- 147 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Meryem'in Çocukları
"Kağıttan kılıç sesi çıkmıyorsa yazma" derdi babam.
Onun çöpe attıklarıyla büyüdüm, bu kadar oldum. Kendisi belki bir yazar olarak ölmedi ama çok da güzel kalem tutardı eli. Tek bir kusuru vardı; bizi okuttu ama kendi yazdıklarıyla değil. Onlara göz süremedik. Bu bir tanesi hariç..
"Eskiden mi güzeldi eskiler mi"
Eskiden.. yazdıkça eskiyen -eksilen bir kelime.. "Yorulmak" gibi. Yazarken bile yorucu..
Eskiden komşu evinde bir cenaze varsa bir müddet televizyon açılmaz, hatta sesli dahi gülünmezmiş. Cenaze evinde yemek beklenmez kimin neyi varsa o eve tencerelerle gidilirmiş.
vs..
Biz meselemize dönelim.
Tarihten anlıyorum ki ben o zaman annemin kucağında, baba ocağında, dünyaya gözümü açtığım o iki odalı evde sobanın az ötesine kurulu beşiğimdeyim.
Tıngır mıngır elimi kolumu sallıyorum.
..
..
Dünya yedi günde muazzam bir vaziyette kurulmuş ve Adem dahi affedilmişti. "İlkin günahı olmaz" sözü de burdan gelir.
- Yarab sen beni Muhammed’in hatrına affet.
- Sen benim Muhammed’imi nerden biliyorsun.
- Yedi kat Semâ’da onun adı var. Demek ki senin çok sevdiğin bir kulun.
İşte Adem böyle affedildi. "Muhammed’in hatrına"
Herşey aslında çok güzel başlamıştı. Ellerde mızrak ve bir yerlerinde yaprakla insanlar musmutlu yaşıyordu. Zenginliği bilmeyen insanoğlu için zaten fakirlik diye birşey de olamazdı.
Ta ki Meryem’in çocukları olana dek!
- Bu matem kimin?
- Meryem’in bir çocuğu daha oldu.
- Aman Tanrı’m sen bizi koru!
Meryem’in ilk oğlu olduğunda herkes çok sevinmişti. Adını Âkif verdiler. Zamanla bu Âkif’de bir gariplik sezdiler. Âkif diğer çocuklardan farklı davranışlar sergiledi. Yine de en çok göze batan Âkif’in büyüdüğünde yaptıkları olacaktı.
Âkif ilk önce bir yerlerindeki yapraklardan kurtuldu. Avlandığı hayvanların derisiyle kendisine örten kıyafetler yaptı. Bunları kendi ailesine de giydirdi. Tekerleği icat edip bağ, bahçe, bostan işlerinde kullandı. Ateşi buldu, artık eti çiğ yemeyeceklerdi ve sebzeleri de pişirebileceklerdi. Ağaçlardan kestiği odunlarla kendilerine bir de ev yaptı. Böylece barınma ve beslenme gibi iki büyük sorun hallolmuştu.
Yine de Meryem’in ikinci oğlu bu konularda daha maharetliydi. Mustafa türlü ağaç yapraklarından hastalıklara iyi gelen ilaçlar üretiyordu. Doğumları kolaylaştıran yöntemler bulmuştu. Eskiden küçük yaşta ölen çocukların şimdi hayatta kalmalarını sağlıyordu. "Eskiden" çünkü artık zaman eskiyordu. Okul yaptı. Öğretmenler yetiştirdi. Hatta bir geometri kitabı bile yazdı. Böylece sağlık ve eğitim alanında adımlar tamamlandı. Tabi Mustafa en son parayı da bulunca ortalık karışacaktı.
- İyi güzel de benim buğdayıma biri on para verirken diğeri beş para veriyor. Ayrıca alan kişi de ekmeği bir paraya satarken diğeri iki paraya satıyor.
- Biz de o kişilere ceza keseriz.
- Sen ağabeyin Âkif’e mi keseceksin cezayı! Ekmeğin büyük kısmını o satıyor.
- "Tamam buldum".
İşte liyakat ilk kez böyle girdi hayatlarına..
İdarenin elinde bulunan bir yerde o aileden kimse olmayacak ve orayı işi bilen ehli kimseler işletecekti.
Yönetim, yargı ve yasama organları kuruldu. Dahası bunlar birbirinden bağımsız olarak yürüyecekti. Tabi bunu halka anlatmalıydı.
"Sen ekeceksin ve ben senin üretimini yöneteceğim, eğer bir haksızlık yaparsam sen beni şikayet edebileceksin ve bizi yargılayan kimseye de benim sözüm geçmeyecek ki adalet sağlansın. Yani yasama, yürütme ve yargı üç ayrı temel ilkeler olacak"
Meryem’in üçüncü çocuğu kız olmuştu. Kızcağız büyüdükçe birşeylerin eksik ve yanlış olduğunu farketti. Bir erkek birden fazla kadınla evlenebiliyor ve bu kadının sofradaki yeri öküzden sonra geliyordu. Dahası kız çocuklar okutulmadığı gibi diri diri toprağa gömülüyordu. Bir gün genç kız bir söz söyledi.
"Kadın insandır, erkek insanoğlu"
ve devam etti..
Erkeği doğuran kadındır. O hal biz sizden üstünüz lakin bizim gücümüz size yetmez. O yüzden bize pozitif haklar verilsin. Okulda, işte, hatta akşam eve dönerken bile araçlarınız durak olmasa da bizi istediğimiz yerde indirsin.
Mustafa kardeşine kulak verdi ve üzerine de eklemeler yaptı. "Bizi seçerken o da oy kullansin hatta kendisi de seçimlere girebilsin".
Bununla beraber Mustafa bir laf daha etmişti ki işte burada olanlar olacaktı.
"Tam bağımsız, laik, demokratik bir ülke olacağız"
- Cumhuriyeti ilan edeceğim!
- Siz liberalist misiniz?
- Liberalistlik zaten var. Öyle olsa öyle derdim. Ben "cumhuriyet" diyorum.
Tabi bütün bu olup bitenler bazılarının işlerine gelmiyordu. Kimin mi? Ciddi misin..
Kızlarını tarlada, bahçede çalıştıran ağababalar onların bu zamanlarda okuyup kendilerini geliştirmelerini istemedi. Evinde dört eşi bulunan adamın bu sayının teke düşmesiyle konforu bozulacaktı. Derhal bir çözüm bulunmalıydı.
Doğu’ya bir mektup gönderildi.
"Ey dağların şahı Kazım. Bizim buralarda bir Mustafa türedi. Kızlar okur bize laf söyler oldu, tarlalar hep boş kaldı. Hanımlar bizi terketti. Eşitlik, hak, hukuk, adalet derler. Dahası senin de olduğun dağa kadar heryere demokrasi getirecekmiş. Bu demokrasi, laiklik, liyakat ne ola ki biz ağaların sözü çiğnensin. Ey Kazım, dile benden ne dilersen, bu kelleyi vurmak lazım"
Mektup Kazım’ın eline geçtiğinde Kazım tüm askeriyle Mustafa’nın kapısına dayandı. Bunu gören köylü her ne kadar Mustafa’yı uyarıp onun için savaşmak istedilerse de Mustafa tek bir söz etti.
- Bırakın gelsin.
- Aman efendim çok kalabalıklar.
- Gelsin..
- Sizi öldürmeye geliyorlar.
- Gelsin!
Kazım içeriye girdiğinde Mustafa onu ayakta karşıladı. Hiçbirisi silahına davranmadı. İki eski dost birbirlerinin yüzüne doyarcasına bakıştılar. Kazım selam durarak konuştu.
- Emrindeyim Mustafa!
Cumhuriyet ilan edilmiş, tabular yıkılmış, dünyada ilk kez sadece çocuklara özel bir gün getirilmiş ve dahası binlerce kilometre ötede "Mustafa gibi düşünmek" diye dersler verilmiş..
vs..
.. lakin yine de Mustafa yerine ATATÜRK diye okuduğumuz her yerde bize bir düşman yaratılmaya çalışılmıştır.
..
..
Biz iki erkek kardeştik. Annemiz Meryem. Babam hep bir kız çocuğu olsun istemişti. O yüzden hikayedeki kız çocuğu isimsizdi. Bir gün cesaret edip kendisine sordum. Bu bilinmezliği çözmeliydim.
"Neden bir çocuk daha istemediniz, belkı kız olurdu"
Derin bir ah çekti. Yutkundu, konuşamadi. Ben de konuyu değiştirmiştim zaten.
Babamın vefatından çok yıllar sonra öğrendim aslında bir kız kardeşimizin daha olup biz daha çok küçükken annemizin karnında vefat ettiğini.
Henüz ismi dahi verilemeyen kız kardeşime, babama, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarına ithâfen.
Saygı, özlem ve minnetle..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.