- 444 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI SULTANI 2.ABDULHAMİD HAN KIZIL SULTAN DEĞİL-ULU HAKAN-GÖK SULTANDIR...1
Büyük Dedem Rahmetli Sultan 2.Abdulhamid Han hakkında lehinde ve aleyhinde Dünyada en çok eser yazılan çok Kıymetli bir Osmanlı Padişahıdır.
’’Şurası muhakkaktır ki,ister kendi devrinde ister Onu tahtından edenlerin facialarla cinayetlerle ve hatalarla dolu devirlerinde bu büyük Türk Hakanı hakkında insaf ve iz’anla tarihi hakikatlerle bağdaşmayan korkunç iftiralar yapılagelmiştir
Onun 33 yıl içerisinde yaptığı çok kıymetli hizmetler hiçe sayılarak Onun kadar tamamen yalana isnat ve iftiralara uğramış tarihi bir şahsiyet hemen hemen yoktur.
Uçurumun kenarına gelmiş ve hatta uçurumdan aşağıya yuvarlanmaya başlamış olan bir İmparatorluğun çözülüşünü inanılmaz bir zeka ve faaliyet ile durdurarak Türk Milletine ve Memleketimize unutulmaz hizmetlerde bulunduğu hakikati inkar edilmiş,bu korkunç aşağılama ve kötüleme kampanyası maalesef günümüze kadar devam edegelmiştir.
Tarihi hakikatlerin yeni yeni ancak söylenilmeye başlandığı şu günlerde dahi Sultan 2.Abdulhamid Han Dedemin hakiki çehresini,büyüklüğünü,hizmetlerini tam manasıyla açıkça yazabilmek adeta bir kahramanlık olarak telakki edilmektedir.
Elbette Sultan Abdulhamid Han da bir insandı.Elbette Onunda hataları ve noksanları olabilirdi.
Tarihçilerin vazifesi,İmparatorluğun en buhranlı devirlerinde idareyi maslahat etmiş olan ve 33.sene bil fiil insanı şaşırtan bir azim ve zeka ile içte ve dışta milli menfaatlerimizi korumak hususunda sarfettiği yorulmak nedir bilmiyen faaliyetlerini tahlil ve izah ederken,insaf ölçüsünü de elden bırakmamak olmalıdır.
Sultan Abdulhamid Han-ı Sani;Batının istilacı sömürgeciliğine karşı sanayileşmenin şart olduğunu idrak eden,kurduğu fabrikalar bugün de çalışmakta olan,büyük bir Türk Sultanıdır.
İstanbul’dan başlayarak Selanik’ten Bağdat’a,Beyrut’a,Medine’ye kadar tüm Osmanlı mülkünü hala ayakta duran binalar,Hicaz Demiryolları,su bentleri,Camiler,Okullar,Askeri tersane ve kışlalar,Tabyalar ile donatan yine Odur.
Onun zamanında sınırlarımız İşkodra’dan Basra Körfezine,Karadeniz’den Sahra-i Kebir Çölleri’ne kadar uzanıyordu.
İçeride Sultanımız,azınlıklara karşı gayet ince bir siyasetle beraber tarihe,Türkçe’ye,Milli birlik ülküsüne dayalı Milliyetçilik siyaseti uygulayarak 33 sene bu asil milleti bir metre toprak kaybettirmeden ayakta tutmuştur.
Azınlık Ermeni,Rum,Gayri müslim tebaanın Onun hakkında türettikleri Kızıl Sultan gibisinden lakap ve iftiralar,Onun bu Milliyetçilik siyasetinden ve Türk Devletini güçlü şahsiyeti ile temsil etmesinden ileri gelmektedir.
Nitekim içerdeki yerli azınlıklar ve onların Batılı dışardaki arkadaşları dostları önce Dedem Sultan Abdulhamid-i Sani’yi Hal ettirmişler ardından dokuz yıl içerisinde Osmanlı Devletini el birliği ile yıkmışlardır.
Sultan Abdulhamid Han’ın tahta çıkışının üzerinden tam 148 yıl geçtiği halde hala O zata düşmanlık edenler bulunabilmektedir.Bunlar Batılılar ve onların içerimizde yerleştirdikleri çocuklarıdır.
İstanbulun fethinden sonra kalan azınlıklar hala Konstantinepolus hayali kurmakta iseler elbette onların burada kalan çocukları ile bu Hak-batıl mücadelesi devam edecek onlar iftiralarına bizler de hakikatleri izah etmeye devam edeceğiz.
Çok büyük bir muhtevalı bu konuda bir kitap hazırlayacak olsak bu tutumlarının ana sebepleri olarak şunları söyleyebiliriz:
Sultan Abdulhamid Hanın şuur ve anlayışı,çağları aşan bir Türk ve İslam milliyetçisi olması.
’’Türk Osmanlı Devleti’nin ancak Onunla ayakta durduğu ve Onunla yıkılacağına dair kanaat.
İstiklal,İstikbal ve menfaatlerini Osmanlı-Türk İmparatorluğunun çökmesinde gören Musevi,Ermeni,Rum,Bulgar vb.azınlıkların bu büyük Sultanı yıkmak için dünya çapında iftira ve kötüleme kampanyalarını,O yaşarken ve ölümünden sonra da devam ettirmeleri diyebiliriz.
Adaletli ve dirayetli Osmanlı Türk Padişahının adını işte bu yüzden bu soysuz haramiler Kızıl Sultan’a çıkarmışlardır.Sonrasında da Onu Türkiye’de modern mektepler açarak kendi eliyle yetiştirip Avrupa’da tahsil etmek için gönderdiği sözde Jön Türkler denilen sözde asker-sivil hain aydınlara yıktırmışlardır.
Her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu 1920’ lerde yeni Cumhuriyet idaresine geçilmesiyle beraber yıkıldı sanılır ise de bu aslında doğru bir görüş değildir.33 yıl bir tuğlasını dahi düşürmeden koruyabildiği Osmanlı Devlet-i Aliyesi’nin çatısı 1909’da Dedem Sultan 2.Abdulhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle yıkılmıştır.
Sonrasında gelen Padişahlar ise,İttihat ve Terakki Partisi iktidarının elinde esir zavallılardır.Sultan Abdulhamid Han’ın Hal’ine de bahane olarak 31 Mart Vak’a sını kullanmışlardır.
Osmanlı İmparatorluğunu üç kıtadan Sevr’in taktir ettiği Haymana Ovası’na kadar küçültenler İttihatçılardır.İslamiyetin Hilafet Sarayına Musevi ve Hristiyanları göndererek tahtından indiren ve sebepsiz savaşlara tutuşarak Yunan’ı,Rus’u,Fransız’ı,İngiliz’i,İtalyan’ı canevimize kadar sokan o sözde İttihatçılardır.
Kızıl Sultan gibi çirkin bir sıfatı Ona yakıştıranlar bugün olduğu gibi,Filistin’i hep beraber oraya göç etmek ve müstakil bir millet olarak yaşamak için değil,yine her tarafa dağılmış ve her tarafın kanını emmeye memur bulundukları halde göstermelik bir har’a gibi kullanıp dünyanın en nazik yerinde işgal edecekleri köprü başları ile cihan siyasetine tesir etmeyi hesaplayan ve o çağın Filistin’de vatan tutmak isteyen yahudileri idi.
İşin bundan sonraki pek az kimse tarafından bilinen hakikati şudur ki;Yahudiler Siyonistlar Kudus’e mukabil iki hazine para karşılığı ve Duyun-u Umumiye borçlarını silmek teklifinden başka Sultanın şahsına muazzam bir servet takdimine hazır olduklarını bildirerek Kudüs ve çevresinde yerleşme hakkı istediler.
İstekler Sultan Abdulhamid Han tarafından : Ecdadımın kanla ve şanla İslama kazandırdığı vatanı,para ile satamam.Dünyanın bütün Devletleri ayağıma gelse de bütün hazinelerini kucağıma dökse de,Siyonistlik adına,size Kudüs’ten bir parça bile yer vermem.’’diye reddetmişti.
Bu reddediş öylesine destansı bir reddedişti ki Osmanlı Kayı Oğullarının yoksul da düşseler dahi ne kadar asil olduklarını gösterir.
İşte bugünkü Terörist İsrail’in teşekkülü yolunda bu ilk ve sureta meş’um teşebbüsü,Sultan Abdulhamid Han Dedem,kökünden reddetmekle ileriyi görmüş ve adını Türk İslam tarihine almış altın harflerle ’’ULU HAKAN’’ diye kaydettirmeye hak kazanmıştır.
Bu durum böyle iken,aynı siyonist yahudinin,oyununa getirilerek,yerin dibine batırılmak istenen Sultan Abdulhamid Han Dedem ’’Bütün hizmetlerime bir kara çarşaf çektiler.Benim kimseden talep edecek bir hakkım yok.Sebep olanları Millet arasın.Ben Milletimin iyiliği için çok çalıştım.Hepsi mahfoldu.’’diyerek duygularını dile getirmiştir.
33 yıl boyunca Milletimden birinin dahi burnunu kanatmadan,koskoca bir İmparatorluğu idare etmiş bir Sultanın son sözleri olan bu bu satırların ardından yıllarca gündemde kalacak şu soruyu bırakarak bu çileli cefalı dünyaya gözlerini kapamıştı:
’’Sultan Abdulhamid Han Kızıl Sultan mı,yoksa Ulu Hakan mı?Elbette ve şüphesiz ki Ulu Hakan-Gök Sultan!!
Cennetmekan Ulu Hakan-Gök Sultan Sultan 2.Abdulhamid Han Dedem üzerine bulandırılmış,kandırılmış,Dünya kamuoyu ile beraber bizim sözde aydınların da nasıl ters düşündüklerini görmek hayret vericidir.
Bazı aydınlar var sözde elit aydınlar aynı Jön Türkler gibi hiç okumadan,tanımadan,araştırmadan Ona düşmanlık ediyorlar.Milletimin gözyaşları ile kabrine taşıdıkları 106 yıldan beri Onun hakkında tarafsız bir görüş birliği bile sağlayamamışız.
Ne yazık ki hala ona Kızıl Sultan diyenler,adını duyunca nevri dönenler var.Bir zamanki Türk İslam varlığının timsali olan Ulu Hakanımıza karşı Devlet ve Milletimizi parçalamak isteyen yerli ve yabancı düşmanlıklar bugünde bile hala devam ediyor.
İnsaf sahibi ecnebi tarihçilerin yaptığı bir araştırmaya göre tesbitleri odur ki,geçmişte yapılan tarihi hatalardan biri de Sultan Abdulhamid Han’ın tahtından indirilmesi olmuştur.
Çünkü O,Cihanşümül Dünya siyasetiyle Doğu ve Batı arasındaki muvazeneyi kurup,belki 1.Dünya Harbi gibi bir harbin çıkmasını önleyebilirdi.
Onun için Sultan 2.Abdulhamid Han’ı yakından bilen ve ne büyük bir tarihi kurban olduğunu anlayanlar Türbesinin önünden geçerlerken büyük bir ta’zim saygı ve hürmetle durup,şüphesiz Onun ruhaniyetine şöyle hitap ederler:
’’Selam sana olsun,Ey Haşmetli Hükümdar.Ey Padişah-ı Tacidar,Ey Ulu Hakan!!..’’(1)
***
’’Hiç kuşkusuz yüz yıldır üzerinde en çok tartışılan padişah II. Abdülhamid’tir. Onunla ilgili yüzlerce kitap ve makale yazılmış, kimilerince yarden yere vurulurken kimilerince de övülmüştür.
Abdülhamid Han’ı yerden yere vuranlar, ona Kızıl Sultan diyenler, sultanın bir başına yürüttüğü derin ve çok yönlü politikaları anlayamamakta, dönemin koşullarını bilmemektedir.
Alman Şansölyesi Bismark Sultan 2.Abdülhamid Han için, "dünyadaki bütün siyasi akılların yüzde doksanı Abdülhamid’de, yüzde beşi’de bendedir. Geri kalan yüzde beşiyse öyle, gelişigüzel sağa sola saçılmış" derken gerçeği anlatıyordu.
Rıza Tevfik, "yüz yılın en siyasi padişahı" olarak tanımlamıştı sultanı. Gerçekten de o tam bir siyaset cambazı ve diplomasi kurtuydu. Batı emperyalizmine karşı "hasta adamı" yiğitce savunan "son kurtarıcıydı."
Sultan Abdülhamid Han açtığı okullarda yetişen asker ve bürokratlarla, gerçekleştirdiği imar-iskan ve altyapı hizmetleriyle, Cumhuriyet’in ve çağdaş Türkiye’nin temellerini atanların arasında yerini almıştı...
Tahttan indirildiği 1908 yılından sonra koca imparatorluk ancak on yıl yaşayabilmiş, onun bin güçlükle ayakta tuttuğu devlet büyük bir felaketle çökmüştü. Bu anlamda o "son imparatordu." Çünkü ondan sonraki padişahlar, Osmanlı Devleti’nin ve padişahlık kurumunun gücünü de saygınlığını da koruyamamışlardır.
Abdülhamid Han’ın sırlarla kaplı dünyasını doğru anlamak, hiç kuşkusuz bu günümüze ve yarınımıza büyük ışık tutacaktır. Necip Fazıl’ın Abdülhamid’le ilgili söylediği "Abdülhamid’i anlamak her şeyi, anlamaktır", cümlesi çok yerindedir.
Fransız bilgin Francois Georgeon, bu konuda çok iddiacı: "Abdülhamid’i ve onun hükümdarlık dönemini anlamak, bir bakıma bu günkü Türkiye’yi anlamak demektir."
Tarihçi İlber Ortaylı Abdülhamid’e "son evrensel imparator." derken onun bir çok devlete ve geniş topraklara hükmeden kudretli/büyük hükümdar", olduğunu vurgular.
Dış politikada izlediği "denge siyaseti" ve batmakta olan devleti kurtarmak için içte ve dışta aldığı katı ve koruyucu önlemler onun dengeli ve otoriter kişiliğinin sonucudur.
Bu yüzden Sultan 2.Abdülhamid, yaptıklarıyla anlaşılamamış ya da anlaşılmak istenmemiş, yurt dışında "kızıl sultan" iftiraları, yurttaysa "baskıcı" suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştır.’’(2)
***
’’Sultan 2.Abdülhamid Han kendisini sevenler için Ulu Hakan, sevmeyenler için Kızıl Sultandır.
Peki doğrusu ne? Kızıl sultan mı? Ulu hakan mı?
Hadi birlikte derinlere inelim biraz…
Sultanın yaptığı en önemli işlerden biri içteki ve dıştaki saldırılara karşı Hamidiye Alaylarını kurmasıdır. Doğu Anadolu da Ermeni hareketlerine karşı kurduğu bu alay ile bölgelerde büyük ölçüde asayişi sağlamış, Ermeni isyanını bastırmıştır.
Ve bu sebeptendir ki, Ermeni asıllı Fransız yazar, Albert Vandal sultanın hakkında kan döken sultan anlamında " Kızıl Sultan" yakıştırmasını yapar. Ve bu Kızıl Sultan sloganı ile genç nesilleri yanıltmayı başarır. Bilakis günümüzde kendini milliyetçi zannedenler dahi bu yakıştırmaya inanır…
Sultan, tahta geçtiği andan itibaren Memlekette büyük bir imar ve eğitim seferberliği başlatır. Arkasından pek çoğu kendi şahsi parasından olmak üzere okul cami, köprü, hastane, çeşme gibi tam 1552 eser bırakır.
Onun Tahttan indirilmesinin hemen ardından imparatorluğun dörtte üçü elden çıkarılmış ve bu gün dahi orta doğu’da sulh ve sükun sağlanamayacak kadar çıkmaza girmiştir. Çünkü o yabancılara toprak satışını yasaklayan bir yasa çıkartmıştır. Buna rağmen İttihat ve Terakki komitesinin ilk icraatlarından biri Filistin dahil olmak üzere memleket topraklarının satışını sağlamak olmuştur.
Onun için vatan, milletin ortak malıdır ve asla satılamaz. Bu sebeptendir ki şu gün orta doğu siyonizm’in oyuncağı haline gelmiştir. Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat paşa tarafından devamlı olarak çalışmaları engellenir.
1909 yılında tarihe "31 Mart Vakası" olarak geçen, bütün bir yüzyılın kaderini değiştiren bir olay yaşanır. Kandırılmış bir kısım insanlar birinci ordudaki birliklerden bir kısmını arkalarına alarak "şeriat isteriz!" diye meydanlarda bağırmaya başlarlar, Ulema sınıfının "bu isyanın şeriatla ilgisi yoktur" diye bildiri yayınlamalarına rağmen, bu bir "din ayaklanması" diye düzmece bir irtica olayı sahnelenir.
Tahttan indirildiğinde yüksek bir veli derecesinde olan Büyük Hakan: "Bu Cenabı Hakkın bir Takdiridir." diyerek elinde muazzam kuvvetler olduğu halde müdahale etmeden tahtı hemen terk eder. Çünkü yıllar önce Şeyhi ona 33 yıl hüküm süreceğini söylemiş bu sebepten hiç direnmemiştir.
Bu isyandan sonra Osmanlı Devleti daha fazla ayakta kalamayacaktır.Ordu komutanı olan Mahmut Şevket Paşa, hiçbir Osmanlı hükümdarına nasip olmayan bir iktidarla ülkeyi yaklaşık 4 (dört) sene dilediği gibi yönetmiştir.
Ülkeyi pislikten temizliyorum, sizi korkularınızdan kurtarıyorum, korktuğunuz geçmişinizden sizleri sıyırıyorum" diyerek Osmanlı Devletine ait bütün jurnalleri yaktırmış, Osmanlıya ait bütün ihbar mektuplarını, yazılı kararları, devletin tüm bilgilerini, yani Osmanlı belgelerini yok etmiştir.
Abdülhamit Han 31 Mart vakasını hatıralarında şu şekilde anlatır.
"Olayların ve acemi idarenin her gün bir suretle izhar ettiği tahrik edici olaylar elbette infilak edecekti. Hatta 31 martın bu kadar tehiri bile şayanı hayrettir. Hiç kimseye bir hesap vermek zorunda olmadığım bir zamanda yemin ederek temin ederim ki ben bir fenalık olmaması için elimden geldiği kadar çalıştım."
Bir iddiaya göre de 31 Mart vakası İttihat ve Terakki ve İngiltere’nin onu tahttan indirmek için hazırladığı planın bir parçasıydı. Sultan Abdülhamid Hana Filistin sebebiyle husumet besleyen mason teşkilatları ona misilleme olarak bu olayı tertiplemişlerdi.
Nitekim onun tahttan inmesinin hemen akabinde Yahudiler Filistin’de toprak satın alma izini’ni koparmışlardı. Ve İmparatorluk hızla parçalanmış vatan toprakları satılmaya başlamıştı. Bu İngiltere’nin istediği bir şeydi ve istekleri gerçek olmuştu.
O tarihlerde Yahudiler, Filistin’den toprak istemişlerdi; Doktor Theodor Herlz, 1896 yılında İstanbul’a gelerek, padişahla görüşmüş ve Filistin karşılığında, padişaha 20.000.000 (yirmi milyon) sterlin vermeyi ve de Osmanlının bütün borçlarını ödemeyi teklif etmişti.
Daha da ileri giderek "Musevilerin etkin bir yardımı olmadan, mali sorunların çözümünde Osmanlı Devleti’nin hiç bir başarı gösteremeyeceğini" vurgulamaktan da geri kalmamıştı. Theodor Herlz, huzurdan ayrıldıktan sonra, padişah, yanında gelen arkadaşına hitaben: "Eğer Bay Herlz, senin benim arkadaş olduğun gibi arkadaşın ise, ona söyle bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan benim değil, milletime aittir" demiştir
Abdülhamit Han Kur’an’a ve PeygamberEfendimizin sünnetine sımsıkı sarılmış çok dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan bunu anılarında şöyle anlatır;
"Babam doğru ve tam itikata sahip bir müslümandı. Namazını hiç kaçırmaz, ramazanlarda namazını Süleymaniye Camiinde kılardı. Orada açılan sergilerden de alışveriş ederdi. Sarayın hususi bahçesinde beş vakit Ezan-ı Muhammedi okunurdu. Babam devamlı olarak "din ve fen" derdi. Bu ikisine de itikat etmenin caiz olduğunu söylerdi".
İlk kız okulları Dar-ül Muallimat onun zamanında açıldı. Bilinenin aksine okuma seferberliği onun zamanında başlatıldı.
Fatma Pesend Hanım ile evliliğinden bir sene sonra Hatice sultan isminde bir yavruları dünyaya gelir. Ancak hatice sultan 8 aylıkken kuşpalazı olup vefat eder. Bunun üzerine Osmanlı imparatorluğunun ilk çocuk hastanesi olan Şişli Etfal Hastanesini yaptırır. Eşi fatma hanım da tahttan ininceye kadar hastanenin idaresinde çalışır.
1906 yılında ise Ok meydanındaki Darülacezeyi kurar. Yine onun zamanında petrol araştırması raporlarında Musul, Kerkük, Bağdat ve Erbil’de gösterilen petrol yataklarının yanında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Siirt, Hakkâri gibi yerlerde petrol yataklarını tesbit ettirir. Bu bilgiler ve devlet için yaptığı bu çalışmalar elbette dış güçleri çok rahatsız edip onların huzurunu kaçıracaktır.
Atatürk’ün birçok inkılâpta Abdülhamit Hanın projelerini geliştirdiğini bazılarında projeleşmeyen ama heyecan halinde duyulmuş olan yeniliklerin Atatürk’te olgunlaştığını görmemek mümkün değil…
Abdülhamid Han zamanında başlayan devlet öncülüğündeki sanayi kalkınması Atatürk zamanında şu başarılarla devam ediyordu…
İplik bez ve kumaş fabrikaları, Kayseri uçak fabrikası, bankalar, Tarım Kredi Kooperatifleri, Türkiye Malzeme Ofisi, şeker, çimento, süttozu, gülyağı, kükürt, zehirli gaz maskesi şişe ve cam sanayi.
Ayrıca kuduz mikrobunu bulan Pastöre de araştırmaları için kendi cebibden yüklüce bir para yardımında bulunduğu bilinir.
Tahttan indirildikten sonra önce Selanik’e sürülmüş, kendisine birçok işkenceler yapılmış ve Selanik’in düşman işgali altında kalma ihtimaline karşın İstanbul Beylerbeyi Sarayı’nda oturmaya mecbur edilmiştir.
Büyük Hakan 1918 senesinin 10 Şubat’ında Beylerbeyi sarayında hayata gözlerini yummuş, Divan yolundaki Sultan Mahmud Türbesine, amcası Sultan Abdülaziz ile dedesi İkinci Mahmud’un yanına defnedilmiştir.
Çok ibrettir ki cenazesinde en hararetli düşmanları, onun aleyhinde olanların bile ağladığı söylenir.
Memlekete yaptığı hizmetler anlatmakla bitip tükenecek gibi değildir. İşte bunlardan bazıları :
Polis teşkilatının geliştirilmesi
Komiserlik ve baş komiserlik makamlarını ihdası
Ceza ve Ticaret Usulü kanunlarını çıkartması
Askeri dikimevleri, tersaneler, feshanelerin kurulması.
İstanbul İzmir limanlarının tahsis edilmesi
Hereke Halı ve Dokuma, Beykoz Deri, Yıldız Çini, Cibali Tütün, Yedikule İplik ve Havagazı, Kireç burnu Tuğla, Çubuklu Cam, Fabrikalarını işletmeye açılması.
Zirai alanda haralar, örnek çiftliklerin tesis edilmesi;Ziraat, Baytar, İpek böcekçilik, Halkalı Ziraat, Orman ve Maden, Ticareti Bahriye, Mülkiye, Hukuk, Sanayi Nefise, Tıbbiye, Ticaret ve Hendese-i Mülkiye, Darul-muallim, Darülfünungibi her dereceden okulların açılmasıdır ki bugün hepsi dekullanılmaktadır.
Arkeoloji, Askeri Müze, Yıldız ve Beyazıt KütüphaneleriGureba Hastanesi, Hamidiye Etfal Hastanesi, Yıldız Askeri Hastanesi ve bugünkü Darülaceze. Hamidiye çeşmeleri ve Terkos Su Şirketi. Kültür, Sanat ve Mimari gibi konulara önem veren ve ince ruhlu bir padişah olan Sultan İkinci Abdülhamid döneminde, özellikle yabancı mimarların faaliyetleri göze çarpar.
Sultan İkinci Abdülhamid’in padişahlığı döneminde yerli ve yabancı mimarların yaptığı bazı eserler şunlardır;
İstanbul Askeri Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi, Yüksek Ticaret Merkezi, Tarabya İtalyan Sefareti, Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi, Düyun-u Umumiye ve Karaköy Osmanlı Bankası, Karaköy Palas İş hanı, Maçka Palas, Ankara İş Bankası, İstanbul Maçka İtalyan Sefareti,
Haydarpaşa Garı, Sultanahmet’te Alman Çeşmesi, Sirkeci Garı, Kütahya Ulu Camii, İstanbul Yıldız Hamidiye Camii, Cihangir Cami ve daha pek çok eser ona nasip olmuştur.
Osmanlı Hanedanının modern Türkiyeye verdiği en büyük miras, Türkiyenin güçlü şahsiyetlerinin mirasıdır.
Osmanlı ruhunu taşımak demek,İnsanlığın ahlaki değerlerini korumak, konu komşuya karşı hak ve hukuka riayet etmek, iş hayatında dürüstlük, muhtaca yardım ve merhamet, eşe dosta ve aileye şefkat, samimiyet, adap ve arkan içinde sahip olduğu örf adet ananelere saygı duyarak bunları yaşatmak demektir.
Düşmanın dahi haklarına saygı ve hoş görü, her şeyden önce hakiki hak ve adaleti muhafaza etmek, yani özetle Osmanlı ruhu taşımak demek: Kuran Ahlakıdır.
Bu güne kadar OSMANLI hanedanları zalim, merhametsiz, nefsinin afetlerine uymuş, yozlaşmış gibi gösterilse de aslı asla böyle değildir...
Bu gün modern bir Türkiye varsa bilakis Osmanlının değerli mirasıdır…
Şimdi soruyorum size? Bu kadar hizmeti islami ve milli şuur ile yapan bir sultan;
Kızıl sultan mıdır? Yoksa ulu hakan mıdır?
Merak ediyorsunuz değil mi? Ben ne düşünüyorum diye? Bana göre; ‘’Cennet Mekan Sulatan II.Abdulhamid Han’’ Tüm kör gözlüllere inat, Gönüller sultanı ve ULU HAKANDIR!
Ves… Selam…’’(3)
KAYNAKLAR:
1.Kızıl Sultan mı,Ulu Hakan mı,Hasan Arıkan-Kamer Neşriyat.
2.Aziz Üstel köşe yazısı
3.İbrahim Danacılar,köşe yazısı
03.09.2024//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU