, niye dolanıyormuş ortalıkta karanlık karanlık. Alnından akan kanın sebebi buydu. Copa benzer bir şeyle vurdular kafasına. Cevabını bile beklemediler soruların. Uyandığında bir çöp konteynerinin içindeydi. Sekiz dikiş, umutları yitiriş miydi? Aksine daha bir hınçla aradı, durdu. Tehlikelere aldırmadan atıldı her gizemin içine. Kadını bulmalıydı adam. On üç koca zaman, on üç asır, on üç ölüm. Kadını bulmalıydı adam. Adını bulmalıydı kadın.
Sırra kadem, ömrüne neşter çeken bu kayboluş, hiç ama hiç anlamlı değildi.
0—0---0
Otobüs terminalinde indi taksiden.
Kahredici soğuk rüzgar, paçalarını yaladı yapraklarla bir. Başını gökyüzüne kaldırdı. Yağmur ha yağdı ha yağacaktı. Adam ha yağdı ha yağacaktı.
Otobüse doğru umarsızca yürüdü.
İstanbul yazıyordu camda.
Eylül 2024
Ali K. Tanyıldız
Fotoğraf: Nuri Bilge Ceylan
YORUMLAR
Bazen bir sayfa edebi deneme tarzı bir yazı koca koca hikaye kitaplarından büyüktür. Tebrikler hocam. Kaleminiz daim osun. Sıhhat ve afiyet dilerim.
çöl gezgini ali tanyıldız
Saygılar.
Bu anlatıdaki kahramanın hislerinden, yaşadıklarıdan ziyade, onun kaybettiğinde kalıyor insanın aklı.
Sahi başına ne geldi, kim/ler ne yaptı? Aşırı makjajı, saçının boyası, ağzındaki sakizi "ben de varım, yaşıyorum. beni ciddiye alın!" demek için değil miydi?
O kadının, tabuları tuz buz eden "dik" başlılığını "tehlike" olarak görenler, şehrin sokaklarını istila etmiş olmalılar ki, izsiz yok oldu...
Toplumsal travmaları, kalbi olan bir insan gözüyle anlatan organik ve etkili bir öykü.
Belki, N.B. Ceylan için kısa bir film projesi, dedim içimden.
Çok kutluyorum eserinizi ve sizi, sayın Tanyıldız.
çöl gezgini ali tanyıldız
Gurur duydum içinizden geçenler için.
Sevgilerimle.
Tüya
Ben de sizin kalbimizi tarumar eden yozluğu, giderek normalite olarak kabul edilen kadın düşmanlığını gün yüzüne çıkarmanızdan gurur duydum.
Daim olsun kaleminiz,
Sevgi, saygı benden.
öykünüz 1971 yılından beri kayıp olan 68 kuşağı 1947 doğumlu Behcet BAYRAM abimi, Hatırlattı anılarımda değerli yazar. Daha ötesini yazamıyorum
saygılarımla
çöl gezgini ali tanyıldız
Sevgilerimle.
Sizin yol hikayeleriniz hep çok özel.
Okurken içimizin bam teline dokunuyor yaşananlar.
İlk kez yolların kesişmesi bile mucizevi iken kaybetmek, kaybolmasına izin vermek ne kadar kolay.
Yeniden bulmak bulmaya çalışmak için ödenen bedeller.
Sonra dedim ki bulsa bile bulduğu kaybettiği değilse ya...
Çoğunlukla öyledir kaybettin asla bulduğun değildir. Zaman herkesi biraz yontmuş ve örselemiştir.
Öykü biter okur sorularla kalır.
Kutlarım Ali güzel öykü.
çöl gezgini ali tanyıldız
Öyküdeki gibi, çok basit bir şekilde kaybedilenler, aynı basitlikle bulunamıyor ve ağır bedellere rağmen arayış çetin yollardan geçiyor.
Sevgimle.
şimdi sıra bende…
hayat, bazen bizi hiç tanımadığımız bir yolculuğa çıkarır; san ki adımlarımız bizi nereye götürdüğünü bilmez de, rüzgârın savurduğu bir yaprak gibi oradan oraya savrulurrruz. oysa insan, her ne kadar serbestçe dolandığını sansa da, kaderin ince bir ipliğiyli bağlıdır bu dünyaya. adımlar, kelimeler, suskunluklar ve öfkeler… hepsi bir düğüm olur o iplikte; bazen çözülür, bazen kördüğüm olur, bazen de kopuverir ansızın. ama iplik hep oradadır, dokunduğu her anıyı ve hatırayı bir ilmik gibi bağlar kendine. ve insan, o ipliğin ardında, bir zamanlar yitirdiği bir gölgeyi kovalar durur.
bazı insanlar kaybolur; kendilerini bile bilmedikleri bir sisin içine saklarlar. ama kaybolmak, sadece fiziksel bir eylem değildir. kaybolmak, bazen bir bakışta, bir duruşta, bir suskunlukta gizlidir. insan, belki de asıl kendinden kaçar o anlarda. bir başkasıyla yüzleşmeye cesareti yetmeyenler, ilk kendilerinden vazgeçerler. çünkü aynaya bakmak zordur; en çok da kendini görmeyi unutmuş birine zor gelir. bir yüzyılın yükünü taşır gibi yürür insan, her adımda biraz daha eksilerek.
insan, tüm hayatı boyunca birini bekler. oysa beklediği kişi, belki de hiç gelmeyecektir. ve insan, beklerken bile fark etmeden değişir, dönüşür. bir zamanlar sahip olduğu herşey, bir bir eksilir, dökülür. geride kalan, sadece suskunluk ve boşluk olur. i̇şte o an, insan aslında hiç bir şeyin gerçekten önemli olmadığını anlar. geriye kalan sadece sessizliktir. ve o sessizlik, tüm yaşamın anlamını içinde taşır.
şimdi sıra sizde…
çöl gezgini ali tanyıldız
Yitip gidenler için...
Şimdi sıra onlarda.
Teşekkür ederim.
çöl gezgini ali tanyıldız
Yitip gidenler için...
Şimdi sıra onlarda.
Teşekkür ederim.
çöl gezgini ali tanyıldız
Yitip gidenler için...
Şimdi sıra onlarda.
Teşekkür ederim.
Bulunduğum yerden birileri beni zorla çekmiş de hayatın tam orta yerine fırlatmış gibi hissettim yazınızı okurken. Oysa koltuğumda keyifli keyifli çayımı yudumlayıp, dünyanın hayhuyundan uzakta, gayet güvende olduğumu sanıyordum. Ama birden pavyona düşmesi söz konusu olabilecek bir hemcinsim için kaygılanırken buldum kendimi.
Şaka bir yana çok gerçekçi, okuru kıskıvrak yakalayıp anlatılan ortamda hissettirecek kadar güçlü bir anlatım var öyküde. Konu da çok sürükleyici…
Kaleminize, emeğinize sağlık…