hayal kırıklığı
Son kez o odaya doğru yürüdü. Bir rutini gerçekleştirmek gerginliğini azalttı gibi. Her şey alışıldık. Sağda solda küçük mumlar var, geç kalındığı her dakikada yanmaktan bitap düşmüşler.
Saatler ilerledikçe soğuğa dayanıksız olan terk etmelidir sevdiğini. O da aşkın parçasıdır ya. Rüzgar eşlik eder, çayını yudumlamaya on metre öteye giderken. Rüzgar sever onu ve rüzgarın denizden çağrışımlarla daima yanında kalacağını
Pencere sonuna kadar açık, içerideki havanın koridora yönelmemesi için düşünülmüş. Güneş batarken mumlar, dışarının hafif pembeliğinin gölgesinde kalmış ambiyans .Hemen aklına onun odayı dolduran varlığı gelir. Arkasını döner. Onu hayal eder .Gözlüklerini çıkarmış, masaya koymuş…
Derin bir iç çeker ve yavaşça koltuğa oturur. Serpil yeşil gözleri, genellikle zarif bir topuzla topladığı uzun ve düz sarı saçlarıyla balerinlere benziyordu.
İstanbul’un merkezi yerlerinden Emirgan’da Meltem Sokak’ta bulunan küçük ve şık konak adeta ölüm sessizliğine bürünmüştü, Hüseyin’in gelmesini beklerken saatin tik taklarından başka bir ses duyulmuyordu.
Gözlerini kapadı ve o gün öğleden sonra gittiği yeri düşündü. Gözlerini tekrar açtığında ön kapının açılıp kapandığını duydu. Başka hiçbir şey duymadı. Ne holdeki halının üzerinde ayak sesleri, ne de içeriye girince "merhaba" diye seslenen ses.
Hüseyin hep böyle gelirdi. Sokak kapısını kilitledi, evrak çantasını yere bıraktı, paltosunu portmantoya astı ve o günkü postasına baktı. Bir süre sonra Serpil’i aramaya başlayacaktı. Önce küçük çalışma odasına bakacak, orada olmadığını görünce mutfağa gelecekti.
Hüseyin yakışıklı adamdı, hayatının her döneminde yakışıklı olmuştu. Elli iki yaşında gelmişti, kırlaşmış saçlarıyla göze çarpan bir insandı. İnsanı delip geçen mavi gözleri ve atletik vücudu vardı. İki yıl önce, ortaklarından biri kalp krizi geçirmiş ve aniden ölmüştü, o zamandan beri rejimine dikkat ediyor ve egzersizlerini ihmal etmiyordu. Balık tercihi de bundan kaynaklanıyordu.
Tabağındaki yemeği çatalıyla kenara itti. Serpil o akşam yaratıcı olabilecek zaman bulamamıştı. Bütün bir öğleden sonrayı, üvey kız kardeşi Türkan ile birlikte cenaze salonunda geçirmiş ve tanıdıklarının başsağlığı dileklerini kabul etmişti.
İki kardeş birbirlerini en son, bir yıl önce Serpil ’ın annesinin cenazesinde görmüşlerdi. Ondan önce de on yıl hiç görüşmemişlerdi. Serpil’ın annesinden iki yıl önce ölen kardeşi Ahmet’in cenaze törenine Türkan gelmemişti.
Son yıllarda çok fazla cenaze töreni olmuştu. Annesi, Ahmet, şimdi de Cemil’i kaybetmişti. Birkaç yılda çok fazla kayıp vermişti. Üvey babası ile birbirlerine pek yakın olmamakla birlikte, Serpil ona hayatı boyunca saygı duymuştu ve ölümüne çok üzülüyordu. Önem verdiği insanlar yavaş yavaş hayatından çıkıp gitmeye başlamışlardı.
-Yarın İstanbul’daki toplantıda bulunmak zorundayım, dedi
Hüseyin maksatlı bir ifadeyle tabağına bakarak. Yemeğini didikliyor, fakat şikâyet etme gereği duymuyordu.
-Başka insanlar cenaze törenlerine gidiyor, dedi Serpil.
Sesinde rahatsız edici bir tonlama yoktu. Hüseyin’le tartışmaz, kavga etmezdi. Pek ender fikirlerine itiraz ederdi. Zaten itiraz etmesinin anlamı da yoktu, Hüseyin her zaman kendini haklı çıkarmanın bir yolunu bulurdu.
Yıllardır, Serpil’e hiç danışıp sorma gereği duymadan, canı ne isterse onu yapıyordu. Genellikle Serpil’den bağımsız bir varlık gibi hareket ediyordu. Sadece işi ile ilgileniyor ve Serpil’in istediklerini değil, işinin gerektirdiklerini yapıyordu.
Serpil onun nasıl çalıştığını ve ne düşündüğünü biliyordu. Hüseyin’in çevresine ördüğü duvarı yarıp içeri girmek mümkün değildi. Bu duvarı kendini korumak için mi, yoksa rahat etmek için mi ördüğünü Serpil hâlâ çözememişti. Gençliklerinde her şey çok farklıydı, ama yıllardır bu durumdaydılar. Serpil buna alışmıştı.
Kızlar evden ayrıldıklarından beri yalnızlığını iyice hissetmeye başlamıştı. Yıllarca ihtiyacı olan sıcaklığı kızlarından bulmuştu.
Onların yokluğunda, yalnızlığını her zamankinden daha fazla hissediyordu. Eski arkadaşlarının pek çoğundan uzaklaşmıştı. Zaman, yaşam, evlilik ve çocuklar onu eski çevresinden de uzaklaştırmıştı.
Zeynep, iki ay önce üniversiteye başlamak için evden ayrılmıştı. Yeni yaşamına çabuk ayak uydurmuştu ve mutluydu. Pervin eve fazla uzak olmamasına rağmen hafta sonları gelmiyordu. Arkadaşları, kendi yaşamı ve okuldaki etkinliklerle fazlasıyla meşguldü. Elmas’ta Bursa’da mutluydu ve işini seviyordu.
Bir ara Serpil, kızlarının kendisinden daha dolu bir yaşamları olduğunu da düşünmüştü. Kendi hayatıyla ne yapacağına karar vermek için bayağı kafa yoruyordu. Bir işe girmeyi düşünmüştü, ama ne tür bir iş yapacağını bilemiyordu.
Fatih’deki işinden ayrılalı yirmi beş yıl olmuştu. Elmas’nın doğumundan önce ayrılmıştı. Bir ara hukuk fakültesine dönmeyi de düşünmüş ve bundan birkaç kez Hüseyin’e de bahsetmişti. Hüseyin, bu yaştan sonra bunun çok saçma bir düşünce olduğunu söylemiş ve hemen göz ardı edivermişti.
-Bu yaştan sonra mı, Serpil? İnsan kırk yedi yaşında hukuk fakültesine başlamaz. Mezun olup, baro sınavlarını verinceye kadar elli yaşında olacaksın.
Bunu öyle hor görür bir ifadeyle söylemişti ki, Serpil konuyu açtığına bin kere pişman olmuştu. Hüseyin, yıllardır yaptığı gibi hayır işlerine devam etmesinin ve arada sırada arkadaşlarıyla öğle yemeğine çıkarak oyalanmasının yeterli olduğunu düşünüyordu.
Ama artık bunlar, özellikle kızlar gittiğinden beri, Serpil’e gereksiz ve saçma geliyordu. Hayatını doldurmak için daha anlamlı bir şeyler yapmak istiyordu, ama hâlâ aklına yatan ve kocasını yararlı olduğuna inandırabileceği bir plan yapamamıştı. Serpil masadaki tabaklan toplamıştı, kocasına dondurma ikram etti fakat Hüseyin istemedi.
Kilosuna çok dikkat ediyordu, vücudu biçimli ve çok iyi durumdaydı. Hafta içinde mutlaka birkaç kez ve hafta sonları İstanbul’un hava durumu el veriyorsa tenise giderdi. Kızlar küçükken
Fethiye ‘de yazlık kiralarlardı, ama yıl ar önce bundan da vazgeçmişlerdi. Çünkü Hüseyin, hafta sonlarında bile gerekirse bürosuna gidebilecek yakınlıkta olmak istiyordu. Hiç kimse değilse bile, ertesi gün üvey babasının cenaze töreninde kocasının yokluğunu kendisinin hissedeceğini söylemek istedi. Ama bunun faydasız olduğunu biliyordu.
Hüseyin bir kere kararını verdi mi, her ne pahasına olursa olsun vazgeçmezdi. Karısının orada ona ihtiyacı olabileceği aklına bile gelmiyordu. Onların ilişkisinde Serpil’in ihtiyaçlarının yeri yoktu. O yetenekli bir kadındı, başının çaresine bakmasını bilirdi.
Çocuklar küçükken bile sırtını bütün ağırlığıyla kocasına yaslamamıştı. Doğru kararlar verirdi ve kendinden emindi. Hüseyin için mükemmel bir eş olmuştu. Hüseyin kararlarını söylediği zaman asla "sızlanmazdı." Şimdi de sızlanmıyordu. Sadece kocası yanında olmayacağını söyleyince hayal kırıklığına uğramıştı.
Ama artık hayal kırıklığı Serpil’in yaşamının bir parçası olmuştu. İhtiyacı olduğu zamanlarda Hüseyin hiç yanında olmamıştı. Güvenilir, namuslu, kültürlüydü ve ailesine iyi bir yaşam sağlıyordu. Ama duygusal yanı yıllar önce uçup havaya karışmıştı.
redfer