- 150 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
okumak
İlhan Berk Ankara’dayken, bir gece onlarda kalmış, gece kitaplığının bulunduğu salonda yatmıştım. Uyku tutmadı, kalktım, kitaplarla uğraşmaya başladım. Umulmayacak kadar az kitabı vardı. Yalnız her zaman yararlanabileceği, yeniden yenide okuyabileceği yapıtları evinde tutuyormuş. Gerisini, okuduktan sonra atıyor ya da belli bir okuma bedeliyle alıp sonra satan kitapçıya geriye veriyormuş.
Gördüğüm en büyük kişisel kitaplık Hilmi Ziya Ülken’inkiydi herhal. İstanbul’un iki yakasında iki ev tıklım tıklım kitap doluydu: Biri Türkçe, biri yabancı dillerde. Ama, o kitaplık, özellikle de Türkçe bölümü arşiv niteliğindeydi. Aşağı yukarı, yayımlanmış her şey vardı orada.
Okumanın erdemleri
Dağlarca, bugünlerde yeni bir eve geçecekti. Bilmem taşındı mı. Kitaplarını büyük mukavva kutulara yerleştirmek için bir hafta uğraşmış. Çok kitabı var.
İlhan Berk Ankara’dayken, bir gece onlarda kalmış, gece kitaplığının bulunduğu salonda yatmıştım. Uyku tutmadı, kalktım, kitaplarla uğraşmaya başladım. Umulmayacak kadar az kitabı vardı. Yalnız her zaman yararlanabileceği, yeniden yenide okuyabileceği yapıtları evinde tutuyormuş. Gerisini, okuduktan sonra atıyor ya da belli bir okuma bedeliyle alıp sonra satan kitapçıya geriye veriyormuş.
Gördüğüm en büyük kişisel kitaplık Hilmi Ziya Ülken’inkiydi herhal. İstanbul’un iki yakasında iki ev tıklım tıklım kitap doluydu: Biri Türkçe, biri yabancı dillerde. Ama, o kitaplık, özellikle de Türkçe bölümü arşiv niteliğindeydi. Aşağı yukarı, yayımlanmış her şey vardı orada.
Kendimkini düşünüyorum. Öğrenimimi bitirip hayata atılalı 20 yıl olmuş. Bu arada 24 ev değiştirmişim. Son iki evde dörder yıl oturduğumu söylersem, varın ortalamayı siz bulun. Kitaplığım büyümüş, küçülmüş (yok bile olmuş), büyümüş, budanmış, yine büyümüş. Semtten semte, kentten kente taşımışım kitaplarımı. Ne var ki, iyi bir kitaplık sayılmaz benimki. Büyük, ama biraz da bunun için iyi sayılmaz. Yabancı dil bölümü beni az buçuk yansıtmıyor değil. Türkçe bölümü ise herhangi bir kitapçı dükkanını andırıyor. Para vererek, seçerek almamışım çoğunu. Okuduktan sonra atılması gerekenleri atamamış ya da bununla başa çıkamamışım. Bir bölüğü de (yabancı dildekilerin bazısı da giriyor buraya) İngiliz anahtari gibi, testere gibi bekliyor. Aletlerim onlar benim. Bir gün işe yarayacak!
Kişinin on kitabı varsa, hepsini okur. Yüz kitabı olan yarısını okur. Bin kitabı olanın hiçbirini okumamasından korkarım.
İsmet Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nda cephedeyken, birliğinin eline bir gramafon ve bir tek klasik müzik plağı geçer. Her istirahatte o plağı çalarlar. Yüz kez, bin kez. İsmet Paşa’da klasik müzik tutkusunu ve beğenisini o plak oluşturmuştur.
Okuma sevgisi, temelde, yeniden okuma duygusu yaratmadan edemez. Bunun bir ölçüsü de yok elbet. Andre Gide dermiş ki, yavaş yavaş okuyun beni. Oysa Leopardi çok (ve hızlı) okumaktan kör olmuş.
İsmet Paşa’yla Dağlarca’dan söz ettim demin. Üniversiteye başladığım yıllarda Türkiye’de iki kişiyle tanışmak isterdim: İsmet Paşa, Fazıl Hüsnü Dağlarca.
Cemal Süreya
Milliyet Sanat Dergisi, 15 Kasım 1983
Cemal Süreya