- 67 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Bir ilkokul hatıram
Bundan otuz yıl kadar önce... İlkokuldaydım...
Sobalı bir okuldu. Odunu bile biz götürürdük, bizden isterlerdi. Biraz geriydi herşey... Dayak filan vardı mesela...
Sallayarak götürdüğüm sopalarla dayak yerdim. Meğer öğretmen soba için kuvvetli odunlar istiyormuş.
Oldukça zekiydim, daha okula gitmeden okuma yazmayı bilirdim.
Yaramaz bir öğrenciydim ve sürekli koşar, terler, devamlı kavga ederdim...
Sınıfta uzun eşek oynarken dengemi kaybettim. Elim sobaya yapışmıştı.
Sürekli bir aksiyon arardım. Bayrak direğine tırmanırdım.
Ders beni kesmiyordu, öğretmen de beni tam kol kolaçan edemiyordu.
Ögretmen bunları bildiği için beni elektrik su faturalarını yatırmaya gönderirdi.
Dikkatli gitmemi tembihlerdi.
Parasının üstünü tam tamına verirdim. Arasından birkaç kuruş da bana verirdi.
Her ders adım tahtadaydı.
Sınıf başkanı sürekli adımı tahtaya yazardı.
Adımı tahtadan silmeleri için sürekli başkanla pazarlık ederdim.
Önce yaramazlık sonra pazarlık bıkmışlardı benden artık...
Adı tahtaya yazılanlar cennetten çıktığına inanılan dayaktan bir güzel yerdi. Dayak esnasında sınıf sus pus olurdu.
Ögretmenin kızı da aynı sınıftaydı.
O da yaramazlık ederdi. Ama hiçbir başkan kızın adını tahtaya yazmazdı, yazamazdı. Bu, benim çok ilgimi çekerdi.
Hep ben dayak yerdim. Kulaklarım ateş gibi yanardı. Yüzlerim nar gibi kızarırdı.
Bir keresinde “Biraz da bu kulağımı çekin, öbürü çok sündü” dedim.
Sınıf kahkahaya boğuldu.
Birgün başkanlık devri olacaktı. Seçim yapılıyordu sınıfta. Demokrasi vardı. Adayların adı tahtaya yazılır. Öğretmen teker teker her adayı oylatır. En çok kime parmak kalkarsa o başkan olurdu.
Bugüne kadar hiç başkanlık niyetim olmadı. Çünkü başkan teneffüste sınıfta dururdu. Asayiş berkemal dikkat ederdi. Ben çoğu teneffüste kan ter içinde top oynardım. Koşa koşa sınıfa gelirdim.
Ama o gün öyle yapmadım. Yediğim dayaklara bir son, kendime bir çeki düzen verecektim. Ayrıca haksızlıkların önüne geçecek, bu yanlış gidişe bir son verecektim.
Sınıfta arkadaşlarla teketek toplantılar yaptım. Birebir görüşmeler gerçekleştirdim. Bilyeler dağıttım. Kağıtlar dağıttım. Oyun kartları dağıttım. Şekerler, simitler aldım. Simiti üçe dörde bölerek herkese pay ettim.
Ben yaramaz olarak yaftalandığım için hiç kimse benden başkanlık beklemiyordu. Bana yakıştıramazlardı. Zekiydim ama hiç yerimde durmazdım.
O gün geldi çattı. Adımı adaylardan ilk sıraya yazdırdım. Her zaman toz çamur olan önlüğüm o gün tertemizdi. Saçlarım inek yalamış gibiydi.
Çok içli bir konuşma yaptım. Vaadlerimi teker teker sıraladım. “Deniz getireceğim” dedim. “Her öğrenci kanunda nizamda eşittir. Adaletle yönetileceksiniz!” dedim. “Özgürlük gelecek, hürriyet gelecek” dedim. Diğer başkanların keyfi uygulamalarını tenkit ettim.
Tüm öğrenciler bu cesaretim karşısında beni alkışladı. Gözyaşları sel okup aktı.
Oylamaya geçildi.
Öğretmen “Bu gerizekalı belki adam olur, en iyisi başkan yapalım“ mı dedi ne oldu bilemiyorum. Bir anda en yüksek oyu ben alarak başkan oldum. Öğretmen böyle ezici bir oya hayır diyemedi. Anlatılmaz bir duyguydu. Omuzlarda taşınıyordum.
Aradan günler geçti.
Uzun süredir başkanlık yapıyordum. Dayağın acısını bildiğim için kimseyi kolay kolay yazmıyordum tahtaya...
Prensip olarak ta zaten küçük yaramazlıkları hiç yazmıyordum tahtaya. Sınıfta büyük bir özgürlük ve onun yanında da bir huzur iklimi hakimdi. Diğer sınıflardan birileri gelip kolay kolay rajon kesemez, sınıfımızdaki herhangi birine yan gözle bakamazdı.
Ama o gün öğretmenin kızı çok büyük bir yaramazlık yaptı. Haksızlık yaptı. Zayıfı ezdi. Sınıfı asiller ve sefiller diye kısımlara ayırdı. Sınıfta kavga etti. Bir sefil olarak ben ayırmaya gittiğimde bana küfretti. Başkanlığımı saymadı. Defterleri yırttı, yerlere tükürdü. Öğretmenin masa örtüsünü çekti. Beni babasıyla tehdit etti. Beni ve tüm sınıfı zayıflıkla ve korkaklıkla suçladı.
Tahtaya yazıp yazamayacağımı test ediyordu. Bir anda gidip geldim. Ya kariyerim mahvolacak, ya da adalet yerini bulacaktı. Dayak yiyen hep Ali’nin Veli’nin Ayşe’nin Fatma’nın çocukları mı olacaktı. Biraz da öğretmenin kızı dayak yesindi.
Bir an daldım, hayat gözümün önünden bir film şeridi gibi gelip geçti. Elim tebeşire zor gitti. Öğretmenin zili çoktan çalmıştı. Sınıfa girmesine çok az bir süre vardı.
‘Şımaranlar’ yazısının altına kızın ismini yavaş yavaş yazdım.
Kızın isminin altını çizdim. Yanına bir çarpı daha ekledim. Tüm gözler benim üzerimdeydi. Silecek mi acaba diye herkes merak ediyordu. Silmedim.
Öğretmen içeri girdi.
Herkes ayağa kalktı.
Ben sınıf mevcudunu ve derse ilişkin giriş cümlelerini öğretmene arz ettim. Tahtaya tarihi ve dersin adını konumuzu zaten yazmıştım. Bunlar her zamanki ritüellerdi.
İşimi layıkıyla yapıyordum.
Öğretmen ders anlatmak üzere ayağa kalktı.
Tahtadaki şımaranlar listesine baktı. Tüm sınıf bir anda öğretmenin kızına baktı. Büyük bir ölüm sessizliği... Öğretmen bir bana baktı, bir sınıfa, bir de canından çok sevdiği kızına.
“Yazabilmiş, ne yürek varmış” diye içinden geçirdi sanırım. Hiç kimse için kolay değildi çünkü.
Lafı biraz eveleyip gevelemeye çalıştı. “Ne yaptı bu?” dedi. Aynen anlattım.
“Gel buraya!” diye çağırdı. Ayağa kalktı kız, gitti babasının yanına. Öğretmen, kızının kulağından tuttu.
Ben o esnada bizi dövdüğü gibi mi dövecek yoksa biraz yumuşak mı davranacak diye merak ediyordum. Tek düşündüğüm şey buydu. Adalet tecelli edecek mi, etmeyecek mi?
Kızının yüzüne okkalı üç adet tokat attı. Ses sınıfta yankılandı.
“Kızım da olsan yaramazlık yapmayacaksın, bu sınıfta bir başkan var” dedi.
Kızı sırasına otururken büyük bir şaşkınlık ve gururu kırılmış gibi ağlamaklıydı.
Aslında üzülmedim de değil ama adalet yerini bulmuştu. Teneffüste bir kahraman gibi dolaştım koridorlarda... Bir anda tüm okulun gündemine oturmuştum...
İlerleyen günlerde başkanlıktan istifa ettim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.