- 803 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
HOR GÖRME YALNIZLIĞIMI 1
k.çekmecedeki evimin tren yoluna bakan balkonunda çayımı yudumluyorum. Keskin bir soğuk var dışarıda. Hani insanın etini çizer ya bazen rüzgar, işte öyle bir rüzgar esiyor birden. Yıllardır etimde oluşan çiziklere bir yenisi ekleniyor. Hızla bir tren geliyor.. trenin içinde insanlar, insanların içinde yarım yamalak öyküler. El sallıyorum hızla geçen trene, belki biri fark eder umuduyla. Fark edilmek, önemli. Evet önemli ve bugün daha da önemli. Fark edilmek istiyorum, trende yolculuk edenler tarafından. Biri kafasını evimin olduğu yere çevirsin ve el sallamama karşılık versin istiyorum.
Elimdeki ince belli çay bardağının buğusunda ısıtıyorum, ellerimi. Çay buğusunda ısınmalarla yetiniyorum. Yeni aldığım kırmızı şalım düşüyor omzumdan, çıkan rüzgarla. Omuzum üşüyor. Saçlarım dağılıyor. Ve işte tam da bu anda karşıdaki küçük, beyaz gecekondumsu evi fark ediyorum. Ne zamandır burada bu ev? Bilmiyorum. Yıllardır aynı evde yaşıyor ve yıllardır aynı balkonda içiyorum. Ama bu ev.. bu ev ne zaman geldi buraya? Daha öncede burada olsa fark etmez miydim hiç? Gecekondudan soluk bir ışık yayılıyor geceye. Işık geceyi aydınlatamıyor, gece ışığı daha da silikleştiriyor sadece.
Çayım bitiyor. Yenisi doldurmaya gerek yok, gecenin bu geç saatinde. Uykum geldi!
Bir yerden çığlıklar duyuyorum. Görmekte olduğum kabusa ait çığlıklar değil. Çünkü gördüğüm kabus her zamanki ile aynı sessizlikte. Bir hastane odası.. bir kürtaj yatağı.. ve ben, bacakları ikiye ayrılmış, yarı baygın yarı uyanık ben. Elinde büyük bir hortumla üzerime, sırıtarak gelen doktor. Ses yok! Ama bir yerlerden birilerinin sesi geliyor. Duyuyorum. Kabusumda baygınlıktan kurtulmaya çalışıyorum. Sesin geldiği yöne koşmak ve çığlıklar atan kadını görmek istiyorum. Gözlerimi açtığımda, hala kabusun etkisindeyim. Birkaç saniye nerede olduğumu anlamak istercesine tavana dikiyorum gözlerimi. Evet burası benim yatak odam. Ve emniyetli yatağımda, bacaklarım birbirine bitişik olarak yatıyorum. Ama uyanmış olmama aldırmadan, çığlık sesleri geliyor hala. Kulağımı tırmalayan seslerin kabusumla bir alakası olmadığına ayıyorum birden bire. Heyyy bu sesler gerçek.
Koşarak seslerin daha net duyulduğu balkona çıkıyorum. Daha önce varlığını fark etmediğim, küçük beyaz gecekondudan geliyor, kulağımı tırmalayan sesler. Bir kadın çığlık çığlığa ağlamak ile böğürmek arası bir şeyler söylüyor sanki. Ama kelimeleri seçemiyorum. Kelimeleri anlamak için gözlerimi kısıyor, kulağımı evin olduğu yöne çeviriyorum. Birden kapısı açılıyor beyaz gecekondunun. İçeriden beyaz geceliği ile bir kadın fırlıyor dışarıya. Saçları, gecenin siyahı.. biraz büyükcene olan göğüsleri her an dışarı çıkacakmış gibi bir o yana bir buyana koşuşturuyor kadın evinin bahçesinde. Çıldırmış gibi. Çılgın kadınlar şehri İstanbul. Çılgınlar gibi eğlenip, çılgınlar gibi seven ve sevişen kadınlardan ibaret bir şehir.
İşte bu karıda o çılgınlardan biri diye geçiriyorum aklımdan. Aklımdan geçen çılgın fikirlere gülümsüyorum daha sonra.
Olan biteni daha keyifle izlemek için bir sigara alıyorum içeriden, balkona döndüğümde kadın yok etrafta. Sonra evin arkasından bir yerden elinde bir bidonla çıkageliyor. Ne yapacağını merakla izliyorum. Bidondaki, benzin olduğunu tahmin ettiğim sıvıyı üzerine döküyor. Şaşkınım. Ne yapacağımı bilemeden bakakalıyorum. Ben bu bakakalmışlıktayken o, ateşe veriyor bedenini. Dehşete düşüyorum. Bir kadın güzel bedenini ateşe veriyor gözlerimin önünde ve ben ağzımda sigarayla olup biteni anlama çabasındayım. Cep telefonumu arıyorum evin her yerinde. İtfaiye.. evet itfaiye çağırmak gerekiyor. Lanet olası telefonum nerede? Bilmiyorum. Aylardır “evine telefon bağlat” diyen annemi dinmemiş olmaktan pişmanım, ömrümde ilk defa. Kapıya koşuyorum. Her yerinden anahtarlar sarkan kapıyı hangi anahtar ile açacağımı bilemiyorum. Ağlamaya başlıyorum, çaresizliğime. Bir kadın bedenini ateşe veriyor ve ben çaresizim. Balkona atıyorum kendimi yeniden. Beyaz gecekondu alevler içinde yanıyor. İçeriden çığlık sesleri yükseliyor ve bu çığlıkları kimse duymuyor. Bağırmaya çalışıyorum , ses çıkmıyor ağzımdan. Lanet olası karabasanım geliyor yine. Küçük bir çocukken beni bulan ve en zor anlarımda boğazımı sıkan karabasanım. Gözlerimin önünde yok olan bir insan silueti.
Yorgun düşüyorum, çaresizliğimden. Balkona yığılı veriyorum. Keskin bir soğuk sarmalıyor her yanımı. Gözlerimi açtığımda hareket edemeyecek kadar üşümüş durumdayım. Birkaç dakika gözlerimin önünde neler cereyan ettiğini anımsamaya çalışıyorum ve nerede olduğumu anlamaya. Evet burası benim evimin balkonu. Zar zor kalkıyorum yerden. Gözlerim küçük, beyaz gecekondunun durduğu yeri buluyor hemen. Eser yok gecekondudan. Yanıp kül olmuş.
Evimin telefonunun çığırtkan sesiyle toparlanıyorum. Koşarak telefonun olduğu odaya varıyorum. Bu telefon ne zaman bağlandı bu eve? Bilmiyorum.
Telefonda annemin hüzünlü sesi.
- neredelerdesin?
- Buradayım anne. Diyorum her an ağlamaya hazır.
- Neden açmıyorsun telefonunu?
- Anne burada neler oldu bilemezsin?
- Ne ne oldu? Çabuk söyle.
- Burada bir kadın yaktı kendisini. Hani benim evin önünde beyaz bir gecekondu vardı ya. Orada yaşayan siyah saçlı kadın dün gece evi de kendisini de yaktı anne.
- İlaçlarını aldın mı sen?
- Ne ilacı?
- Tamam tatlım. Hemen geliyorum ben oraya.
- Anne buraya gelme. Sana diyorum. İyiyim ben.
Telefonun sinyal sesi daha da geriyor sinirlerimi. Benim deli olduğuma sımsıkı inanan bir annem var, ne güzel.
Ama sizde gördünüz değil mi? O kadın yakmadı mı kendini?
Yatak odama gidiyorum usulca. Üşüyen bedenimi ısıtmak için. Yatak odamdaki, üzeri eşarpla örtülü aynayı açıyorum. Birden dehşete kapılıyorum. Hayır benim saçlarım kızıl!!!!!!! Bu saçlar, bu siyah saçlar bana ait olamaz. Bu çehre, bu gecelik. Bu ben olamam .
YORUMLAR
ortalama bir insan olmak yada sıradışı olmak . Sıradışı olanlar her zaman kahramanlardı yada mucitlerdi . Kahramanlıkları yada icatçı yaratıcı yönleri nereden mi geliyor ? Birileri öncü olmak zorunda . Birileri düşüncenin evrimi için gerekli birikimi toplayıp yeni sentezler üretebilmeli . Yaşadığı güne kadarki katkıları olanakları alabildiğine kullanma ve bunun ötesini görememe METAFİZİĞNE inat birileri değişimi kavrayabilmeli ,dünden bu güne kadarki süreçteki değişimi hareketliliği içinde kavrayabilmeli ve geleceği görebilmeli .geleceği üretebilmeli, geleceğe yön verebilmeli . Birileri samimi bir şekilde ifade edebilmeli. Paylaşabilmeli . Vermede almaktan daha fazla haz duymalı , örnek olmalı ve öğretebilmeli . Yani kısacası birileri , bazılarının sıradanlığına inat . kayaları dağların doruklarına taşıyabilmeli . Metafiziğin durağanlığına inat . Diyalektiği kavrayabilmeli .