- 302 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TAHTA ÇIKIŞININ 148.YILINDA GÖK SULTAN-SULTAN 2.ABDULHAMİD HAN DEDEMİ HASRETLE VE MUHABBETLE ANIYORUM..
Osmanlı padişahları arasında en fazla eleştirilen başta Ermeniler olmak üzere Batılılar tarafından Kızıl Sultan lakabı verilen Büyük Dedem Sultan İkinci Abdulhamid Han Osmanlının en zorda kaldığı her bakımdan zayıfladığı bir dönemde tahta geçmek zorunda kalmıştı.
Dünyanın kaynadığı bir zamanda milliyetçilik ve sömürgeciliğin en kesif olduğu bir zamanda tahta geçen Sultan mecbur olmadıkca dış devletlerle sulh halinde kalınmasını isteyerek savaşmaktan kaçındı böylece Devleti 33 yıl toprak kaybetmeden korumayı başardı.
Abdülhamid Han kurduğu sistemlerle merkezi otoriteyi kuvvetlendirmek suretiyle Batının ve Rusyanın Hasta adam dediği Osmanlı Devletini 33 sene ayakta dimdik tutarak tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır.
Kimileri tarafından Ulu Hakan kimileri tarafından da Kızıl Sultan lakabı verilen Sultan İkinci Abdulhamid Han gerçekte kimdi ve neler yapmıştı?Abdulhamid Han biraz vesveseli idi onun bu özelliği vatanını çok sevmesinden ileri geliyordu ama asla Fransızların uydurduğu gibi o Kızıl Sultan değildi.
Tarihi vakalar o günün şartlarına ve zamanın durumunu dikkate alınarak değerlendirilmez ise yanlış yorumlara neden olacaktır.Abdulhami Hanı müstebit otoriter,dikatatör,zalim ve pısırık olarak niteleyenler olmuşsa da bu sıfatları Sultana uygun görmeye çalışırken o günün şartlarını da göz önüne getirmek zorundayız.
Mithat Paşanın Rusya ile savaşmalıyız raporuna Rumeli tamamen elimizden çıkar diyerek karşı olan Abdulhamit Han bu görüşünde haklı çıkmış Rusların Doksan üç Harbinde Yeşilköye kadar gelmesi sonucunda hedef tahtasına oturtulunca da Meclisi kapatmak zorunda kalmıştı.
Abdulhamid Hana yöneltilen eleştirilerden biride jurnallere itibar etmesi Teşkilatı mahsusayı kurmasıdır.Buna sebebin Ali Suavinin kendisini tahttan indirerek Beşinci Muratı tahta çıkrma teşebbüsleri olmuştur.
Abdulhamidin karşısında İngiltere tümüyle Batı alemi ve yeni yeni filizlendirilen siyonist yahudiler olduğu düşünülürse bütün bunların bile yetersiz olduğu aşikardır.
Abdulhamid Hanın eleştirilen bir başka yönüde Namık Kemal,Mithat Paşa gibi Devlet adamlarına karşı oluşudur.Sultan Avrupaya bir çok akademisyen bürokrat göndermi,ş bunların bir çoğu gelince Sultanın karşısına geçmişler Sultan bunların dışarda İngilizler Almanlar tarafından zehirli fikirlerle doldurulduklarını görerek bunların Devletimize zarar vermelerini önlemek için her hareketlerini takip ettirmek zorunda kalmıştır.
Namık Kemalin ve Ziraat Bankasının kurucusu Mithat Paşanın resimlerini özel odasına astırmış,bana karşı olanların içinde en namuslusu bu ikisiydi demiştir.Mithat Paşanın yaptıklarına karşı onu sürgüne göndermek zorunda kalmıştır.
Abdulhamid Han başta olduğu sürece Osmanlıdan Filistinde ve Ortadoğuda bir karış toprak bile alamayacaklarını gören Batılılar özellikle o zamanın en güçlü armadasına sahip bugünün ABD si konumunda olan İngiltere onu tahtından indirmek için 31 Mart adı verilen sözde irticacı ayaklanmayı tertip ettirmişler .
Selanikten gelen çoğunluğu yahudi dönmelerinden oluşan Harekat ordusunun İstanbulu yağmasıyla ve zulmüyle sonuçlanan kalkışma neticesinde onu tahttan uzaklaştırmaya muvaffak olmuşlardır.
Ayaklananlar Hürriyet ve musavaat nidalarını haykırmakta idiyseler de Abdulhamid Hanın tahttan uzaklaştırılmasıyla ne Hürriyet ne de musavaat eşitlik ve adalet gelmemiş bil akis Irakın Libyanın devrik liderlerine yöneltilen ithamlar sonucunda devrilip öldürülmesiyle parçalanan ayaklar altında kalan zavallı Irak ve Libya halkları gibi Osmanlıda bir bilinmez meçhule doğru hızla sürüklenmeye başlamıştır.
Kısa zamanda Dünyada hızla yükselen milliyetçilik rüzgarına kapılan Balkan ülkeleri Hristiyanlıkta birleşerek,Araplar İngiliz oyununa gelerek casus Lavrencenin ayak oyunlarına altınlarına ram olmuş on senede hem ülke toprakları hem de ülke ekonomisi iflasın eşiğine gelmiş Duyun-u Umumiye kapımıza dayanmış on senede topraklarımız İttihat ve Terakki Partisinin yönetimi altına on katı kadar küçülmüştür.
Abdulhamid Han dindar bir padişahtır.Zamanında ülkesini Batılı anlamda modernize eden bir çok okullar askeri tesisler kuran Osmanlının çökmekte olan nizamını yeniden ihyaya çalışan bu Padişah Ulu Hakandır ama asla bugün bile bazı sol tandaslı sözde aydın beyinsizlerin dediği gibi Kızıl Sultan değildir.
Allaha hamdolsun onun mübarek adı bugün bazı okullara verilmekte ise de bu çok geç kalınmış bir durum olup ülkenin her yerine onun adı verilmeli,onun bu vatana yaptığı hizmetler genç kuşaklara filimlerle resimlerle gösterilmelidir.On sene daha ülkemizin başında kalsaydı bugün Osmanlı ABD nin konumunda dünya lideri bir ülke olurdu demek çok yavan kalacaktır.
Sultanın bütün hesabı hatıratında yazdığı gibi o günkü büyük devletlerin birbiriyle kapışacakları büyük cihan harbinde tarafsız kalacak Osmanlının aradan sıyrılarak güçlenmesi ve dünyanın lider ülkesi olmasıdır.Maalesef hem iç hem de dış hainlerin yaptıkları buna mani olmuştur.
Yahudiler kendilerine Allahın vaadettiği topraklarda bir Yahudi Devleti kurma hayalini hayata geçirmeye çalışırken karşılarında en güçlü adam olarak Sultan Abdulhamid Hanı bulmuşlardır.
Osmanlının bütün borçlarını ödemeyi teklif eden Theodor Hertzl’e Sultan bunun asla mümkün olamayacağı cevabını vermek suretiyle bu oyuna baştan engel olmuş yahudilerin hedef tahtasına oturtulmuştur.
Sultanımızın Hertzl’ e erdiği cevap Türk tarihine altın harflerle geçmiştir.Sultanımız:’Ben bir karış dahi olsa toprak satmam.Zira bu vatan bana değil,milletime aittir.Milletim bu devleti kanlarını dökerek kazanmış ve yiner kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır.O bizden ayrılıp uzaklaşmadan biz yine kanlarımızla örteriz.
Bu vatan bana ait değildir.Türk Milletinindir ve onun hiçbir parçasını veremem.Bırakalım yahudiler milyonlarını saklasınlar.Ancak benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i bila bedel ele geçirebilirler.Ben,canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.’demiştir.
Sultan çok iyi bir siyasetçi ,iyi bir aile babası halkına,askerine, bürokratlarına şevkatli ve usta bir marongozdur.Onun askerlere saraya yaptığı koltuk değnekleri,mobilyalar bugün bile hayranlıkla bakanların gözlerini kamaştırmaktadır.
Ermeniler Doğuda ayaklanıp bizden toprak istemekte Rusların emellerine taşörenlik yapmaktadırlar.Sultan buna karşı olduğu için Ermenilerin camide cuma selamlığında bombalı su-i kastine maruz kalmış tarihin cilvesi Şeyhulislam Efendi ile beş dakika ayaküstü görüşmesi nedeniyle erken patlayan bomba pek çok zayiata neden olmuş soğukkanlılığını muhafaza eden Sultanımız atlı arabayı kendisi kullanarak saraya avdet etmişlerdir.
Ne yazık ki Sultanın aleyhinde iş çeviren Haluk adlı sonradan papaz olan evlada sahip meşhur şair Tevhit Fikret yazdığı şiirde bomba koyan alçağı taltif etme küstahlığını göstermiştir.
Sultan Abdulhamid Han dünyada yükselen milliyetçilik akımlarına duyarsız kalmamış,Türkçülük,Osmanlıcılık,İslamcılık gibi üçlü saçayağını ustalıkla idare etmeyi başararak,Pantürkist ve Panislamist bir dış politika güderek dünya müslümanlarının yardımına koşmuş,sömürgeci devletlerin ezmesine mani olmaya çalışmıştır.
Arapların o günkü lideri olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve oğullarını İngilizlerin ayak oyunlarına parçalama planlarına engel olarak İstanbulda göz hapsinde tutmuş hediyelerle buna mani olmuşlardır.Batılı Devlet adamlarınnın eşlerine hediyeler göndererek onların bağlılıklarını sağlayan Sultan bu siyaset sayesinde 33 sene sulh yoluyla bir karış toprak kaybetmeden Devletimizi muhafaza etmişlerdir.
Batı aleminde her hadiseden bir kaç saat sonra haberdar olan Sultan Ortodoks ve katolik kiliselerini birbiriyle kavgalı tutmak için elinden geleni yapmış ne zaman Sultan tahttan indirilmiş se bu iki kilise birleşerek Osmanlıya karşı Balkan Harbine kalkışmışlardır.
Sultan İslam dinine oldukça çok bağlıydı,abdesttsiz yere basmaz hiç bir evraka abdestsiz imza atmazlardı.Tasavvufta nakşiliğe bağlı Sultanımız Halidiye kolu Altun Silsilenin sondan ikincisi Türkistanlı Mevlana Siracüddin ksa. nın müridanından olup onunla görüşürlerdi.
Mithat Paşanın her hakın kendi dilini kullanması ile ilgili maddeyi Kanun-i Esasiye koydurmayarak Türkçenin Devletin resi dili olduğu ibaresini koydurmuşlardır.Tarihin doğru yazılmasını isteyen Sultan,kendisini aşırı öven yazıları tarih kitaplarından çıkartırmışlardır.
SULTAN 2.ABDULHAMID HAN CEDDİM NELER Mİ YAPTI!!..
İlk defa elektriği, gazı getiren, ilk modern eczanemizi açtıran,İlk otomobili getiren, 5 bin km kara yolunu yaptırtan,
Dünyanın ilk metrolarından birini Karaköy-Taksim arasına yaptıran, atlı ve elektrikli tramvaylar kuran,Kudüs-Yafa, Ankara-İstanbul ve Hicaz demir yollarını yaptıran (Haydarpaşa Tren İstasyonunu da tabi),İstanbul’un binlerce fotoğrafını çektiren, Arkeoloji müzeciliğini başlatan,Chicago’daki turizm fuarına ülkemizi ilk kez sokan oydu.
Kuduz aşısının bulunmasından sonra Ülkemizin ilk Kuduz Hastanesini (İstanbul Darü’l-Kelb Tedavihanesi) açtıran,Polisiye romanların ülkemize girişini sağlayan, (14 yıl içinde basılan 4000 kitaptan sadece 200 kadarı dinle ilgili idi..)Okullara (Hristiyan okulları dahil) gönderdiği emirde, Türkçe’nin iyi öğretilmesini isteyen, Azerbaycan okullarında Türkçe yasağını kaldıran, Paris’te İslam Külliyesi kuran! Teselya savaşı sürerken saraylı hanımlara askerler için çamaşır diktiren de, hastaneleri ziyaret edip hastaların ihtiyaçlarını soran da, sarayın bahçesinde bile hastalara hizmet ettirten de!
Midilli adasını eşi Fatma Pesend Hanım’ın şahsi mülkünden ısrarla verdiği para ile Fransızlardan geri alanda O!
Israrla yerli kumaş giyen, Hereke bez fabrikası ve Feshaneyi kuran,Ziraat Bankasını kuran, Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odalarını açtıran,Yıldız Çini fabrikasını, Beykoz ve Kağıthane kağıt fabrikalarını,Toplu sünnet merasimleri yaptırıp her bir çocuğa çeyrek altın gönderen, bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetleri moda eden,Mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap gönderen, Yoksul halkına kendi cebinden ödeyerek kömür dağıtan,Ermeni Onnik’in mektubu üzerine kendi parasından takma bacak yaptırtan yine oydu.
Biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis eden,Modern matbaa makinelerini Türkiye’ye getirten, ücretsiz kitap dağıttıran, 6 bin kitabın çevrilmesini sağlayan, Beyazıt kütüphanesini kurup 30 bin kitap bağışlayan (10 bini el yazmasıdır),Yabancı bilim adamı ve yazarlara Nişanlar veren,Her yıl 30 bin saksı satın alıp çiçek ektiren,Bizim Hekimbaşı çöplüğü dediğimiz yerde gül yetiştiriciliği yaptıran da (Isparta’daki gül yetiştiriciliği de O’nun öncülüğünde başlamıştır),
Türkiye’nin birçok yerinde saat kuleleri yaptıranda O dur! (İzmir,Dolmabahçe..),Hindistan, Cava, Afganistan, Çin, Malezya, Endonezya, Açe, Zengibar, Orta Asya ve Japonya ya elçiler ve din adamları gönderen,Latin Amerika ülkeleri ile diplomasiyi başlatan,Yalova Termal kaplıcalarını kurduran, Terkos’un sularını İstanbul’a taşıtan, Bursa’nın bir köyünde bile çeşme yaptırabilen O dur, (Sadece İstanbul’a 40 çeşme yaptırmıştır),
Sarayında yaptırdığı tiyatroda oyunlar ve opera izleyen,Sarayda müzik okulu kurduran, çocuklarına piyano çaldırtan, hatta sarayda kızlar bandosu oluşturan, Kendi elleri ile yaptığı marangozluk eşyalarını hediye etmeyi seven,Kendisine yapılan bombalı suikast de 26 kişinin ölmesine, 58 kişinin yaralanmasına rağmen Ermeni katili affedip Avrupa da hafiyelik yapmaya gönderen de O dur.
Doğu Türkistan’a gönderdiği askeri yardım ile Çinlilere karşı onları örgütleyen, Çin’in göbeği Pekin’de Hamidiye Üniversitesini kurdurtan, beş vakit namazını aksatmadan kılan, hiçbir evrakı abdestsiz imzalamayan (hatta yere bile basmayan [yatağının dibinde teyemmüm tuğlası bulunduruyordu])
Yeni gemiler alan, toplar(Çanakkale Savaşı’ndaki çoğu top), tüfekler getirten de!Telefonu Avrupa’dan 5 yıl sonra ülkemize getiren de O dur!
Kiliselere, sinagoglara yardım eden (hatta Vatikan’da kilise yapılmasına bile yardım eden),Peygamberimize, dinimize veya Osmanlıya hakaret içeren oyunları kaldırtan (Fransa-İngiltere-Roma-ABD) (Bir piyes için bile Alman İmparatorunu devreye sokmuştur),
ABD’nin Erzurum’da konsolosluk açmasını reddeden, İzmir limanına izinsiz girmeye kalkan ABD savaş gemisini top ateşine tutturan,İstanbul boğazı için iki köprü projesi çizdiren (bir tanesi tam bu günkü Fatih S.M.köprüsünün bulunduğu mevkidedir), Darülaceze yaptırıp içine sinagog, kilise ve cami koyduran,Çocuk hastanesi (Şişli Etfal [çocuklar] Hastanesi) açtıran,Kendisine “Allah’ın belası”diyen Namık Kemal’i Rodos ve Sakız adası valiliklerine atayan, parasını cebinden ödediği yerde kabir yaptırtan,Posta ve Telgraf teşkilatını kurduran oydu. (Sirkeci Büyük Postane binası..),
Abdülhamit ve Abdülmecid (dünyanın ilk torpido atan denizaltısı) adında denizaltılarımızı Taşkızak tersanesinde yaptırtan da (üstelik kendi cebinden..), O!
İlkokulu zorunlu tutan (kız ve erkeklere), ilk kız okullarını açtıran, 15 tane okulda karma eğitime ilk defa geçen,Öğretmen yetiştirmek için okullar yaptıran (32 tane) (ör.şimdiki adı ile Bursa Çelebi Mehmet okulu), Kız Öğretmen Okullu açan (Daarül Malumat),Cami yaptırdığı her köyde birde ilkokul yaptıran (Mesela sadece Sivas’taki ilkokul sayısı 1637), okuma yazma oranının 5 kat arttıran, (1900 yılında ilkokul sayısı 29.130’u bulmuştu, sadece Anadolu’da 14 bin ilkokul vardı)
Orta okul (Rüşdiye)sayısı 619’a çıktı, Fransızca dersleri konuldu,Lise eğitimi için İdadiler açan (109 tane), (İstanbul Erkek-Kabataş Lisesi..)İstanbul’da Darülfünün (Üniversite) açan, Dünyanın ilk Dişçilik okulunu kuran,
Ayrıca Deniz Mühendis Okulu, Askeri Tıp Okulu (GATA’nın atası), Kuleli Askeri okulu, Mekteb-i Harbiyeler (Harp Okulları yani) ,Askeri Baytar Okulu, Kurmay Okulu, Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fak.), Mekteb-i Tıbbıye-i (Marmara Ünv.Tıp Fak.), Mekteb-i Hukuk, Ziraat ve Baytar Mektebi, Hendese-i Mülkiye (Yüksek mühendis okulu), Daarül Muallim-i Adliye (Yüksek Adalet Okulu), Maliye-i Mekteb-i Ali (Yüksek Ticaret Okulu), Ticaret-i Bahriye (Deniz Ticaret Okulu), Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel sanatlar fak.), Hamidiye Ticaret Mektebi (İktisadi ve Ticari ilimler akademisi), Aşiret Mektebi (Osmanlılık fikrini yaymak için), Bursa’da İpekböcekçiliği okulu, Dilsiz ve Âmâ Okulu, Bağcılık ve Aşıcılık Okulu, Orman ve Madencilik Okulu, Polis Okulu onun tarafından kurulmuştur.
Unutmadan birde Ankara’da Çoban Okulu var..
Hani neredeyse bütün sözde aydınların sövdüğü, öğretmenlerimizin kendi ideolojik yaklaşımı ile anlattığı, baskı yapıyor diyerek, o dönemin şartlarını bile düşünmekten aciz olan insanların sevmediği.. (Neden kimse 1925’deki Takrir-i Sükun Kanununu ile bütün muhaliflerin susturulduğunu düşünmez?
Bu dönemde hükümet veya mahkeme kararıyla pek çok yayın organı kapatıldı, özellikle sol yayınlar tamamen yeraltına itilmişti. Ya da İsmet İnönü döneminde 44 gazete kapama emri verildiğini. Yakub Kadri’nin “İsmet Paşa bir polis devleti kurdu dediğini.”
Düşünmeyiz; çünkü o kişilere karşı körü körüne yargılarımız yoktur, at gözlüğü ile değil o dönemin şartlarına göre bakarız tarihe.
İngilizlerin oyunu, İttihatçıların tertibi ile “Din elden gidiyor!” gibi komik bir gerekçe ile 31 Mart vakasına maruz bırakılan,1895-96’da Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından kurulmak istenen devleti, Hamidiye Alayları ile bastıran, bu sebeple Fransız tarihçi tarafından Kızıl Sultan diye isimlendirilen,SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN..
Belki de gerçekten suçluydu, kötü bir insandı. Çünkü Osmanlı topraklarında petrol araması yaptırıp 65 yerde petrol buldurması, bunun üzerine Musul topraklarını şahsi parasıyla alıp sömürgecilerin eline geçmesine mani olması..
Ya da Yahudilerin 5 milyon altın teklifine rağmen Filistin’e yerleşmelerine izin vermemesi (tahtan indirildikten sadece 8 yıl sonra emellerine kavuşacaklardır), vatan hainliğidir,
Ne bileyim; 240 üyeli Osmanlı meclisine 140 Türk vatandaşı sokmayı beceren İttihatçıları dinlemeyip meclisi kapaması,
Baskı yaparak devletin ömrünü 30-40 yıl uzatması, böylece o yıllarda daha genç bir subay olan Mustafa Kemal’in Türk milletinin kaderinde rol almasına vesile olması suçtu?Belki de Prof.Dr.Yılmaz Öztuna’nın dediği gibi;“Milletimiz bu hükümdarın dehasına çok şey borçludur”
Belki de Prof.Dr.İlber Ortaylı’nın dediği gibi;“Osmanlının son hükümdarı, son evrensel imparator II. ABDÜLHAMİD’dir”
Lütfen düşünün bizim kadar köklü tarihi olup ta o tarihe sırtını dönen, iftira atmaktan zevk alan, Osmanlıyı kötülemeyi Cumhuriyetçilik sayan, laik düşünceyle dinin egemen olduğu bir sistemi eleştiren, okumak yerine duymakla yetinen, araştırmadan her konuda uzman olan kaç millet vardır?
Bu kadar hizmetler yapan son Sultanımız Abdulhamidin kızına sürgünde reva görülenleri de gerçek tarih kitaplarından okuyun da kimin haklı kimin haksız olduğuna,bu millete hizmet eden gerçek kahramanların Cumhuriyetin ilanından sonra nelere layık görüldüğüne sizler karar verin.
Bu milleti 33 yıl onca dert tasa ve savaşlar varken toprak vermeden idare eden Cennet Mekân Abdülhamid Han’ın 4 talihsiz şehzadesi.Kısa kısa 4 civanmert şehzadenin 1924 hanedan sürgünü ile yaşadıkları dramlar...
MEHMED SELİM EFENDİ: Abdülhamid Han’ın en büyük oğlu idi ve 1870 de doğdu.1924 hanedan sürgünü sırasında bir orgeneral idi.Vatan hasreti ile 1937’ de Beyrut’ta vefat etti...
ABDÜLKADİR EFENDİ:1878 doğumlu şehzade,1924 sürgünü sonrası Budapeşte’de bir orkestrada keman çalarak hayatını kazanmaya çalıştı.Daha sonra Bulgaristan’da kendisine Bulgar kralı tarafından belediyede iş verildi.1944’ te Sofya’ da kalp krizi sonucu vefat etti...
AHMED NUREDDİN EFENDİ: 1900 doğumlu şehzade maalesef yokluk ve sefalet içinde 1945’ te Fransa’da öldü ve Paris’te Bobigny müslüman mezarlığına defnedildi...
ABDÜRRAHİM HAYRİ EFENDİ:1894 doğumlu şehzade, Abdülhamid Han ile birlikte Selanik’te sürgünde idi.Askerliğe aşıktı.Filistin’ de, Galiçya’ da, Çanakkale’de savaştı.Hanedan sürgünü sonrası büyük bir bunalıma ve sefalete sürüklendi.
1952’ de Paris’te bir otelde aşırı morfin alarak intihar etti.Geride bıraktığı 200 Frank parası ile otel ve cenaze masraflarının karşılanmasını ve ardından Kur’an’ı Kerim okunmasını vasiyet etti...
Şehzâde Mehmed Abdülkâdir Efendi (1878-1944), Sultan II. Abdülhamid Han’ın 2. oğludur. Almanya’da askerî tahsil görmüş; Kayzer’den madalya almıştı. Sürgünde parasız kalınca, Budapeşte’de bir orkestrada kemancılık yaparak hayatını kazandı.
1940’da harp yüzünden Sofya’ya geldi. Sultan II. Abdülhamid’i tanıyan Kral Boris’in yardımıyla belediyede kantarcı olarak çalıştı. Eline geçen üç-beş kuruşla, Sofya’da Bâli Efendi türbesini tamir ettirdi.
II. Dünya Savaşı devam ederken bir hava hücumu sırasında sığınakta kalp sektesi geçirdi. İzdiham esnasında ezilerek vefat etti. Yakışıklı, cömert ve serbest tavırlıydı.
İsmet İnönü zamanında Truman doktrini çerçevesinde ABD’den aldığımız “69 milyon dolar” askeri “yardım” ile elde edilen askeri techizatın bakımı için ABD’ye “her yıl 400 milyon dolarlık” bakım ve ithalat parası ödenmiştir.Ne karlı anlaşma değil mi?
Halbuki Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid Han’a bir yabancı firma tarafından yeni çıkartılan otomobillerden biri “hediye” edileceği zaman;“Ben bozulduğu zaman yedek parçası memleketimizde imal edilmeyen makinayı kullanmak istemem.” demişti.
***
Abdulhamid Hanın manevi cephesine gelince..İki anekdotla Sultanın manevi cephesini görelim..
Sultan Abdulhamid 1909 da tahtan indiriliyor.05 Mart 1915 Sultanım,Beylerbeyi Sarayında hapisteler.Yanında bulunan Doktor Atıf Hüseyine ,siz nekadar itikat etmezseniz de diyor.
Birgün şifayı şerif okuyorum.Orada Peygamberden,onun sıfatlarından bahisler var.Bende onu okurken tarif edilemeyecek güzel kokular hissettim.Bu kokulardan düşmanın Çanakkaleyi geçemeyeceklerini hissettim.
18 Marta sayılı günler var daha .Artık gayretüllaha dokundu,inşallah geçemeyecekler buyuruyorlar.
Bir salonda Sultan Abdûlhamid Han Hazretleri hakkında bir konferans düzenleniyor. Konuşmacılardan yeni etme, akademisyen birisi Osmanlının son dönemlerini, bilhassa Sultan Abdûlhamid Han Hazretlerini epeyce kötülemektedir.
Salonda tabi bu delikanlıya destek verenler olduğu gibi bu sözlerden rahatsız olanlar da vardı. Ortam iyice gerilmişti. Ön sıralarda oturan yaşlı bir zat ayağa kalkar, bastonunu alır, herkesin şaşkın bakışları arasında bastonunu vura vura sahneye konuşmacı gencin yanına doğru gider. Bastonunun ucuyla genci kürsünü kenarına doğru hafifçe iter ve mikrofonun başına geçer.
“Ey millet şu kadar süredir bu gencin Sultan Abdûlhamid Han Hazretleri aleyhinde ettiği lakırdıları dinlemektesiniz. Ama bu genç O’nu hiç görmemiştir. Onunla birebir hiçbir hatırası da yoktur.
Sultanı bizzat gören, müşahede eden, onunla hatırası olan birinden Sultan Abdûlhamid Han Hazretlerini dinlemek ister misiniz?” demiş.Salondan “isteriz, konuş” nidaları yükselmiş. Başlar konuşmaya…Evet ben O zatı bizzat görmüş, konuşmuş birisiyim.
Benim babam İstanbul’un eşrafından, zenginlerinden biriydi ve ben onun beş kızdan sonra dünyaya gelen tek oğluydum.
Annem babam hep “bir erkek evladımız olsa da bizden sonra ocağımızı tüttürse, malımızı mülkümüzü sahiplense” diye niyazda bulunurlarmış. Derken HZ. Allah beni ikram etmiş onlara.
Bundan dolayıda babam mahallede fakire fukaraya 40 gün bayram ettirmiş, ikramlarda bulunmuş.
Çok mutlu olmuşlar.
Derken ben konuşma çağıma gelmiş olmama ve hatta bu çağın geçmiş olmasına rağmen konuşmamam dikkat çekmiş. Konuşamadığım anlaşılmış.4 yaş, 5 yaş oldum ama yok, konuşamıyorum.Güya ben ocak tüttürecektim, malı mülkü yürütecektim…
Küçüğüm amma yine de görüyorum, seziyorum. Babam halime çok üzülüyor, gizli gizli ağlıyor. Beni görünce belli etmemeye çalışıyor ama aklım az çok idrak ediyor onu bu üzüntüsünü.
Gitmediğimiz doktor hoca kalmadı. Okul çağım geldi geçti. Dokuz on yaşlarına geldim. Akranlarım okula başladı ben gidemedim.
Bir gün komşumuz babama demiş ki, “ya komşu biliyorum, senin bu çocuğu götürmediğin doktor, okutmadığın hoca, kurban kestirmediğin türbe kalmadı ama bu çocuğu bir de Padişaha okutsan” demiş.
“Allah Allah o da nerden çıktı” demiş babam. Komşumuz demiş ki “Osmanlı Padişahları için 70 evliya kudretinde olduğu söylenir. Bir evliyanın duasını alacağına yetmişin birden duasını almış olur çocuk. Hem Sultan Abdulhamit Han zaten halk arasında da veli olarak bilinir. Bir de O!na okutsan” demiş.
İyide demiş babam nasıl olacak bu iş? Koskoca padişah. Türbe değilki kafana göre gidesin. Nasıl olacak bu iş demiş babam komşusuna.
Komşu başlamış babama akıl vermeye. ”Sultanımız Cuma günleri Cuma selamlığına gider. At arabası fayton üzerinde yoluna devam eder. Yani güzergahı bellidir. Sen sabah erkenden kalk ve git o güzergah üzerinde Sultanı kolay görebileceğini tahmin ettiğin bir yerde bekle. Sultanın abrası senin önünden geçerken yola atla, arabanın önünü kes, meramını anlat Sultana” demiş.
Çok zor bir iş, bir cür’et ama babamın aklına yatmış. Çünkü artık iyice çaresiz kalmış.O gece, perşembeyi cumaya bağlayan gece babam hiç uyumamış. Ben de fark etmiştim anamdaki babamdaki heyecanı.
Bir şey var ama tam olarak bilmiyorum. anacığım sabah erkenden beni kaldırdı, yıkadı, temiz temiz giydirdi.
Sabah namazından sonra çıktık. Sultanımızın geçeceği güzergahta bir yerde durduk. Kimsecikler de yoktu etrafta. Derken yavaş yavaş millet çoğaldı, epeyce kalabalık oldu.
Herkes Sultanı görmek, teşhin etmek için doldurmuştu güzergahı. Artık iyice izdiham halini alan bir ortam oldu. İnsan adedi arttıkça arttı. Güya en öndeydik ama kalabalık bizi geriye doğru attıkça attı. Çok çok gerilerde kaldık.
Babam, zavallı yaşlı adamın son umuduydu ya, olmadı diye oturdu yere başladı ağlamaya.
Derken Sultanın arabası görüldü.
Sultanın arabası tezahüratlar arasında ilerliyordu. Geldi geldi geldi iyice yaklaştı bizim ilk durduğumuz yere. Tam bizim hizamıza geldiğinde araba durdu. Faytonun önce perdesi sıyrıldı, sonra penceresi açıldı. Sonra da Sultanın mübarek başı göründü.
Sultan mübarek başını uzatarak bize doğru yüksek sesle seslendi.“İhtiyar, ihtiyaaaarrr. Getir onu getir onu” diye bağırdı.Allah Allah ... bir şaşkınlık oldu ama anladık ki bize sesleniyor Sultan.
Hani babamın bütün ümitleri bitmişti ya, Sultanın bize seslendiğini anlayınca heyecanından bu seferde düştü bayıldı.
Hemen etrafımızdakiler babamı kaldırdı. Yolumuzu açtılar. Sultanın yanına gittik. Arabaya girdik.Sultan hem benim başımı okşuyor hem de bir şeyler okuyormuşcasına dudakları hareket ediyor.
Fakat o sırada bende de bir şeyler olur oldu. İçimde bir şeyler olmaya bir şeyler kıpırdanmaya başladığını hissettim.
Derken Sultanım gözlerini benim gözlerime dikti ve“Evladım söyle bakalım ben kimim” dedi. O güne kadar hiç konuşmamıştım.
Birden “Sultanım! Sen Sultanımız Abdûlhamid Hansın” dedim.Babam benim konuştuğumu duyunca bir daha bayıldı.İşte ben o günden bu güne bülbül gibi konuşurum.
Sultanımız Abdûlhamid Han’ı bu gibi yeni yetme veledlerden değil de onu bizzat gören, bizzat hatırası olan benden dinleyin istedim." demiş.
***
Ermeni çocuğun gözüyle..2 zabit arasında ABDULHAMİD HAN..
Ben (Berc Buyan) istanbul doğumlu Ermenî asıllı bir vatandaşım. 7 yaşındaydım, babaannem beni birgün güzelce giydirdi, süsledi, güzel kokular sürdü ve elimden tutup yola düştük. Epey yürüdük geldiğimiz yer (sonradan öğrendiğim) YILDIZ SARAYI idi.
Büyük bir kalabalık toplanmış tezâhurat yapıyorlardı..Kalabalığın çoğu, azınlıklar ve belki de "İttihat Terakkî" mensuplarıydı.
Meğer bayram değil, Abdulhamid hanın sürgün günüymüş, biz de bu tarihi manzarayı izlemeye gelmişiz. Bir müddet sonra iki zabit arasında mazlum Sultan tüm heybetiyle kapıda belirdi. Elinde ahşaptan bir bavul vardı.
Herkes bir ağızdan cazgırların tahrikiyle: -"Bavulun içinde, hacimde küçük kıymette pahalı mücevherleri kaçırıyor, çalıyor" diye yaygara koparmaya ve ardından:-"Hırsız, bavulu aç, aç" gibilerden bağrınmaya başladılar.
Abdülhamid Han çok mahzundu. Tertip icabı zâbitlerden biri, kendisine ihtiram ile dedi ki:-"Sultanım, görüyorsunuz kalabalık hakkınızda ağır ithamlar yapıyor. Biz sizi isnâd edilenlerden (hırsızlıktan) tenzih ederiz, böyle bir şey olmadığına-olmayacağına eminiz. Lâkin siz bu çantayı eğer bugün açmaz, içindekileri göstermezseniz bu iftira üzerinize, hânedanınıza yapışıp kalacak.
Rica ediyorum o bavulu açın, şüpheleri izale edin".Sultan gayet vakûr bir şekilde cebinden bir anahtar çıkarıp bavulun kilidini açtı, lâkin bavulun içinde mücevherat bir kenara ne bir mendil ne de bir çorap vardı. Bavul bomboştu.
Ortalık suspus oldu. Herkes (iftiranın yapışmamasının) hayâlkırıklığı ile şaşkın şaşkın bakıyordu.. Zâbit dahi şaşırmıştı, şu soruyu Sultan’a sormaktan kendini alamamıştı:-Efendim, içinde bir mendil bir çorap dahî olmayan bavulu kitlemiş olmanızın hikmetini anlayamadık. Îzah ediverseniz?-Sultan şu ibretlik sözleri söyleyiverdi:-"Ben bu bavula beni anlayamayan milletimin bereketini kilitledim!!
(Bereketimiz onunla mı gitti acep? Rûhun şâd, olsun, mekânın cennet olsun Büyük Dedem Sulatan Abdulhamid Hanım,Ey Ulu Hâkanım, bu millet seni yıllar geçti bir asır geçti hâlâ anlayamadı.)
3 Mart 1924 tarihinden 16 Haziran 1952 tarihine kadar geçen süre içerisinde yaşanan istisnai örnekler olmakla beraber. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte hanedan sürgünü 16 Haziran 1952’de kadınlar için son bulurken, şehzadelerin ülkeye dönüşleri ise 15 Mayıs 1974 tarihli genel af kanununun 8. maddesiyle gerçekleşmiştir.
Neslişah Sultan’a, 1950’lerin sonunda Türk vatandaşlığına geçmesi sırasında Sirkeci’deki Sansaryan Hanı’nda bulunan Emniyet Müdürlüğü’nde hanedan olarak bizim içimizi acıtan bir soru sorulmuştu:
"Büyükbabalarınız Sultan Vahideddin ile Abdülmecid Efendi’nin dinleri neydi? Müslüman mıydılar?"... Neslişah Sultan bu soruya şöyle cevap vermiştir: "Her ikisi de Halife idi, utanın!"
Sultan Abdülhamid Han’ın 1994’te Fransa’nın Nice şehrinde vefat eden torunu ve Osmanlı tahtının varisi Şehzade Mehmed Orhan Osmanoğlu’nun cenazesi, Nice Umumi Mezarlığı’nda parasızlık yüzünden, üzerlerinde haçların yükseldiği Hıristiyan mezarlarının arasına defnedilmiştir. Bu da bizim için acı hatıralardan birisidir.
Sürgün yıllarında acı bir şekilde can veren Osmanlı şehzadelerinin dramı ise ayrı bir acı hatıradır.. Sultan Reşad’ın torunu Şehzade Namık Efendi’nin hayatı Kahire’nin Tora Zindanı’nda noktalanmıştır.
Sultan II. Abdülhamid Hân’ın İkinci Dünya Savaşı öncesinde Türkistan İmparatoru olması için teklif yapılan torunu ve benim de dedem olan Şehzade Abdülkerim Efendi de New York’ta suikast sonucunda şehid edilmiştir.
Osmanoğulları için sürgün kanununun çıktığı 3 Mart 1924 günü, son padişah Sultan Mehmed Vahideddin Han, son halife Abdülmecid Efendi ve şehzade unvanını taşıyan 35 kişiyle birlikte ailenin toplam 37 erkek üyesi bulunuyordu.
Padişah ve şehzade kızları olan ve “sultan” denilen kadın üyelerin sayısı ise 42 idi. Bu 79 kişinin tamamı İstanbul’da doğmuştur. 50 yıllık sürgün sırasında 16 şehzade ve 14 sultan dünyaya geldi.
Bunlardan 3 şehzade ve 7 sultan vefat etti. Sürgünün bittiği 1974 yılından bu yana geçen 40 yıl içinde de 13 şehzade ve 5 sultan doğdu. Bunlardan 1 şehzade vefat etti.
Sultan 2.Abdülhamid Hanın devri saltanatında düşmanı olan bir şairin, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yazdığı pişmanlığını ifade ettiği şiir…
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAT!!
Nerdesin şevketli Sultan A.Hamid Han?!
Feryadım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.
Tahrike yeltenen tac ve tahtını
Denedi bu millet kara bahtını
Sınadı sillenin nerm ü sahtını
Rahmet et sultanım sûz-ı âhına.
Tarihler ismini andığı zaman
Sana hak verecek ey koca Sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyâsi dahi padişahına.
Padişah hem zalim hem deli dedik,
Îhtilale kıyam etmeli dedik,
Şeytan ne dediyse biz belî dedik,
Çalıştık fitnenin intibahına!…
Divane sen değil, meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz,
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegahına!
Sonra cinsi bozuk, ahlakı fena
Bir sürü türedi piç girdi meydana,
Nerden çıktı bunca veled-i zina!
Yuh olsun bunların ham ervahına!!
Bunlar halkı didik didik ettiler
Katliâma kadar sürüp gittiler,
Saçak öpmeyenler secde ettiler,
Bir asi zabitin pis külahına!
Bu gün varsa yoksa... ... !!
Şöhretine herkes fuzulî dellâl
Alem-i ma’nadan bak da ibret al
Uğursuz tali’in şu gümrahına!
Haddi yok bununla derde girenin,
Sehpâ-yı kazaya boyun verenin!
La’netle anılan cebâbirenin,
Rahmet okuttu bu hain en küstahına!
Çok kişiye şimdi vatan mezardır!
Herkesin beladan nasibi vardır!
Selamete eren pek bahtiyardır,
Bu şeb-i yeldanın şen sıyâhına.
Milliyet davası fıska büründü!
Ridâ-yı diyanet yerde süründü!
Türk’ün ruhu zorla asi göründü,
Hem Peygamber’ine, hem Allah’ına!
Sen hafiyelerle dem sürdün ancak
Bunlar her tarafta kurdu salıncak
Eli, yüzü kara bir sürü alçak!!
Kement attı dehrin mihr ü mâhına!
Bu itler -nedense- bana salmadı,
Belalıydı başım kimse almadı!
Seyrandan başka da bir iş kalmadı,
Gurbet ellerinin bu seyyahına!
Hoş oldu cilvesi Cumhuriyetin!
Tadı kalmamıştı Meşrutiyetin,
Deccala zil çalan böyle milletin,
Bundan başka çare yok ıslahına.
Lakin sen Sultanım Gavs-ı Ekbersin!
Ahiretten bile himmet eylersin.
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefaat kıl şâhım medet hâhına.
Feylesof Rıza Tevfik
***
Şâir ve edip Süleyman Nazif de Abdülhamid’in arkasından şu mısraları kaleme aldı:
"Padişahım! Gelmemişken yâde biz.
İşte geldik senden istimdâda biz,
Öldürürler, başlasak feryâda biz.
Hasret olduk eski istibdâda biz.
Dembedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket mâtemde, öksüz taht u taç
Hasret olduk eski istibdada biz."
Nur içinde yat Sultanım.
Sen bu milletin evlatlarının kalbinde her zaman canlı olarak yaşayacaksın.
Varsın sevmeyenler olsun biz seni en derin bir vecd ile seviyor mübarek ruhuna fatihalar yoluyoruz.
Elbet tarih kitapları dogruları yazacak bir gün..
Milletin evladı atasını layık oldugu yere taşıyacak. Ayasofyayı açacak.
İslâmî en güzel biçimde yaşayacak.O günleri görmeden canımı alma Ya Rabbi..
Nurlar içerisinde yat Sultanım.Bugün senin değerini bilen gerçek evlatların seni orada o yaban yerlerde bırakmayacaklardır.
Bir gün Ayasofya da gerçek manada açılacak Osmanlı torunları Suriyeye Iraka Kudüse şanlı bayrağımızı dikeceklerdir.
Ben o günleri görmek için her gün Rabbime dua ediyorum.İnşallah Ayasofya gerçek anlamda Camii Şerif olarak açılınca içinde namaz kılarım diye ümid ediyorum.
02.09.2024//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Yazar da bilmeli ki; Osmanlı hanedanları döneminde de tıbkı Selçukluda olduğu gibi vatan Türk vatanı, devlet Türk devleti idi. Biz osmanlının da, Selçuklunun da iktidarlarının iyisini kötüsünü biliyoruz.
Yazının tamamına yakınının bilgisizlik ve akraba sevgisinden kaynaklı kayırmaca ve methiye olduğu kesin.
Yazının "[yatağının dibinde teyemmüm tuğlası bulunduruyordu]" cümlesini okuyunca sesli güldüm ve acıdım!..
Ve lakin yazar kendine ve haytta olan akrabalarının erkeklerine şehzade, kadınlarına sultan diyor!!! Yazının sonuna glince de görülüyorki "Bir gün Ayasofya da gerçek manada açılacak Osmanlı torunları Suriyeye Iraka Kudüse şanlı bayrağımızı dikeceklerdir.
Ben o günleri görmek için her gün Rabbime dua ediyorum.İnşallah Ayasofya gerçek anlamda Camii Şerif olarak açılınca içinde namaz kılarım diye ümid ediyorum."yazıyor.
Siz sahte şehzadeler: Sakın iktidarı ele geçirme hevesine kapılıp darbe girişiminde bulunmayın!!!
Ben de osmanlı hanedanlarından cariye çocuğu olmayanlarının hatrına diyorum ki: Türk milletinin yakasından düşün; çobanın deynegine sürünmeyin!!!
atahan