- 173 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAHANUR (Nasıl bir şeydir..taş doğurmak)
Memleketimizde kışın ile yazla arası o kadar kısa ki güneşin pek kemik ısıttığı söylenemez En çok da bostanlarda yetişen fasulye, salatalık, kelemin bolca yetişmesine şaşırırım. Suyun azizliği kızılırmakla daha bir azizlendiği söyleyemem Kızılırmak sadece ilçede geçip gidecek bir yol bulmuştu.Ya Bizim hap kadar evimiz onun daha büyüğü tarla, bostanlara sahip olmamız beklenmez tabi ki .komşuların her hangi sepelerden memleketten de uzaklaşmış ve boş kalan bostanları da dili bol merhameti kısa olan kaynanam ortakçı çıkmıştır. Beğendiği bostanı eker ve hâsılat sonrası kadın yarı adaleti ile onlara bir avuç kurutulmuş yeşil, fasulye ve turşuluk gönderirdi.
Dediğim gibi kaynanamı ufak tarım işleri yarım ticaretle uğraşan kişi haline getirmişti. O yılda yetişen sebzelerin yüzü suyu hürmetine topla dilimle kurut kurut bitmedi. Sevimsiz bir koca ve onun daha bir sevimsizi ailesi bedenen aklen çok yormuşlardı beni…
Aldığın nefesin kural koyucusu tanrının bir eksilik yaptığını düşünemem tövbe haşaaa! Deyip yüreğine yaslanmış acıların yerini eteklerine tutuna acılara devir ettim Yani artık kışın kokusu evi, bacıyı sarmış ve günlük işlerimizin bir azalıp diğeri büyüdüğünü söyleye bilirim.
Köyde Durugül ebe diye bir kadın vardı. Kendince nere de ne zaman aldığı sorulmayan bir sağlık bilgisine sahip idi; mide karın ağrısı şikâyetlerimi fark eden kaynanam beni alıp ona götürdü. Kadın el yordamı ile oramı burama bir güzel erleştikten sonra kaynanama dönüp "gelin yüklü "dedi.
Duman tutmaya beni kocam ile aramda olan isteksiz beden arzularına rağmen gebeymişim…
Ve olup bu bitenin sorumlusu kocama artık düşman gibi bakıyorum. Onun yüzünden. ona benzeyen; küçük bir kötülük şu an bedenimin içinde nefes alıyordu.
Biri ile sohbet etmeye başlarken bile onun onayını alırsınız. Ve lafa arasında çok zamanını almadığınıza dair küçük de olsa helâlık alırsınız değil mi? pekiyi canı dünyaya getirme özür kabahati kime yükleyeceksiniz…
Yine tanrı bildiklerinin sonucu bunlar.Evet yükseklik korkusu olmayan tanrı biz aşağılarda yaşayanlara yere kapaklanma korkusu vermiyordu.
Karnımın için de bir canlının varlığında rahatsızlık duyuyor; olmamın sebepleri tek tek benle yüzleşiyordu.
Fakat o yüzleşme bir işe yaramıyordu. Ben kendime yük olurken bu bebeğin yükünün ağırlığında ise daha çok eğilir; bükülürüm kocam ve ailesi karşısından.
Bedenimin zoraki taşıyıcısı olan ben o bebeğinde taşıyıcısı olmuştu. günler aylar derken.12-03- 2006 ve sancıların biri gelip diğeri giderken karanlığa doğan o bebeği aldım kucağıma…
Sevgisizlik bir yuvanın bozulma nedenidir. Bebeğin doğması ile eşime ilgisizliğimi daha da artırdı. Ve o ise benden farksız idi; cinsellik olsun olmasın diye hiç sesini çıkarmıyordu. Kısaca kocamın o cinsellik doygunlu benim dikkatimden de hiç kaçmıyordu.
Normal de olsa adam bir şekilde yolunu bulur; bedenime sahip olurdu ki… Neden böyle mesafeli davranmamın sebepleri nedir değildir. Evet, köy küçük ve çıkar bir yerlerde kokusu dedim.
Evrenin yaşadıklarım ve yaşayacaklarım ilgili öncesi hep bir işreti olmuştur. Bebeği emdirmiş. tam yatağına yatırırken... duvarda ki gelinlik resmimin bulunduğu çerçeve aşağı düşüp kırk bir parçaya bölünmesi bir oldu. Resim çerçevenin aniden duvardan düşmesinin sebebini pencereden süzülürken. hızın azaltıp çoğaltan rüzgâra olduğunu düşündüm.
Olan ölene çaresizliği ben öğretmem... bebeği yatağa uzatıp üstüne yorganı çektikten sonra resmi kırık cam parçalarının arasından alıp çeyiz sandığımın üzerine bıraktım. yatak Odamdan usulca çıkıp evin içinde görülmesi gereken işlerimin başına geçtim. ne iş kadar gördüğüme gelince bebeğimin uyanmasına bağlı idi;
Dışarıda bir gürültü anı vardı. lakin sırdan insanların muhabbetlerinin dozunu kaçırdıklarını düşündüm. O da ne bizim cam çerçeveye atılan taşların iriliğini görünce yatak odasın da yatmak da olan bebeğime bir zarar gelmesin diye bir koşu onun yattığı yerden aldım.dışarı çıkmayı becersem olup bitenin ne olduğunu anlardım mesele bebeğim ile yatakların dizili olduğu yataklığını önüne çökmüş kocam ve ya kaynanam gelip bizi güvene alsınlar.biz o halde o korkunun içindeyken; içeriye kimse gelmedi …
Zaman ilerledikçe dışarıdakilerin birbirleri ile çığlık, fısıldanmaları artmış ve çok kötü bir yanık kokusu alıyorum. Olmaya bizi diri diri burada yaksınlar ve yakmalarının nedenini bilmeden ölelim…
Siyah...
Aman, sakın haaa!
Kimse beni düzeltmeye kalkmasın
Bir annenin sancı tufanından
Nuh gemisine geçtim
Ayaklarım çıplak doğurganlığa hücrelerim ise
Ateş köklerine su diye bırakılmış
Kolay kolay nefse uyanıp,
Teslimiyet vermem
Yüze küküreyen yağmur kadar suçsuz
Çamur kadar
Tohuma, çiçeğe ,börtü böceğe kulluk eder
Öfkeme bağ bozarım
Ve sonrası öyle ki damak tat mağduru
Aylar yılların bileğini büker
Bir sen misin bekleyen.
Ekmek, şarap tadına pazarlık edip hiç hedefe varmamış
Üstüm başım niteliksiz elamanın beklentisin de
Islak kir katmerleşmiş de olabilir
İç arınmanın dışı
Kuşlar gibi ayak bileklerine döker terlerimi
Avlu avlu dolaşırım
Yazacaklarım uzun ,kâğıdın alının ortasına bir is vurur
Ben bana önce inanırım…
Çok sevişim aklımın düzlüklerin de
Ve herşey gün gibi çıplaktı
kemik sayımı fukaralıktan değil
Yar oluşum sadece kendi kollarıma
Ve en güzeli de
Kız çocuğumun adını Zeynep koymuşum.
Zeynep
Zeynep...
Dışarıda .Ne kadar seslerin birbirleri ile çatışması sürdü . ama bizi bebeğim ile yoğun bir dumanla baş başa kalmış ve nefes alamaz vaziyette idik;
Genelde bizim buralarda evlerin iki giriş kapısı olur biri bahçe içine diğeri de besledikleri hayvanların ahırına açılırdı. o kapıya da.ahır içi kapı denilirdi. Ahıra açılan kapı sağılan ineklerini sütünü eve taşımaya yararken. gece doğuran hayvanlarını kontrol için olurdu. Ahırın içersin de bana doğru bir erkek sesi geldiğini fark etme ile oradan dışarı kaça bileceğimiz de aklıma geldi.
Erkek sesi çok tanıdık değildi ama isminin bahanur olduğunu biliyordu. ve öyle sesleniyordu. "bahanur iç ahır kapısına doğru yürü. Ben seni dışarı çıkarırım" diyordu.
Ve niyetinde burada çıkmamın başka bir yolunun olmadığını tek seçenek iç ahır kapısını tahminen bulmaktı.
Sımsıkı kollarımın arasında tutuğum bebeğim artık ağlaya ağlaya sesi kısılmıştı. Siyah bir dumanın bir parçası olan bedenimin yavaş yavaş tükeniyordu. Koca bir erkek elinin boynumdan tutup beni peşinden sürüklemesi canımı acıtsa da sonuç dışarıda bulacaktım kendimi ve bebeğimi ve öyle de oldu...
Dumanların arasında kurulmamıza vesile olan adam annemin uzaktan akrabası aziz amca idi; eyle heybetli can kurtaracak bir herif değildi de çelimsiz kuru kara bir adamdı.
Garibim işte acımış bize herkes bir telaş olup biteni izlerken o gelip ahır içi kapından canımızı kurtardı.
Bebeğimin baygın oluşunun endişesi ile dışarı çıktığımın sevincini çok benimseyemedim.
Aziz amcaya ne oluyor burada deyince; bana sus işreti yaptı. Buda demek oluyor ki benim dışımda gelişen bir olay var ve ortalık fena karışıktı. Bebeği az kendine gelmesi için meme verme geldi aklıma lakin ne mümkün memeyi almıyor ve delirtti ciyak ciyak ağlamaya da tam kodlanmış gibiydi. Yani analık duygu bile bebeğim teskin etmiyordu.
Aziz amca bu arada kimsenin gelip gelmediğini bahçe duvarının gerisinde takip etmesi bize ne yapılır. endişemi daha da artırdı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.