Her Dönemin Konusu Ayrı
Evet, yes, ayva okurlar, yazının başlığı nasıl. Yakışıklı mı güzel mi, genç mi ihtiyar mı, iyi mi kötü mü, yaşıyor mu ölüyor mu? Başlığı irdeleyelim.
Her: Kapsayıcı, geniş zaman ve mekanı zihnimize yüzde 90 oranında somut bir şekilde canlandırır.
Dönem: Başı ve sonu birazcık gri olsa da belirli bir zaman ve mekana işaret eder.
Konu: Bu ne demek bilmiyorum, aydınlatan olursa sevinirim. Sahi konu nedir?
Ayrı: Diğerinden, öncekinden, sonrakinden ve yanındaki ile arasında olan boşluğu ifade etmez mi. Lakin Boşluk gerçekten boş mu? Karanlık madde veya ruh araştırmalarında yanlışım yoksa boşluk ile karşılamışlar.
Başlıktaki dönem ve ayrı kelimelerinden biri fazla olabilir mi, yani kelime fazlalığı olarak ele alabilir miyiz veya pekiştirmesi mi olur dönem ayrının, ayrı dönemin.
Kuş Gözlemcilerini gözlemlediniz mi hiç arkadaşlar. Onlar kuşları gözlemlerken siz de onları gözlemleyerek bir yazı yazsanız mesela nasıl olur. Durağan bir yazı mı, kamufle olmuş bir kişi, oturmuş sandalyesine, elinde fotoğraf makinesi veya kamera, arada bir yavaş hareketlerle eli termosuna veya suluğuna gidiyor. Saatlerce aynı durumda bekleyip duruyor bir kaç fotoğraf veya güzel bir görüntü kaydı için değil mi? Yani heyecanı yok pek, durağan bir olay anlatımı olmaz mı?
Geçenlerde Sistemin dışından aradılar, yani Güneş Sisteminin, heyo Dünyevi dediler sen harika mükemmel bir şair ve yazarsın sana Galaksi olarak sponsor olalım basalım kitaplarını dağıtalım galaksilere canlılar aydınlansın dediler. Leynn gidin başından dalga mı geçiyonuz ya hu dedim, aldım taşı elime taşladım desem yalan olur, masada duran bardağı aldığım gibi sistem dışını bardakladım, bir bardak yetmedi dolaptaki su bardaklarını, çay bardaklarını, garip gurip şekildeki bardakları aldım elime bardakladım sistem dışını.. Sonradan ah vah kaşım gözüm dizim kafam diye sesler duydum baktım ses mes kesildi sistem dışından. İyi dedim yeniden huzur ve sessizlik...
Ne zormuş bu huzur ve sükut için yaşamak ya hu, dünyadakiler bıraksa dünya dışılar çalıyor kafatasımı, tık tık heyo dünyevi sana sponsor olalım basalım kitabını aydınlatalım evreni... Şunların derdine bak ya hu... İşleri güçleri ünlü olmak artist olmak ...
Roma imparatorluğunun bir zamanlar konusu kuzey afrika idi, ingiltre idi. Emevilerin bir zamanlar konusu orta asya idi, fars diyari idi, Çinin bir zamanlar konusu set yapmak, rusların konusu aşağı yukarı 300 yıldır aynı, sıcak denizlere inmek. Zaten çoğu da iniyor veya zenginleri aşırı zenginleri zaten akdeniz kıyılarından ayrılmıyor da olabilir mi, giyiyorlar mayolarını akdeniz sahillerinde uzanıyorlar, akdeniz güneşinin tenlerini ısıtmasını bekliyorlar. Abdnin bir zamanlar konusu iç savaştı, Hindistanın konusu şuydu, Mısırın konusu buydu,
Ya hu ne diyorum ben...
Gençler aşk peşinde, ergenlik hevesleri... Genç şair ve yazarların konusu da genelde ay canım niye terk ettin beni ben çok üzüldüm veya sen geldin ya, seni gördüm ya, gecelerim gündüz oldu, zihnim fotosenteze başladı, nefes aldım vb vs.
Orta yaşların birazcık genç birazcık yaşlıların konuları ise... Neyse, zihnim yürümüyor bu saatte, üşendim yazmaya.. Gece yazaydım su gibi akardı kelimeler ya, gündüz tadı yok klavyenin..
Yaşlıların konusu veya emeklilerin veya eleğini duvara asmışların konuları ise, aman be... Nasıl bir yazı leyn bu... Yürümüyor...
Dinistin konusu ayrı ateistin konusu ayrı, Tanrının konusu ayrı geri kalanın konusu ayrı, futbolcunun hayali başka basketbolcunun hayali ayrı, kadının konusu ayrı annenin konusu başka, erkeğin konusu başka babanın konusu ayrı, esmerin konusu ayrı sarışının konusu da başka başka mıdır bilmem... Daha bunun uzun saçlısı var keli var, renkli gözlüsü var siyah gözlüsü var dimi ama?
Konusu başka olanın sonu da başka olur diyorlar ya, ağzı olan diyor arkadaşlar... Burnu olan kokluyor, kulağı olan duyuyor işte..
Hadi onu bunu bırakın da deyin bakem bana, nasırı olan var mı? Ayağında elinde, genelde topukta ve ayak parmaklarında çıkıyor değil mi nasırlar. Tamam ya hu, anlıyorum herkesi, kimsenin nasırına basmayalım acıtır çünkü...
Temiz misiniz arkadaşlar? İşte, evde, düşüncede, hayalde, şiirde, yazıda... Gerçekten ben temizim diyebilen bir kişi çıkar mı?
Kendim ile uğraşıyorum genelde, bu aralar kimseye vakit bulamıyor, ayıramıyorum. Affediniz, yorumları bile cevaplamaktan üşeniyorum, yorum yazmak dünyanın en ağır işi gibi geliyor epeydir.
"Bense yine uykusuzum bir sabahçı kahvesinde.."
Saat kaç arkadaşlar, günlerden ne, eski çağ kapandı yeni çağ açıldı mı? Yolcu yolunda, hancı müşteri beklemede mi? Hanların oda fiyatı kaç gayme olmuş, zam gelmiş mi? Otellerin araç bakım istasyonları var mı? Lahmacunun fiyatı ne olmuş Bodrumda, Marmaris’te?
Ben yine o ben miyim
Sen yine o sen misin
Değişti mi konularımız, geçti mi dönemimiz.. Öldük mü, ölüyor muyuz, Tanrı ne alemde, yakında ziyaret eden oldu mu, sordu mu beni, selam etti mi? Nasılmış, var mıymış bir derdi, sıkıntısı. İşi gücü yerinde mi, kaldığı yer temiz mi, suyu akıyor, lambaları yanıyor mu, halıları ipekten mi, duvarları altından mı?
Velhasılı zihinliler ve zihindaşlarım;
En sevenlerinize emanet olunuz.
Y.
YORUMLAR
MadamGomezbuSabahÖldü…
Makarnayı hiç sevmem. Neden sevmiyorum, bilmiyorum. Bana tuhaf iğrençlikleri hatırlatıyor. Neyi mi? Sana ne ya da kime ne!
Sabahın mahmurluğunda uyanır uyanmaz, çayın dumanını yükselttim semaverde. Güzel bir kahvaltının hayaliyle masaya geçtim. Televizyonun açık bıraktığım ekranda, belirsizliklerle örtülmüş bir yüz belirdi. Yaşını kestirmek imkansız; 30 ile 70 arasında, adeta zama direnmiş bir çehre. O kadar garipti ki, ses ve yüz birbirine yabancı gibiydi, sanki iki farklı zamanın parçalarıydılar. Birden elektrikler kesildi, yazın sıcak kucağından kışın soğuk kollarına atıldık adeta. Gök gürledi, yer sarsıldı ve göçebe kuşlar kanat çırptı sanki uzak diyarlara. Pencereden izlediğim sahne, bir anda karanlık bir boşluğa düştü ve ben körlüğün derin sularına battım. Ah, o eski arabesk filmler... Hatırlar mısınız? 1989 yapımı, Şener Şen ve Müjde Ar’ın unutulmaz filmini.
Körlüğün ne olduğunu bilirim. Çünkü bu bilginin ağırlığını Nobel ödüllü José Saramago’dan okumuştum. Körlük, bildiğimiz dünyaya, yaşadığımız zamana ve mekâna atılmış bir taş, suya düşen bir damla gibi geniş halkalar yaratır insan ruhunda. "Görmek" adlı esere geçer geçmez, gerçeğin ve görmenin bedelini de anlamış olduk.
Tuhaf şeyler oluyor; dünya gözyaşlarını silip, kendi üzerine işemeye başladı adeta. Doğanın döngüsünde bir kadın adet görür, bir erkek boşalır, ama bu döngülerin bir hesabı, bir anlamı olur mu hiç? Düşünmek dedim ya, belki de düşünmenin kör olmayla ilgisi vardır. Oysa asıl körlük, düşünmeyenin karanlığa düşmesidir; sonsuz boşlukta Tanrı’ya rastlamanız mümkündür, ama olasılıklardan uzaklaştıkça akıl karışır. Yok mu bunun bir ispatı?
Gün ağırırken, dışarıda yağmurun ince ince dövüldüğü bir sabah ve ben içerde tutsak bir kör. Keşke karşımda İsa olsaydı da ona sorsaydım: "Ölmeden Tanrı’ya varmak nasıl bir duygu, ya da Tanrı olmak nasıl?" Bunu sorunca eminim bana gülerdi, o ilahi tebessümüyle.
Akşam oldu, gün karanlığa teslim. Ve ben hâlâ televizyon ekranında saçmalıklarla dolu insanları dinliyorum. Belki bilmiyorsunuz, ama bizim ekranlar filozoflarla dolu. Her konuda söyleyecek bir şeyleri olan ne çok insanımız var; ne büyük bir gurur kaynağı! En tuhafı ise, “Ben ekonomistim” diyen bir adamın, kendi ülkesini her seferinde kandırması.
Ah, nerede o eski bayramlar... Bu boş hayaller, belki de geçmişin masumiyetine bir özlemdir sadece. Kim bilir..