- 112 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SİYASET.
SİYASETİN GÜCÜ.
Dini hurafelerin etkisinden temizlemek gerekir, doğrudur; ama dini siyasetin etkisinden de temizlemek gerekir. Çünkü siyasi amaçlı imal edilmiş hadis/haber, israiliyattan daha fazladır. Ebu Hanife, “Hakkında hadis bulunan hususlarda niçin kıyas yapıyorsun?” diye soranlara şöyle cevap verirmiş: “Medine’den bir karış yola çıkan hadis, Kufe’ye gelene kadar bir kulaç olur.”
Yaz aylarında, Cuma için yeni yapılmış bir “Azeri Camisi”ne gitmiştim. İmam hutbede bir ayet yorumladı: “…Onlar yeryüzünün en şerlisidirler.” Bir sahabi, bu ayetin muhatabının kim olduğunu, güya peygamberimize soruyor. O da, tam tahmin ettiğiniz gibi bu çanak soruya, “Onlar Ümeyyeoğulları’dır.” diye cevap veriyor. Aradan yüzlerce yıl geçmiş, binlerce kilometre ötede, Allah’ın evinde siyaset… Ne gerek var? Ümeyyeoğlu mu kalmış?
İmam bir kıssa daha anlattı. Rivayete göre Ammar’ın gözleri kör iki oğlu varmış. Hz. Ali Ammar’ın evine geliyor, parmağıyla dokunuyor ve çocukların gözlerini açıyor. Caminin banisi eski Sünni dostuma sordum: “Ne diyorsun?” Şöyle dedi: “Her hutbede Ali’den bir keramet mutlaka anlatılır.
Bir Ehl-i Beyt sitesinde şöyle anlatılıyordu: “Bir Yahudi heyeti, Peygamber sonrası onun yerine kimin imam/halife olacağını araştırmak üzere Medine’ye geliyor. Önce Hz. Ebu Bekir’e uğruyorlar ve kendini tanıtmasını istiyorlar. O da ‘Ben şuyum buyum…’ diyerek kendini tanıtıyor. ‘Peygamberle akrabalık bağın nedir?’ diye soruyorlar. ‘Ona kızımı verdim.’ diye cevap veriyor. Heyet, ‘Hayır! Tevrat’ta yazan sen değilsin.’ diyerek yanından ayrılıyor. İkinci durak Hz. Ömer’dir. O da kendini tanıtır. ‘Akrabalığınız nedir?’ derler, ‘Ona kızımı verdim.’ der. ‘Hayır! Tevrat’a göre aradığımız kimse sen de değilsin.’ İlginçtir, sıra Hz. Osman’dadır; ama ona uğramazlar. Kim bilir belki de, ‘Ben onun iki kızıyla evlendim, lakabım bile Zinnureyn!’ demesinden korkmuşlardır. Heyet son olarak Hz. Ali’ye ulaşır. Ali’ye, ‘Kendini tanıt, akrabalık bağını söyle!’ derler. O da, ‘Ben onun amcaoğluyum ve kızı Fatıma ile evliyim.’ diyince heyet aradığını bulmuştur: ‘Tamam işte, Tevrat’ta yazan sensin!’”
Tevrat’ta Hz. Muhammed yazmıyor; ama Ali yazıyor öyle mi? Nasıl inanayım? Şia anlatısında benzer şekilde Yahudi, Hıristiyan menkıbeleri bolca anlatılır. Şöyle demek istiyorlar: “Gayr-ı Müslimler bile Sünnilerden daha insaflı!”
Ali Şeriati, “Ali Şiası, Safevi Şiası” derken bunu kastediyordu herhalde.
Sünniler de aşağı kalmaz. Muteber kaynaklarda yer alan şöyle bir cümlecik var: “Topuğu ateşte olanların vay haline!” Maksat ilk bakışta anlaşılmaz; ancak hadisi imal edenin zihninde her şey açıktır: “Abdest alırken ayağını yıkamayan (mesh ederek abdest alan Şia) cehennemdedir.
Ortalığı sakinleştirmek isteyenler de boş durmaz: “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” veya “Ashabıma sövmeyin, ashabıma sövmeyin, ashabıma sövmeyin!”
Bu hadislerin cümle düzeni, sonraki fitne yıllarında imal edildiğini açığa vurur. Hadisi düzenleyen, kabrinde yatan peygamberi kendi zamanına ışınlamış ve “Şayet peygamber yaşasaydı, mutlaka böyle konuşurdu.” diye düşünmüştür. Zira peygamber yaşarken konuşsaydı, “Ey ashabım! Siz yıldızlar gibisiniz…” veya “Birbirinize sövmeyin…” derdi. Çünkü hitap ettiği kimseler zaten onun ashabıdır
Siyaset nelere kadir! Öyle olmasaydı, Sayın Erdoğan yanına Emine hanımı alıp, Ariel Şaron’la birlikte, Siyonizmin babası Theodor Herzl’in kabrinde saygı duruşunda bulunur muydu?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.