- 329 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI
İslam dini’nin dünyadaki uygulamaları ve değişik yorumları hakkında tarih boyunca çok şeyler söylendi, yazıldı. İslam mütefekkirlerinin bu düşünceleri ciltler dolusu kitaplar halinde günümüze kadar ulaştı. Günümüzde de değişik mezhep ve tarikata bağlı Müslüman fikir adamları görüşlerini dillendirmeye ve kitlelere kitap ve değişik iletişim araçlarıyla ulaştırmaya devam ediyorlar.
Müslüman ülkelerde bu düşünceler özellikle Ramazan ayında daha sık yoğunlukta dillendirilir. Hemen her televizyon kanalında ve gazetelerde Müslümanlık hakkında çok çeşitli yorumlara ve düşüncelere yer verilir. Kimi zaman birbiriyle çelişen görüşler de dillendirilse gerçeği anlamamız ve ona göre düşünce dünyamızı şekillendirmemiz bakımından bu farklı düşünceleri dinlemek her zaman yararlıdır. Aksi halde inandığımız düşünceleri dar bir kalıpta hapseder ve gelişmesini kendi ellerimizle engellenmiş oluruz. Bu nedenle inancımız hakkında temel kaynakların yanı sıra değişik fikir adamlarının görüşlerini okumak ve yorumlamakta ve hatta sorgulamakta yarar vardır.
Bu konuda Müslüman olmayan düşünce ve devlet adamlarının görüşleri de önemlidir. Kimi zaman İslamiyet hakkında Müslüman düşünürlerden daha etkili tespitler yaptıkları da görülmüştür.
İngiliz tarihçi ve istihbarat uzmanı olan Arnold Joseph Toynbee, “İslam’ın iki önemli damarı” hakkında ilginç tespitlerde bulunur. Arnold Joseph Toynbee, 1921 yılında, Londra Üniversitesi’ndeki görevinden izin alarak "Manchester Guardian" adına Anadolu’daki Türk-Yunan savaşını yerinde izler ve Yunan birliklerinin Anadolu’da sivil halka karşı giriştiği vahşet hareketlerini bu gazetenin okurlarına aktarır. Dönüşünde, “Türkiye’de ve Yunanistan’da Batı Meselesi” adlı eserini kaleme alır. Bu kitap, Mustafa Kemal önderliğindeki Milli Türk Ordusunun Yunan kuvvetlerini bozguna uğratmalarının hemen öncesinde 1922 yılı yaz ayında yayınlanır.
Arnold Joseph Toynbee, Müslümanlığı kuzey ve güney Müslümanlığı diye iki ayrı damara ayırır. Batı Çin, Özbekistan, Türkistan, Azerbaycan ve Anadolu Müslümanlığını “Kuzey Müslümanlığı” olarak değerlendirir ve bu Müslümanlığı akılcı, antiemperyalist ve yurtsever olarak yorumlar. Endonezya, Bangladeş, Pakistan, Afganistan, Arabistan ve Kuzey Afrika ülkelerindeki Müslümanlığı ise “Güney Müslümanlığı” olarak adlandırır, bunları kaderci, teslimiyetçi ve işbirlikçi olarak değerlendirir.
Arnold Joseph Toynbee’nin haklı olup olmadığını günümüzdeki İslam coğrafyasında olup bitenler daha iyi açıklamaktadır.
Peki, günümüzde “Kuzey Müslümanlığı” ne halde bulunmaktadır? Batının bu tür Müslümanlığı yönlendirme ve yeniden yapılandırmama çalışmaları var mıdır? Kuzey Müslümanlığının tarihi kökleri nelerdir? Bu yazımızda bu tarihi köklere yer vermeye çalışacağız.
Prof. Dr. Fuat Köprülü, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması konusunda Horasanlı Hoca Ahmet Yesevi’nin çok büyük rolü olduğunu belirtmektedir. Hatta Ahmet Yesevi’den önce de Horasan erlerinin mevcudiyeti bilinmektedir. Bu dönemde Türkler, kendi şeyhlerine “Baba” diyorlardı. Bu gelenek Yesevi’den sonra, onun dervişleri yoluyla Anadolu’da da devam etmiştir. Orta Karadeniz’e yerleşen Türkmen boylarının yurt tuttukları tepeler bu baba adlarıyla günümüzde bile anılmaktadır. (Mesudiye’de İlyasbaba, Karababa, Akbaba, Dumanbaba, Sarıbaba, Erdembaba…)
Ahmet Yesevi’nin Türk tasavvuf geleneğinin kurucusu olması ve kendisinden sonraki büyük mutasavvıflar Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve diğerleri üzerindeki etkisi, böylece Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesindeki manevi rolü, İslamiyet’i doğru anlayan ve anlatan, sade ve temiz üslubu, Anadolu Türkçesinin mimarlarından oluşu, insanlığın ihtiyacı olan yüksek değerleri daha o zaman dillendirdiği bilinmektedir.
Türklerin İslamiyet’i anlama ve algılama konusunda Ahmet Yesevi bir ekoldür. Bu açıdan bakıldığında Ahmet Yesevi Türk dünyası için çok önemli bir konuma sahiptir. Kendini, kültürünü, dilini, tarihini ve dinini, kısaca kimliğini tanımak Yesevi düşüncesinin özüdür.
Hoca Ahmet Yesevi’nin hocası Yusuf Hamedani’dir. Yusuf Hamedani’nin en önemli özelliği, dini öğrettiği öğrencilerine, kendi milletlerinin diliyle İslam’ı öğretmelerini istemesidir. Hamedani’nin iki öğrencisinin öğrencileri aynı zamanda Anadolu’da gelişmiş ve kökleşmiş iki büyük tarikatın kurucularıdır. Yesevi’nin öğrencisi Hacı Bektaş-ı Veli Bektaşiliği, Abdülhalik Gucdevani’nin öğrencisi Şah-ı Nakşibend ise Nakşîliği kurmuşlardır. Fakat birisi itikatta Maturidiliği kabullenirken, Nakşibendîlik itikatta El Eşariliği kabullenmiştir.
Maturidilik akılcılığı ön plana çıkarmış ve İbni Sina, İbni Rüşt gibi önemli bilim insanlarının kabullendiği ekol olmuştur. İslam’ın altın çağı denilen dönem bu bilim insanlarının yaşadığı dönemdir. Ali Kuşçu da bu ekole inanan bilim insanlarından birisidir.
Nakşibendîlik ise daha çok nakilciliğe önem vermiştir. Nakşilik, itikatta İslam’da bir Arap yorumu olan El Eşariliği benimsemiştir. Bu ekolün en önemli düşünürlerinden birisi olan İmam-ı Gazali dışlayıcılığı o kadar ileri götürmüştür ki büyük Türk âlimleri İbni Sina ve Farabi’yi kâfir ilan ederek İslam düşünce sistemini dar bir kalıbın içine sürüklemiştir. Ne hazindir ki imparatorluk döneminde Osmanlı medreseleri bu ekolün uygulama alanı olmuş ve pozitif bilim bu medreselerde yeşerememiştir. Hatta 16. yüzyıl ortalarında medreselerde yasaklanmıştır.
İslam’ın akılcı ekolü olan Maturudilik Anadolu kırsalında Ahmet Yesevi dervişlerince yayılmıştır. Ahmet Yesevi’nin dervişlerinden Lokman Perende’nin yetiştirdiği Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Yunus Emre’nin, Mevlana’nın ve Ahi Evran’ın şekillendirdiği engin bir hoşgörü ve sevgiye dayanan bir Müslümanlık anlayışı olmuştur. Anadolu Müslümanlığı olarak da algılanan bu İslami yorum farkı, dünyanın başka coğrafyalarında görülen Müslümanlık anlayışından çok farklıdır. Dualarını ve hatta bazı kesimler ibadetlerini kendi dilleriyle yaparlar.
Bu değerlerden Hacı Bektaş-ı Veli’nin şu sözleri çok önemlidir: “ Bu yurtta Türkçe konuş, Türkçe sev ve Türkçe yakar.” (Yakarmak: Allah’a yalvarmak, Allah’tan dilemek)
Batılıların antiemperyalist buldukları, bir türlü hizaya getiremedikleri, hatta kendilerine yarayan piyonlar yetiştirmek için olmadık işler çevirdikleri, değiştirmek için çeşitli projeler hazırladıkları, “Kuzey Müslümanlığı” olarak adlandırdıkları bu akılcı ekoldür.
“Samimi olarak inanan” bütün Müslümanların Ramazan aylarını kutluyorum. Tıpkı atalarım gibi İslam’ı anlamak istiyorum. İmam-ı Azam, İmam-ı Maturidi, İbni Rüşt, İbni Sina, Farabi ve Ali Kuşçu gibi.
Günümüzde iletişim araçlarında kendilerine yer verilmeyen, fakat görüşlerini, din zaptiyelerinden korkmadan yorumlayıp dillendirebilen çok az sayıdaki din bilginini en derin saygılarımla selamlıyorum.
YORUMLAR
Mithat Baş
Sizin doğrularınız size, benim doğrularım bana.
Gerçeklerin oturup oturmadığına okuyucu karar verir.
Sağlıkla kalın.
cem3453
ve aklıma takıldı
la ben de " okuyucu" değil miyim burada?
sahi la?'!!!