- 114 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
BÜYÜK ÇÖKÜŞ MÜ?
Erdemlerin mum ışığında aranmaya başlandığı yerde, bavulu toplayıp terk etmek gerekir mekânı. Kendimce çok kızmaklı olduğum şu ülke dışına çıkanları suçlamaktan da vazgeçeceğim neredeyse. Hayatın bize verdikleri sunumları ideal ölçülerde kullanarak esenliğin can bulmasını kim istemez ki? İyi de bu arzuların ve hayallerin cari olabilmesini engelleyen öznelerin giderek çoğalması ve yobazlık anlamını tam da doldurarak bir eksik de bırakmayan kabalaşmanın, nobranlaşmanın ve herkesin sözüm ona dayı kesilmesinin bir sonu gelmeyecekse, bu kentte de bu ülkede de yaşanması gerçekten zor.
Kim nerede olduğumuzu bir kenara koyarsak, hayatın bize verdiklerinden en üst seviyelerde istifade ederek daha bir kolay ve esin verici hazların peşindeyiz. Bu, kaçınılmaz bir realite insan için. İyi de bu huzur iklimini giderek bozan özneler var. Bunların sayısı giderek artarken, güne ve yarına değmesi ümit edilen o renkli hayaller nasıl can bulacaktır. Bu, insanlık adına da büyük bir çöküş ve onun bir üyesi olarak bizler için de değil mi?
Bir trafik kontrolündeki enstanstanede kabahatini bir kenara koyarak ehliyetsiz araç süren şahsın polisimize mukavemetindeki cüreti nereden bulduğunu sormak isteriz hukuk adına. Aynı şekilde görevi başında olmadık taleplerle karşılaşan ve muhtemelen de ilkokulu öğretmenlerinin torpili, orta kısmı da şube öğretmenler kurulu kararıyla bom boş ve değerce de akademik yönden da asla doldurmadan mezun bu güruh, giderek çoğalırken kimseler durumun vehâmetinin farkında da değiller maalesef. Üniversite mezunu bir insanın kamu çalışanına yaklaşımındaki anlayış ve empati ile sistemin iteklemesiyle mecburen mezun edilen yontulmamış muhretemlerin bakışları nasıl aynı olabilir. Onlara laf anlatmak için Kâbe`yi bilmem kaç kere tavaf gerekir sanırım. Bu sorunlu insanların ortaya koydukları çok vasat ilişkiler ve kabalık müessesesi hayatı daha bir daraltmıyor mu sizce de? Her on kavganın dokuzunun nedeninin trafikle ilişkili olması da düşündürücü gerçekten. Aynı şahsın bu kabalığı bir Amerikan polisine de göstermesini isterdim. Ne diyelim, bizim kamu emekçilerini bu hale sokan üst kademedeki toleransları aştıran ve hukuksuzluğu arşa çıkaranlar utansın. Konuya yeniden dönersek, bu tür cevval öznelerin kaç kolu, bacağı sağlam kalacakmış kühanbeyliğiyle, diye de sormak gerekir. İşin esprisini bir yana koyalım, aracından öyle dayılanarak çıktığı anda yiyeceği dayağın, itilip kakılmanın ve karşılık vermesi durumunda da canından olmasının sıradan bir durum olduğunu da gönül rahatlığıyla ifade edebiliriz.
Basit evrağı yine oldukça sıradan bir işlemle gönderebilmek amacıyla girdiğim adliye binasından neden bir kere daha ve daha bir kuvvetlice iğrendim, diye düşündüm kendi kendime. Evet, gerçekten de sıradan bir evraktı ve imzalı, beyanlı da. Sadece ilgili birimce manyetit ve gerçek evrak olarak iletilmesiydi mesele. Olmadı da gitti. Bilmem kaç basamak çıktım, kaç kat sirkülasyonda bulundum koca binada hatırlamıyorum bile. Son uğradığım yere biraz da sitem ederek, bu işlerin neden böyle işkenceli olduğunu ve sistemsizlik içinde bir çürümenin yaşandığını sorguladım, sorguladık. İşin kötü yanı, bu işi bizzat yapanın da köhneleşmiş bu sistemi benden çok eleştiriyor olmasıydı. İlgili ve yetkili de bu çalışana göre de hukuk sisteminde işleyiş bitmiş, fonksiyonlar çalışmaz hale gelmiş ve adeta hukukun sadece adı kalmıştı. Bu üzülesi durum çalışanı da, o sisteme güveni de ve hizmet almak isteyeni de en berbat şekilde etkilemeye de devam edecektir. Bazı siyasilerin veya siyasi grupların sıklıkla dile getirdikleri ve hukuk sistemini restore etmeye, ona nefes aldırmaya yönelik çabaları da maalesef beklentileri karşılamaktan çok uzaktadır. Hukukun reforma değil, resetlenmeye ve kökten değişime ihtiyacı vardır. Komik cezalar, hükümsüz kurallar ve her bir kafaya göre farklılık arzeden kararlarıyla tam da bir muamma olan hukuk düzenimizde tabirin en hasıyla “pandoranın kutusu açılmıştır.” İçinden çıkanların da hayata bir değer katmadığı, aksine onu daha çekilmez ve anlaşılmaz kıldığı da ortadadır.
Benzer davalara bakan hâkimlerin dünya görüşlerine, yetişme tarzlarına, inançlarına ve kısaca şunlarına ve veya bunlarına göre şekillenen bir kararlar silsilesinin hiçbir hukuki tarafı da olamaz elbette. Aynı durumlara aynı veya benzer kararların alındığı günlere değin kimselere bulaşmadan, mümkünse de hukuk sisteminin dişlileri arasında ezilmeden yaşamakta büyük fayda var bu günlerde. Elimizi kaptırdığımızda kolumuzu alamadığımız, madur iken suçlu durumuna düşebildiğimiz, güçlü değil isek gönül rahatlığı ve büyük bir aymazlıkla da ezilebileceğimiz bir sistemi teneffüs ediyoruz. Üzülerek söylemek gerekir ki, hukuktaki bu çöküş, bütün bir hayatın sinir uçlarına da şu ya da bu şekilde tesir ederek toplumsal çöküşümüzü de birlikte getiriyor.
Tahsili geciken soruların cevapları, ötelenip duran haklar, bir asır öncesindeki fedakârlıkların bedeli midir acaba? Ülkeyi de onun içindeki insanların hayallerini de uçuruma doğru sürükleyen birileri var ve bu manzaranın aktörleri de içimizden birileri. Çöküş içten olunca çaresi de zorlu oluyor. Bu milleti yıkmaya çalışanlar dersini iyi çalışmış olmalı ki yine içten başlamışlar icraata. Planlarının asla tutmayacağını ve fakat derin izler bırakacaklarını biliyoruz. Bu durum yine aynı soruları yankılandırdı kafalarda. Balkan Harbi için evini, köyünü geride bırakan vatanseverler, savaş sonunda da onca yolu ( sağ kalmış iseler) nasıl da yaya ve dağılmış halleriyle yürümüşlerdi. Onlar bunca özveride bulunurken, kimse hanelerinde ne yenip içildiğini, ne dertleri olup olmadığını sormamıştı bile. Vatan tehlikede ise hepimiz hazırız. Ne var ki şu ganimetlerin bölüşündeki arızayı neden gidermedik? Onlar paralı asker değildi. Hukuk herkesin hukukudur. Kimse bir diğerini sırtında taşımak ve taşkınlıklarına katlanmak zorunda da değildir. Tarihin sımsıkı bağladığı manzumelerimiz bizi biz edendir. Ben olmadan önce biz olmak var olmanın da bir gereğidir.
Başkalarına öykünerek sıklıkla yapıldığı üzere onların ortaya koyduğu değerleri abartarak anlatmak yerine, kendi değerlerimizi hayata geçirerek hukukla da perçinlemek durumundayız. Zîra, hukuk bir milletin hukukudur ve onun değerlerinden, ananesinden, mazisinin ortaya koyduğu mirastan uzakta düşünülemez. Her şeydeki milli olma hasletinin hukuk için de cari olması topluma gerçek anlamda esenliğin kapılarını da aralayabilecektir. Aramızdaki sorunları hukuk çözemez ise, çözüm yeri neresi olacaktır? Sokak hukukunun gölgesinde bir yaşamı kim ister ki? Medeniyetimizin bir ölçüsü olarak da hukukta başlayan bu çöküşün bir milli mutakabat içinde hal yoluna konulması, bu ülke ve onun içinde hayat sürem, hayalenle, üreten, üretebilecekler için de en büyük kazanım olacaktır kuşkusuz. Filozofça bir söz gibi de olsa “Her şerden sakınmanın yolu, hakların gözetimiyle mümkündür” diyor , bunu başarabilmenin de yine bir ve beraberce olası olduğunu dile getiriyorum. Şunu asla unutmamak da gerekir ki, sokağa güven içinde ve huzurla çıkamayanların olduğu bir ülkede, işlerin olması gerektiği gibi yürümesi, insanların haklı olduklarında kendilerini koruyup kollayacak bir düzenin güvencesindeymiş gibi yaşamaları ne mümkündür.
Doğasının sunduğu yer altı ve üstü güzellikleri, tarihsel gücü, yarınlara ortak ülkülerde nasıl birlik gerekli ise, bunların devamlılığında da tıpkı hücre zarı gibi görev yapan o kadim kalkan hukukun da her şeyden üstün ve yansız olmayı başarması gerekecektir. Umudumuz herkesin hukuka ihtiyaç duyduğundan hareketle; akla ve vicdana, değerlere yaslanan, onları besleyen bir hukuk örüntüsünün hayatımızı türlü şerlerden koruyabilecek yüceliğe ulaşmasdır.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Değerli yazar dost, özlenen bir toplum panoraması gösteriyorsunuz. Olması gerekenleri görmek için olanlara bakmak ve vicdan ile aklı yola çıkarmak gerekir. O sakat sosyal yaşam ve hukuki düzensizlik, ehliyetsizlik ve liyakatsizlik, diploması şaibeli çokça yetkili kişilerle karşılaşıyoruz ve en basit bir konuyu sonuçlandırmak gına geliyor ve sonunda yapılması birkaç dakika sürecek işi bırakmak zorunda kalıyoruz. Kalemine yüreğine selam olsun.