- 485 Okunma
- 4 Yorum
- 4 Beğeni
Uzun Hikaye "Tiyatral"
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Tiyatro hakikaten çok başka birşey"
O dönem zamanın süper lisesinde okuyoruz. Sınıfımızın güzel bir yanı var ki derslerdeki başarılarımızın dışında herkesin bir konuda yeteneği vardı. Kimi matematik, kimi edebiyat, kimi müzik -ki en az bir enstrüman çalabilmek bence büyük meziyet ister- kimi de satranç, bilardo (3 bant) gibi zeka isteyen oyunlarda hep ön plandaydı. Onüç ondörtlü yaş guruplarına göre biraz ilerideydik. Bu konuda özellikle arkadaşlarım adına mütevazi olmayacağım.
Ben de hemen herkes gibi o zamanlarda bir karşı cinse karşı temiz duygular beslemeye başlamıştım. Aynı sırada oturuyor olmamızın konuyla alakası var mı bilemiyorum ama her geçen gün hislerim artarak devam ediyordu. Bir yıl sonra ben sayısal bölümünü seçtikten sonra kızcağız sözel bölüme geçmişti. Kızcağız demesek daha iyi olur galiba.
Adı Serpil G..
Serpil tiyatro kulübünde hep ön planda bir kızdı. Ben de kendimce sanki çok anlıyormuşum gibi hep ön sıralardan provalarını izlemeye giderdim. Onların Hegel, Karl Marks vs.. sohbetlerine katılamadığım gibi bu konulara da hiç hakim değildim ama gerçekten de oyun aralarında çok kaliteli sohbetleri vardı. Bir kenarda hergün yeni birşeyler öğreniyordum.
O hafta Rıfat ILGAZ’ın "Aydın Mısın" şiiriyle bitecek olan bir oyuna hazırlanıyorlardı. Provada şiir okunurken çok farklı duygulara kapıldım. En sevdiğim şiir. Acısından çok insanı kendisine getiren baba tokatı gibiydi. Ayaklarım yerden kesilmiş, içim gıdıklanmıştı..
"Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol"
- Hey, "uzun" gelsene buraya!
(Söylemeyi unuttum, "uzun" Serpil’in bana taktığı bir lakap)
- Söyle bakalım buyur.
- Bize bir oyuncu lazım.
- Hiç bana bakma ben anlamam biliyorsun.
- Dur be oğlum, kolay bir rol, tam senlik.
- Neymiş bu tam benlik olan rol?
- Korkuluk olacaksın..
(Hepsi birden gülüşmeye başladı)
- Olmaz.
- Oğlum senin sesin, diksiyonun ve uzun boyun tam bu role uygun. Hem kompozisyon sınavlarından hep en yüksek notu sen alırdın. Bir de duygusala bağladığın için sesli okutmaz mıydı seni Ayten Hoca!
- Tamam ama yazmak, okumak başka oynamak başka.
- Oyunu biz oynayacağız. Sen en son sahnenin ortasına gelip şiiri ezbere okuyacaksın. Tam son dizede kollarını iki yana açtığında ışıklar sönecek. Hepsi bu. Hepi topu üç dakikacık..
Yarım dakika sonra prova için sahnedeydim..
- Seyirciye bakma oyundan düşersin.
- Tamam.
- Sufle!
- Sufleye gerek yok..
- Nasıl yani?
Şiir bittiğinde ışıkçı ışıkları kapamayı unutmuştu.
- Ee, böyle olmaz ama bak. Oyun sırasında ışıklar kapanmazsa rezil oluruz.
- Oğlum sen iyi misin? Buna mı takıldın. Harikaydın lan.
(Şiirin etkisiyle de olsa boynuma atılmıştı)
Dört okulda oynanması planlanan oyunu onyedi hafta boyunca şehrin özel ve devlete ait onyedi ayrı lisesinde sergiledik.
O kadar yoğunduk ki Serpil’e olan hislerimin yerini tiyatro almıştı.
Yine böyle bir gün..
- Şşşt bayduygusal!
- Uzun’a n’oldu?
- Uzun hikaye. BI ara anlatırım.
- İyi bari.
- Şimdi seninle yeni bir oyun yazacağız.
- Yok artık!
- Denemeden ne hemen bu şimdi.
- Hmm. Deneyelim diyorsun. Denemek lazım mı böyle şeyleri gerçekten?
- Hem de herşeyi. Hem denemeden nerden bileceğiz. İçimizde kalacağına en fazla rezil oluruz. Sence değmez mi buna?
- Peki. Aslında benim aklımda var bir oyun. Başlığını da az önce buldum.
- Abartma oğlum, hele bir yazalım, başlık en son konur zaten biliyorsun.
- Öyle tabi de..
- İyi peki tamam, senin dediğin olsun. Ne olacakmış bakalım oyunun adı?
- Uzun Hikaye..
"Uzun Hikaye" yirmi yıl boyunca hiç oynanmadı..
Oynanamadı, çünkü biz "denemek üzerine" hayaller kurarken zaman hızla değişiyor ve dünya duygulardan öte akılla yönetiliyordu. Deneyememiştik çünkü tam o zamanlarda Serpil bana o ağır kararını açıklamıştı.
- Ben vazgeçtim!
- Neden?
- Çünkü ben artık kalbimle değil beynimle yol almak istiyorum.
Bana açık bir kapı bırakmamıştı. O güzel heyecanım bundan başka bir cümle ile sona eremezdi. Çünkü tek bir hayatımız vardı ve ben Serpil de olsa başka bir insanın hayatını kendi düşüncelerimle etkilemek istemiyordum.
Üniversite sınavı sonrası herkes başka illerde bir yerleri kazanmış ben edebiyat ve matematik öğretmenlerimin tavsiyeleri arasında rehberlik hocama son kararımı iletmiştim. "Matematikle para kazanıp edebiyat yaparım, tersini beceremem" diyerek kendi seçimimi yapıp İstanbul’da istedigim üniversitenin istediğim matematik bölüme yerleşmiştim.
"Aynı nehre ikinci kez giremezsin" sözünü yaşıyordum. İkinci kez dünyaya gelmiş gibi heyecanımı yitirmiştim.
Bir tek tiyatrodan vazgeçemedim..
Biz çok şanslı bir nesildik. Dünya savaşlarından hemen sonra sanata önem verilen bir zamanda yaşıyorduk. Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin, Demet Akbağ vb.. çok usta oyuncuya yetişme fırsatını bulmuştuk. "Pardon", "Haybeden Gerçeküstü Aşk" vs.. gibi benim en sevdiğim oyunları bizzat bu ustalar sahnedeyken izleyebilmiştim. Ayrıca üzerime düşen görevi de tamamlayarak matematik öğretmeni olmuştum. Oysa bir dönem sonra düşüncelerim değişmiş, kolejlerde matematik satmak bana yük olmaya başlamıştı.
Kendimi arayıştaydım. Bu mesleği bırakmaya karar vermiştim. Yalnız son bir işim kalmıştı.
- Esma’nın kaydını silmemiz lazım.
Tüm öğretmenler bu konuda hemfikirdi. Yüzde 40 zihin engelli raporu bulunan bu kızımız varlıklı ailesi sayesinde bugüne kadar bu kolejde barınmış ancak derslerindeki başarsızlığı idare edilemez hale gelmişti. Oysa Esma’da değişik bir hal vardı. Diğer şımarık öğrencilerin aksine görsel ve işitsel hafızası harikaydı.
O güne kadar sessiz kalmıştım ancak galiba artık zamanı gelmişti. Zihnimdeki çeyiz sandığını artık açmalıydım.
- Biz Esma’dan matematik, geometri, fizik çözmesini beklemekle hata mı yapıyoruz acaba?
- Nasıl yani hocam. Tabiki bunlar gerekli.
- Belki de başka bir yeteneği vardır kızımızın. Bir öğrencinin matematiği kötüyse ona matematik dersi aldırmak yerine mesela iyi olan edebiyat dersinin üzerinden kendisini özelleştirebilmesine yardımcı olabiliriz.
İşte bu konuşmanın sonunda istediğim yetkiyi alabilmiştim. Eğer bir şekilde bu söylediğimi bir hafta içerisinde onlara ispat edebilirsem Esma okulda kalacaktı. Okulda kalmasından öte onunla birlikte ben de kendimi bulabilecektim. Çünkü benim ona katacaklarımın onun bana vereceklerinin yanında lafı bile olmazdı.
İlk gün kolumu ısıran Esma o haftanın sonunda o güzel elbisesiyle sahnede oynanan kendi yazdığım "Uzun Hikaye" oyumu dörtyüz kişiye hatasız sergileyen bir tiyatro oyuncusuydu. Dahası kolayca ezberleyebildiği senaryoda her kelimenin vurgusunu ve etkisini seyirciye yansıtabilmişti.
"Ben bir aziz değilim, hele gündüz değilim
Attığı her adımda siyah bir iz bırakan
Bir yanında ürküten bir baldıran gövdesi
Bir yanında kederi özümleyen bir lâle
Merhamet sahrasının uyuyan gecesiyim
Bırak da, böyle bitsin bu günahkâr serüven
Bırak da kurtarayım bu emânet sarayı
Yeter, intiharınla oyduğun yüreğimi
Umutsuz şarkılarla avutulduğum yeter
Göğsümde bir yanardağ kıvranıyor Rüveyda"
Nurullah Genç’in "Rüveyda" şiiri ve Leman Sam’ın "Daha Gidecek Yolumuz Var" şarkısıyla biten "Uzun Hikaye" salonda çok insanı gözyaşına boğmuştu.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün öğretmene verdiği değerin nedenini o an iliklerime kadar yaşıyordum.
Belki Serpil’e ihanet etmiş olabilirdim. Şimdi burada olsa böyle düşünüyor olabilirdi. Yine de ben onu hep vedalaştığımız ânıyla hatırlıyordum ve o zamanki Serpil asla böyle düşünmezdi. Ben beyniyle yol alabilecek birisi değildim malesef.
Esma okulda kalmış, ben tüm ısrarlara rağmen sene sonunda kalbimle hareket ederek kendimi aramaya koyulmuştum.
YORUMLAR
Muhteşem!..Cinsiyetine bakılmaksızın her insanın çeyiz sandığı vardır aslında.Yeter ki anahtarını kaybetmemiş olsun.Sanat severler topluma hep faydalı olmuştur.Kutluyorum.Kaleminiz daim olsun.Sağlıcakla.Saygıyla.
neneh. tarafından 29.7.2024 22:29:05 zamanında düzenlenmiştir.
bayduygusal
Saygılar.
Küçük bir ışık insana yol aldırırmış. Arayışlara yön verdirirmiş.
İnsan özünde ne ise odur. Ne kadar farklı yöne gitsek günün birinde özümüzü buluruz.
Yüreğinize kaleminize sağlık.
Saygılarımla...
bayduygusal
Nezaketinize çok teşekkür ederim.
Selam, sevhi ve saygılarımla..
İnsan hayatı, bir nehrin akışına benzer; durmaksızın akar ve değişir. Tiyatro da bu hayatın sahneye yansıtılmış hali değil midir? Öykü, tıpkı uzun bir nehir gibi, her kıvrımında yeni bir anlam, her dalgasında derin bir mana barındırır. "Uzun Hikaye" de böyledir; yalnızca bir öykü değil, yaşamın kendisidir.
Tiyatro,hakikatin maskelerini (Persona)düşüren bir aynadır. Platon'un mağarasındaki gölgeler alegorisi tiyatro sahnesinde de yaşamın gölgeleri asıl rolünü oynar. Bu gölgeler, bazen Serpil'in tiyatro kulübünde sahnelenen bir oyun, bazen de başkarakterin kalbinde derin bir his olarak çıkar karşımıza.
Oyuncunun sahnedeki varlığı, sadece bir tiyatro oyuncusunun performansından öte, insan ruhunun sahnedeki izdüşümüdür. Onun "korkuluk" rolü ise, insanın içindeki korkuların, belirsizliklerin ve arayışların tam da karşılığıdır..
"Uzun Hikaye"nin yazılmayan, ama ruhlarda duyulan, hissedilen o ilk bölümü, insanın kendi içine yolculuğudur. Tiyatro sahnesinde başlayan bu yolculuk, hayat sahnesinde devam edecektir.
“Uzun Hikaye", yalnızca bir tiyatro oyununun anlatısı değil, insanın varlık sorununal yolculuğunun derinliklerinde yatan bir felsefi metin olarak da değerlendirilebilir. Tiyatro sahnesinde başlayan bu yolculuk, hayat sahnesinde devam ederken, her adımda yeni anlamlar ve hayallerle zenginleşir. İnsan, hem aklı hem de duygularıyla bu yolculuğu sürdürürken, hakikatin peşinden gitmek için her daim sahnedeki yerini alır. Çünkü tiyatro, hakikati aramanın en güzel yollarından biridir; bir aynadır, bir nehir, bir hikayedir. Ve her hikaye, kendi içinde uzun bir yolculuğun başlangıcıdır.
Tebrikler…
bayduygusal
Yaşsdığımız coğrafyaya göre şekil aldığına inandığım karakterimiz o durmaksızın akan nehirle beraber bir yerlerde denize karışıyor. Tuhaf olan şu ki henüz 7'sinde ölen çocuk bunu göremezken 40'ına varan insan o coğrafyadan taşıp başka bir kimliğe bürünebiliyor.
"Hayat" herkese aynı şansı vermiyor.
Sonra düşünuyorum. Kelebeğin de ömrü bir gün ama o gün kelebeğe bir ömür.
Selam, sevgi ve saygılarımla..