ŞÜPHECİLİK SARMALINDA TÜRKİYE
Dünyanın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de paranoya vakaları yaygınlaşmaktadır. Kişilik bozukluğu olarak tanımlanan bu rahatsızlığın nedeni tam olarak bilinmemekle beraber genetik, çevresel faktörler, fiziksel ve duygusal travmaların bu rahatsızlığa sebep olduğu düşünülmektedir.
Memorial Sağlık Grubunun yaptığı açıklamada paranoid kişilik bozukluğu; kişinin başkalarına ve çevresine karşı güvensizlik duyması ve şüpheyle yaklaşması durumuyla bağlantılı olarak ortaya çıkan zihinsel sağlık sorunudur. Halk arasında paranoya olarak tanımlanan bu rahatsızlık, kişinin devamlı tetikte olacak şekilde hareket etmesine neden olmaktadır.
Sağlık kuruluşlarının yaptığı açıklamalara bakıldığında paranoyanın ortaya çıkmasına çevresel faktörler de sebep teşkil etmektedir. İnsanlarda görülen bu rahatsızlık genetik olabileceği gibi yaşadığı ülkenin sosyo-kültürel şartlarıyla da ilgilidir.
Bir ülkede yaşayan insanlar, öncelikle kendilerini yöneten yöneticilere güvenir. Hükümet, dezenformasyon ile mücadele ederek halkının doğru bilgilendirilmesini sağlar. Halk, hükümetin söylediği sözlerin mutlak doğru olduğuna inandığı için ilerleyen süreçte hayal kırıklığı yaşamak istemez. Düşünelim biraz! Bir ülkede doğru ile yanlış, hak ile batıl, yalan ile talan, adalet ile adaletsizlik birbirine karışmış ise toplum zihninde siyaset kurumuna olan güven ortadan kalkar. Arada bir doğru bilgiler ve politikalar uygulansa da halkın zihninde ‘acaba’ şüphesi doğacaktır. Bu dezenformasyon sürece ağırlaşarak devam ederse insanlar en güvendiği kişilerin söylediği sözlere de şüphe ile bakmaya başlar. Çünkü güvendiği kişiler de basın, medya ve devlet adamlarının söylediği sözlere ve yaptığı işlere göre konuşur. Tüm bu iletişim kanalları kirlenmiş ve tıkanmış, doğru ile yanlış birbirinin içine girmiş ise halkın şüpheci olması kaçınılmazdır.
Bugün söylediğini yarın inkâr eden, verdiği sözleri yerine getirmeyen siyasetçiler, yalanları ortaya çıktığında bir can simidi gibi dine sarılıyor. Yalanları, talanları, iftiraları, taciz-tecavüz olaylarını ve tüm hukuksuzluğu dini kılıflara bürüyerek izole etmeye çalışıyor. Bu durumda vatandaşların kafasında bir takım dini şüpheler de oluşuyor. “Bizim dinimizde hırsızlık yapmak, yalan söylemek, iftira atmak, kamu hazinesine el uzatmak, torpil yapmak, insanlar arasında ayırım yapmak yoktur ama bu Müslüman siyasetçiler bunları nasıl yapabiliyor?” diye derin bir şüphe girdabına giriyor. İnsanlar, hem siyaset kurumunu, hem çevresinde gelişen olumsuzluğu gözlemliyor ve işin içinden çıkamıyor. Alış-verişe gittiğinde, bir çuval sakalıyla esnaflık yapanların besmeleyle yalan söyleyerek ticaret yaptığına şahit oluyor. Doğal olarak insanlar, hem siyasete hem de dinine olan güveni sarsılıyor! İşte bu ve benzeri vaziyeti Türkiye Sağlık Vakfı şu şekilde tanımlıyor: Ruhsal travma, kişilerin yaşamını, ruhsal ve bedensel varlığını tehdit eden veya tehdit algısı yaratan, kişiyi aşırı korkutan, dehşet ve çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların sonucunda meydana gelen ruhsal etkiler, ruhsal örselenmedir.
Ülkemiz insanları, siyasi ve ekonomik yönden çok zorlu bir süreçten geçmektedir. Geçim zorluğu, işsizlik, gelecek kaygısı, çarpık mesai uygulamaları, kurumların ehliyetsiz ve liyakatsiz yöneticilere teslim edilmesi ve mobing gibi uygulamalar intiharlara sebep olmaktadır. Gençlerimizin ve bilim insanlarımızın yurt dışına gitmeleri ülkemizin berbat bir şekilde yönetilmesinin sonucudur. Tüm bu olumsuzluklar neticesinde ülkemizde antidepresan hapları satış rekorları kırmaktadır. Güven Hastanesi’nin şu verileri çok çarpıcıdır: Depresyon, bireylerin kendini psikolojik olarak iyi hissetmediği, çok uzun süreler devam edebilen ve günlük hayatı etkileyen psikolojik bir rahatsızlıktır. Motivasyon eksikliği, değersizlik hissi, karamsarlık, mutsuzluk, suçluluk duygusu, ölüm ve intihar düşünceleri depresyonun belirtilerindendir. Bu sebepler, yoğun olarak ülkemizde yaşanmakta, insanlar birbirine ve siyaset kurumuna olan güvenini kaybetmektedir. Umarım psikologlar ve sosyologlar bu duyarsız siyaset kurumunu bilgilendirir ve bir an evvel çözüm üretilmesini sağlayabilir.