- 132 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HACZEN SATILIK BEDEN
HACZEN SATILIK BEDEN
Usta meyhanede demlenirken hayata, bir ara telefonu caldı. Arayan Erol’du.
-Üstat nasılsın? Nasıl oldun?
-Teşekkür ederim Erol. Nasıl olsun yuvarlanıp gidiyorum işte...
-Hep melankoli hep melankoli olmuyor be usta.Yeterince acı çektirmedin mi kendine? Unut artık geçmişi.
-Yok azizim, o işler öyle kolay kolay unutulmuyor
-Eyvallah üstad. Anladım seni ikna etmek mümkün değil! Peki, şimdi neredesin, ne yapıyorsun?
-Eh işte. Ben de ne yapayım. Her zamanki gibi mekândayım.
-Yalnız mısın? Yoksa yanında birileri var mı?
-Yok, yok yalnızım. Her nedense bugün canım oldukça sıkılıyor. Kendimle baş başa kalmak istedim. Ama o da olmuyor. Sanki içtikçe çoğalıyor ve ben dertlerin içinde kayboluyorum...
-Erken başlamışsın be usta.
-Ne bileyim. Halil Esenin dediği gibi; bir iki kaşık rakı içeyim dedim. Ama her gün severek içtiğim bu zıkkım tat vermiyor artık.
-O zaman uygun olduğum bir gün birlikte bir iki kaşık içip keyfimizce iki lafın belini kırarız?
-Eyvallah uygun olduğun bir zamanda görüşelim o zaman.
-Kendine iyi bak usta, iyi günler diliyorum sana
-Sana da iyi günler kardeşim. Hoşça kal... diyerek usta telefonunu kapatıp masaya biraktı. Oldukça canı sıkılmış olan usta;Telefonun kişi listesini gözden geçirdi. Kadehini kaldırdı, hatrı sayılır bir yudum aldıktan sonra, Elini ağzına götürerek dudaklarını sildi ve bıyığını sakalını sıvazladı.
-Lanet olsun bu zıkkım sohbetsiz yalnız başına içilmiyor ki... Kimi arasam acaba? Ertuğrul Yılmaz’ı çağırsam, bir sürü tantana yapacak. Askerlik anılarını anlatacak. İyisi mi Bizim şairi çağırayım. Ne de olsa has delikanlıdır. Kim bilir belki birkaç şiir okur. Okur da geçmişimden uzaklaştırıp, ruhumu dinlendirir. diye mırıldandı... Telefonda, isim listesine baktı ve şairi aradı.
-Alo şairim merhaba...
-Merhaba Usta nasılsın?
-Teşekkür ederim evlat sen nasılsın?..
-Sağol usta, her zamanki gibi ya dip yapar dalgalar gibi çırpınıp dururum, ya da hayatın bana sunduklarıyla mest olur durulurum...
-Kul Nesimi gibi yine şairliğini konuşturdun.
-Nasıl yani?
-Nasıl olacak Efkan’ım? Hani diyor ya; "Kah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi. Kah inerim yeryüzüne seyreder alem beni..." Sen beni de şair ettin oğlum... Neredesin Efkan? Hadi çık gel de daha fazla özletme kendini?..
-Yalnızlığımla başbaşa dolaşıyorum usta. Sen neredesin?
-Ben mi? Ben şu anda her zamanki mekanda yani aşıklar meyhanesinde. Önemli bir işin yoksa seni hemen buraya bekliyorum! Gel de bir iki lafın belini kıralım oğlum özledim seni. Hem konuşacak önemli bir mevzu var!..
-Hayırdır inşallah?
-Hayırdır be evlat. Çok gevezelik ettin! Hadi bekliyorum. Hemen çık da gel...
-Tamam usta, ben de seni özlemişim. Hemen geliyorum usta. diyerek telefonu kapattı.
Şairin geleceğini duyan usta, garsona seslendi;
-Hadi oğlum masaya bir servis daha aç. Aslanım geliyor, şairim geliyor.
Çok geçmeden şair meyhane kapısından içeri girdi. Sağa sola bakındı. Girişte oturan bir müşteriden;
-Çakmağınızı rica etsem. dedi ve cakmağa uzandı sigarasını yaktı. Çakmağı aldığı kişiye;
-Eyvallah. diyerek tesekkür etti ve ekledi;
Bilir misiniz? Kibrit daha basit bir icat gibi görünse de çakmak kibritten önce bulunmuştur. dedi ve Onca basitliğin içinde gizlediğimiz karmaşıklıklar geliyor aklıma. Ne bileyim. Kendimizi kendimizden sakınır olduk. diye mırıldanarak ilerledi.
İki masa ileride şair olan dostu Cumhur’u gördü.
-Bak hele bizim Cumhur da buradaymış. Gülerek Şu adam uslanmadı gitti. Ne zaman görsem bir hatunla birliktedir. Hep te aynı numarayla kandırır kadınları. Cumhurun taklidini yaparak "Geceyi örten nedir, bilir misin canım? Yıldızlar. Yıldızlar olmasa karanlığın anlamı olmaz. Ben olmasam misal, bu masanın tadı olmayacağı gibi.
Cumhurun oturduğu masaya ilerledi;
-Afiyet olsun kardeş, hayırdır, meyhane niye boş?
-Tesekkür ederim. Gel beraber olsun. Derbi maçı var ya.
-Ha anladım. O yüzden boş. Sende mi gideceksin?
-Evet az sonra kalkarım.
-Tabi haklısın böyle bir derbi maçı kaçmaz. Hadi afiyet olsun kardeşim.
Kendi kendine mırıldanarak;
-Neyse. Usta nerede oturuyor acaba? Hah şuradaymış!
Dipteki köşe masada oturan usta; şairin yanına geldiğinin farkında değil. Usta ritim tutarak fonda çalan şarkıya eşlik etmektedir. Rakı kadehini kaldırır tam yudumlayacakken, şair usta’nın yanına gitti.
-Selam usta afiyet olsun. Beni alalacele çağırmanın çok önemli bir sebebi olmalı. Hayırdır inşallah. Bir emrin mi var?
Şairin selamıyla birlikte irkilen usta bir anda parlayan gözlerle tebessüm etti!
-Estağfurullah evlat emir olur mu hiç?
Sandalyeyi eliyle göstererdi.
-Hele geç otur şöyle. Uzun zaman oldu seninle iki kadeh bişey içip sohbet etmeyeli. Karşıma otur da meyhanedekiler adamın, hasını görsünler.
Şair biraz endişeli ve bir o kadar da merakla;
-Oturayım, oturayım da, içime kurt düştü be usta. Mevzu ne acaba? Sen sebepsiz çağırmazsın beni.
Usta, şairin ısrarcılığı karşısında herzamanki lakayıtlığıyla şaka yollu;
-Çok gevezelik ettin be evlat! Geç otur işte. Mevzu falan yok. Bilirsin, yalnız başına gitmiyor bu zıkkım. Yüreği zengin, yiğit biriyle dertleşerek içmek istedim hepsi bu! Aslında Ali’yi de deçağıracaktım, uygun olmaz diye düşündüm!
-Baş üstüne usta! Bu güne kadar hangi dediğini ikilettim ki?
diyerek sandalyeyi çekti ve usta’nın karşısına oturdu. Tebessüm ederek;
-Evet usta, şimdi söyle bakalım. Mevzu ne? Yoksa farkında olmadan sana karşı bir kusur mu ettim?
Usta, şairi çok sevdiğini gösterircesine kafasını sağa sola sallayarak tebessüm etti.
-Eeeh bir mevzu diye tutturdun. Mevzu falan yok be evlat, sen kusur işleyecek bir yiğit değilsin ki. Sıkıntı benim meraklı oluşum! Umarım merakımı mazur görür, sorduğum sorulara cevap verme cesaretini gösterirsin!
Ustanın soracakları konusunda merak’ı yüzüne yansımıştır.
-Hayırdır usta nedir merakın? Söyle de bildiğimi anlatayım. Gördüğümü göstereyim. Duyduğumu diyeyim. Lakin görmediklerimin vebalini de, sahibi kimse ona yükleyeyim!
Usta şairin verdiği bu cevap karşısında kendinden ve şairxen emin bir şekilde arkasına yaslanarak;
-Eyvallah be evlat! Senin has biri olduğunu bilirim de, bu söylediklerinle çok daha has olduğunu gösterdin bana.
Hafifçe öne eğildi ve merakla;
-Yeni çalışmalar var mı? Yakında çıkaracağın şiir ya da öykü kitabı?
-Yok be usta üstünde çalıştığım bir öykü roman vardı. Ama bu aralar herşey zul geliyor bana. Kendimi bir türlü yazmaya veremiyorum. Resmen odaklanma sorunu yaşıyorum... Sen nasılsın, neler yaptın görüşmeyeli?
-Eh ben de gördüğün gibi evlat. Şükürler olsun bir sıkıntı yok.
-Buna sevindim. Sen hep iyi ol usta. Daha bana lazımsın. Ee... herşey yolundaysa asıl mevzuya gelelim.
Usta başını sallayarak;
-Anlaşıldı, anlaşıldı, mevzu sende bir takıntı haline geldi... Ya oğlum mevzu falan yok. Ne kadar meraklıymışsın sen böyle! İlle de bilmek istersen mevzu şu; düşündüm de yaşın epeyce ilerledi. Artık evlenmenin, yuva kurup çoluk çocuğa karışmanın zamanı gelmedi mi?
Şair, duyduğu bu sözler karşısında adeta şok oldu. Kısa bir suskunluğun ardından;
-Bak usta seni sevip saydığımı çok iyi bilirsin. Lakin özel yaşamım konusunda babam dahi olsa bana karışamaz! Hadi bu konuyu kapatalım ve içelim.
Usta, Kekeleyerek, biraz da arsızlığa vurarak;
-He, he, hemen kızma be şairim. Senin iyiliğin için söyledim.
Şair gerilmiş bir şekilde kadehini kaldırdı, fondip yaparak kadehi sert bir sekilde masaya koyarak;
-Allahaşkına usta, bu konularda benim iyiliğimi düşünme. Hem evlilik öyle çocuk oyuncağı değil! Evli olanları görüyoruz. Şipşak karar veriyorlar. Bazıları da evlilik daha balayı bitmeden, şipşak boşanıyor! Hem sen evlendin de ne oldu? Eğer ben evleneceksem, ki henüz düşünmüyorum. Evliliği düşündüğüm zaman yoruluncaya kadar arayayıp, ölünceye kadar beraber olacağım birisi olacak! Kısaca o kutsallığın farkında olmalı insan.
Usta, şairin söylediklerini anlamamışçasına ve pişkince;
-Ama duydum ki hayatında biri varmış! Kimdir, kimin nesidir? Senin gibi has birine yakışır birisi mi acaba? Ne de olsa onca sıkıntı, onca mutsuzluktan sonra hayatına bir kadın girdiğini duydum Kendimce düşündüm. Dedim ki, olacaksa kadın gibi bir kadın olmalı, yiğidime yakışmalı! Sen gibi adamın hasını mutlu etmeli! Şimdi anlat bakalım böyle bir mevzu var mı? Var ise söyle yarından tezi yok, gidip isteyelim.
Şair, ustanın merakının ne olduğunu anlayınca şaşkınlığını üstünden atmıştır. Ama yüzünde acı ifadesi ve buruk bir tebessümle;
-Ustaaaa... Ya Allahaşkına beni buraya çağırmanın sebebi bu mu? Ben de başka bişey sanmıştım. N’olursun benim de ağzımın tadını kaçırma. Madem geldim bırak ta bir iki kadeh zıkkımlanıp hoşça sohbet edelim değil mi?
Usta, şairin gösterdiği tepkiyi anlamamışçasına;
-Hadi be evlat anlat bakalım. Anlat ta neşem yerine gelsin.
Şair ustanın ısrarcılığı karşısında oldukça gergin;
-Anlaşıldı usta. Senden kurtuluş yok. Şimdi çekip gidersem hem sana hem de kendime saygısızlık etmiş olurum. Tamam anlatacağım. Doğru duymuşsun be usta. Öyle bir mevzu vardı! Rahatladın mı şimdi?
Usta şaire doğru eğilerek, merakla;
-Vardı derken. Bitirdin mi yoksa?
-Şair, burnundan solur gibi, neyi nasıl anlatacağını bilemiyormuşçasına zorlanır!
-Of be usta. Bütün sıkıntın bu muydu? Yook, yok başlamayan bir şey nasıl bitsin ki? Nereden başlasam, nasıl söylesem bilemiyorum!
-Mesele değil evlat. Sen hele anlat da neresinden anlatırsan anlat! Ben de senin anlatımından gelin kızımızı tanımış olurum.
Şair ustanın ne kadar gereksiz ve meraklı birisi olduğunu bilir. Ama vakti zamanında birtakım iyiliğini gördüğü için de kıramaz! İç çekerek;
-Eyvallah be usta. Mevzu her ne kadar derin olsa da izin verirsen önce kendimden başlamak isterim. Kendini bilmeyen, başkasını nasıl anlatsın ki?
Derin bir of çekerek;
-Uzun bir süre önceydi, Aşka güneşin söndüğü günler! İkinci dünya aşk savaşı sonrası ağır yaralı, sürgün yemiştim başka bir coğrafyaya! Vefadan yoksunlara inat, kirlenmesin diye kaderim, kendi göbeğimi kendim kesmiş, kendi kefenimi kendim biçmiştim! Bedbin yüreklerden uzak bu coğrafyada, kendimce bir saltanat kurup, nasılsa bekleyenim yok diye, ölüme bile rest çekmiştim!
Oldukça sevecen yanımla, başı okşanmaya muhtaç bir öksüz gibil Kimseler avutmayınca öksüzlüğümü, mecburen aşka yetimliğimi evlat edinmiştim! Öksüz dediysem, bakmayın siz öksüz ve yetimliğime benim. Her ne kadar yetim olsam da, sair zamanlarda başım omzuma düşse bile aldırmam! Cephede sancaktar gibi yüreğim dik durur ve yine de aşka yürürüm! Demem o ki, ben hep saf yanımdan vurulmuşum usta! Anlayacağın, vefasızın, vurdumduymazın, meğer aşka ahrazın kurbanı olmuşum!
Şairin bu söyledikleri ustanın duymak istediği şeyler değildir. Asıl duymak istediklerini ima edercesine;
-Ah evlat, sana boşuna şair demiyorlar. Ağzından çıkan her sözcük bir şiir gibidir. Lakin, anlatırken kulaklarımı kapasam, gözlerinden anlarım ne anlattığını. Sen biraz ondan bahset ondan.
-Ondan mı bahsedeyim? Sabret be usta. Elbet de anlatacağım. Şimdi adını unuttum. Ki, anmak da istemem! Ya da öyle olmasını temenni ediyorum! Birkaç yıl önceydi. Antoloji sayfasının birinde bir şiirini okumuştum. Ve sonra birini daha, derken bir başka şiirini daha okudum! Sonra, ne yapıp, ne edip bir şekilde kendisiyle irtibat kurmuştum! Nihayet buluşmaya karar vermiş ve sonraki hafta buluşmuştuk. Daha ilk buluşmamızda, kendisine yakın bulmuş, bana sıkıca sarılmak istediğini söylemişti! Bakışları o kadar manalı, öylesine sevecendi ki, be usta. Ben de farkında olmadan kendimi kaptırmış ona aşık olmuşum.! Ankara’da şiir etkinlikleri yapıyordum. Bir sonraki buluşmamız bu etkinlikte olmuştu. O akşam bir şiir okumuştum. Usta, o şiiri sana okumamı ister misin?
-Hadi oku evlat. Mikrofon ister misin garsonu çağırayim da getirsin fon eşliğinde oku.
-Olur ve usta, meyhanedeki dostlarimiz da kendilerine düşen payı alsınlar.
-Evlat şu mikrofonu şaire getir. Bir de bilgisayardan, Farid Farjad "Goleh" adlı müziğini aç!
- Garson, hemen getiriyorum abi. diyerek seyyar mikrofonu getirdi, ardından müziği bilgisayardan bulup açtı.
Şair;
-Sus be Maria sus
bayramlık ağzımı açtırma benim
cümle sonlarına virgül dahi koymadan sayar geçerim sus ve aklımla alay etme benim
sükût ediyorsam bil ki Maria
ahlaksızlığına aldırmayışım ve kendime olan saygımdandır
üstüme, üstüme gelip de durma dokunursam var ya kanar ar damarının benli yaraları unut, iftar vaktine yakın susamışlığı kirletme içerek zemzem sularını
sükût ediyorsam ikrarımdandır konuşursam hiçliğini bile yakarsın cehennemde
ikrarımı bozma Maria unutma sen bende yaşayan bir ölüsün
yok ya, gurur hastalığına yakalanmış değil be Maria ihanetin yayılmış bütün hücrelerine kurtulmak istiyorsan bu illetten sol yanından başla laboratuvar testinde, kanında bulundu işte kevaşeliğinin belgesi
aşk katili etme beni Maria ben bir cana kıyamam ötenazi en iyisi kirli olsa da ruhun temizdir her ölüm
nasılsa kalmayacak yüreğin aşka gebe nasılsa çekmeyeceksin çirkefliğinin sancısını
hey gidi yüzüne tükürdüğümün dünyası bak mayası da bozukmuş başka bir aşka gebe kalmış ille de bir aşk doğuracakmış
dikkat et Maria
dikkat et de
doğuracağın aşk sana benzemesin!
-Maria da kimmiş be evlat? Elin gavurunu sokma aramıza. Ben de bir şiir okuyayım, şu rakının tadını bilmeyen Maria gavurluğundan utansın! Ama önce adını koymalıyız neye kadeh kaldırdığımızın. Sadece iki cam bardak birbirine değsin ve sesi aşk gibi çınlasın kulaklarımızda. Nasıl şiir okuyorum sen de dinle.
Rakı içiyorsa iki insan; Sofrada üç kişi vardır. Rakı da candır. Dökerken içinde olan ne varsa, Tüm sırlarını duyan. Benimle aşka gelip, Benimle mayışandır! Suyumuz bitmemiş miydi? Beyazlaşmış rakılar. Biz ne çok ağlamışız.
-Herzamaki gibi harikasın be usta!
-Hadi öyleyse, kaldığın yerden devam ette bitir şu öyküyü.
-Evet usta, şiiri okurken, bir ara kendisiyle göz göze geldik. Şiirden çok etkilenmiş olacak ki, sonra sahneden indiğimde, kadın yanıma geldi. Maria’nın kim olduğunu sordu. Ütopik dediysem de inanmadı! Ha bu arada Maria Sükût adlı şiirimin kadın kahramanıdır. Ve kendi kendine mırıldandı. Duyduğum kadarıyla, "bu kadar mı benzerlik olur?" Demişti! Herhalde kendi yaşamını Maria’nın yaşamına benzetmişti! Çünkü o da bir şairdi. Yani Maria da bir şairdi. O akşamdan sonra, arada bir buluşurduk. Ter kokan bedeninin haczini anlatırdı hep! Nasıl düştüğünü! En çok da düşüşten behemahal kurtulmak istediğini söyler dururdu!
-Ah be evlat, düşmenin ne demek olduğunu bir bilebilsek! Biz düşmüşlüğü, tökezleyip te dizimizin yaralanması diye biliriz. Düşmek, evet düşmek. İnsan bazen ayaktayken de düşer! En çok ta insanın canını acıtan ayakta olduğunu varsayarak düşmesidir!
-Öyledir usta.
-Peki evlat genelde nerede buluşurdunuz bu kadınla? Bir ailesi, ne bileyim anası, babası, bir yakını, kimi kimsesi yokmuydu?
Sordugu soruya pişman olmustu.
-Neyse evlat boşver sen anlatmaya devam et!
-Ankarada en iyi poğaçaların yapıldığı, benim de tadına doyamadığım Karaköy börekçisinde buluşurduk. Hatta çoğu zaman sabah kahvaltısı için kalkar ta Sincan’a kadar giderdim. Anlarsın ya usta. Kahvaltıda poğaça bahaneydi. Tek derdim, sabah uyandığımda ilk aklıma gelen o kadındı, onu görmek, onunla vakit geçirmekti amacım. Ne garip değil mi usta, sabah gözlerimi açar açmaz ilk aklıma gelen o olur, onu çok özlerdim.
Usta, şairin Karaköy borekçisinde bulusuyduk demesine sasırmış, aklından deli sorular gecmisçesine;
-Ne? Nasıl yani? Karaköy börekçisinde mi buluşuyordunuz?
-Evet. Ne oldu ki usta? Niye bu kadar şasırdın?
-Yok, bişey yok yok evlat. Ama orası ayak altı. Gireni çıkanı çok olur. Bu sizi rahatsız etmiyor muydu?
-Hayır etmiyordu. Neyse, bir keresinde sordum bu hale nasıl geldiğini? Başladı bir yerden anlatmaya. Ben de herzaman olduğu gibi, can kulağıyla dinlerdim kendisini! Anlattığına göre genç kızlığında, yüzüne güneş doğmadan az önce babası olacak şerefsiz tarafından, bir mezatta "haczen satılmış"! Bugün olsa ederi kaç para bilmem ama büyük paralar ödendiğini söylerdi aşık olduğum kadının.
İçi burkularak acı bir tebessüm ederek;
-Allah belasını versin. Eminim babası o paraları içki ve kumar masalarında yemiştir?
-O kadarını bilmiyorum usta. Bildiğim, babası için karlı bir satış, kendisi için ise, ölümün başlangıcı olmuş! Derken satıldığı adamdan iki çocuğu olmuş. Her ikisi de dünyalar tatlısı. Büyüğü daha on ikisinde, küçüğü on yaşındayken hayatın ağır yükü karşısında ezilmek istememiş! Ayaklarım üstünde durayım demiş. Pervasızca kullandığı dilinin töhmetine muzdarip bir terzi yamağı olmuş ve ilk tecrübesini de terzide edinmiş! Terzi, kumaş kestiği tezgahın üstünde becermiş kadını! Ne kadar direnmek istemiş ise de, neticede yenik düşmüş terziye! Sonrasında kadın, ne de olsa ekmek kavgası demiş, mücadele etmemiş! Direnmeyi bırakmış ve hep susarak teslim olmuş terziye! Uzun bir süre bu ilişki, öylece devam etmiş! Çevrede dedikodu yayilmaya baslamış. İş içinden çıkılmaz bir hal alınca, kadın nihayet terziyi reddetmiş! Terzi yıldırmak isterken kadını, biraz kaçırmış işin tadını! Ve mütamediyen kadının kocasına, imzasız mektuplar yazarak ev adresine yollamış! Nihayet bir gün, mektuplardan biri, kocasının eline geçmiş! Kocası açmış mektubu okumuş. Temkinli iyimserlikle, dedikodu ve yalan ihtimali üzerine, kadına bir şey söylememiş susmuş! Kadını anlattığı örnek hikayeler anlatarak tutumundan vazgecirmeye, terbiye etmeye çalışmış! Yaşananları görmezden gelip, çocuklarının hatırına, kadının yaptığı çirkinliklere tamamıyla göz yummuş! Kadın ne yapsın? Katıksız ve aç kalınca, "denize düşen yılana sarılır" misali, onurunu hiçe sayarak, çalmış kapısını kaderin! Kader dedim özür dilerim! Ne kaderi be usta? Bile isteye, Kadir’in, Kemal’in, Cemil’in, bir de Uysal’ımız var ki aliadan Ali! İsmail’i, Yusuf’u, of of saymakla bitmez! Çok yoruldum. mevzu uzun, mevzu derin be usta. Hem bu oruspudan bize ne? Düşünsene usta, kıçındaki kilottan, göğsündeki sütyene kadar düşüp kalktığı erkeklerin parasıyla alınmış! İçim kaldırmıyor! İstersen konuyu kapatalım usta. Ya da başka bir zaman devam edelim ne dersin?
Usta oldukça duygulanmıştı.
-Lütfen devam et evlat! Evlat unutmak için hatırlamak lazım. Kaçarsın, kaçarsın... Nazım’ın dediği gibi; "Tavşan, korktuğu için kaçmaz. Kaçtığı için korkar!" İşte bu yüzden sen kaçmamalısın!
Şair oldukça yorgunluk ve acı içinde;
-Yapma be usta. Zaten içimdeki yaralar acıyoryor! Bir de sen kaşıyarak kanatma yaralarımı! Bak sen istedin, ben de anlatıyorum işte. Farkındayım. Anlaşılan o ki sen de üzüldün!
diyerek uzunca sustu bakışlarını merakla ustaya çevirdi.
-Usta, sahi sen bu kadını tanımazsın, etmezsin. Anlamadığım sen neden bu kadar üzüldün?
-Boşver be evlat, sen anlatmaya devam et.
-Tamam tamam anlatıyorum. Tabi yaşadığı şeyler kolay şeyler değil. Kim olsa aklını yitirirdi be usta. Böylece kadın depresyona girmiş! Bir keresinde ta Avrupa’dan onun için ilaç bile getirttim! Ama değmezmiş. Şimdi olsa getirtir miyim bilmiyorum?
Hatta bir keresinde krize girdi yanımda! Acıdım haline. Panikataklar, omuzlardan bileklerine inen ağrılar, zührevi hastalıklar ve psikolojik sorunlar da eklenince, katlanamamış, intihar etmeye bile yeltenmiş! Neyse ki o ara internette tanıştığı Erzirum Atatürk Üniversitesinde çalışan sevgilisi Murat devreye girmiş! Kadını intihar etmekten vazgeçirmiş!
-Merak ettim de evlat, Ya kocası engel olmamış mı?
-Kocası ne yapsın be usta?Adam saf, bir o kadar da mazlum biri. Kadın sözde tesettürlü. Ama kocasını parmağında oynatıyor.
-Peki, Murat’ı Cemilden önce tanımamış mıydı?
-Yok yok usta. Murat, Cemil’den sonraymış. Tabi, Cemil’in hikâyesi de ayrı bir dram. Sözüm ona, Cemil ipin koptuğu nokta olmuş. İlginçtir, Cemilin karısı da internette tanıştığı birisiyle kaçınca, Cemil de bir boşluğa düşmüş. Kadınlardan intikam alacağım diye bizimkisini ayartmış. Sonra da kocandan boşan evlenelim diye tutturmuş. Cemil’e inanan kadın, Cemil’le evlenebilmek için önce kocasından ayrılmayı kafaya koymuş! Kocası Osi, kadının ayrılacavını anlayınca, evden ekmeği, aşı kesmiş! Tam da o günlerde Murat ile tanışmış! Öyle ki, Murat kadına yakın olmak için, kadının oturduğu aparmanda bir de daire almış.
-Adama bak ya, vay şerefsiz! Demek ki...
-N’oluyor usta? Niye böyle hey heylendin? Demek ki ne?
-Yok bir şey. Bir dur hele. Tuvalete gideyim.
-Kusura bakma evlat. Bilirsin beni. Duygusal bokun tekiyim ben! Evet, evet garibim kadın ne eziyetler çekmiş! Neyse evlat nerede kalmıştık sen anlat.
-İyi olduğuna emin misin usta?
Kafasını sallayarak;
-Evet evlat ben iyiyim.
-Sonra kadın, kocasıyla uzunca bir tartışma sonrası, boşanmayacağının sözünü vermiş. Ama adam yine de güvenememiş kadına. Her şeyin farkında olan kocası Osi, olası bir boşanma durumunda nafaka ödememek için mal varlığını başkasının üstüne devretmiş! Kadını yaptığı bu çirkinliklerden uzaklaştırmak için, her yolu denemiş! Nihayet ortak nokta bulunmuş ve bu çirkinliklerin tekrarlanmayacağına dair de kadının söz vermesini istemiş. Böylece katıksız ekmeğe talim ederek sefaleti kabullenmiş kadın! Alışan ten iflah olmaz derler ya, bir müddet sonra kadın bir taraftan kocasını, diğer taraftan Murat’ı idare etmeye devam etmiş! Tabi bu anlattıkları, benim de ondan adım adım uzaklaşmama sebep oldu.
Kocası kendi halinde biri! Adam okumuş yazmış, bir de üniversite bitirmiş! Şehrin en işlek yerlerinden birinde ofisi vardı, ev kendisinin, altında arabası, muhasebeci mi, avukat mı bilmiyorum. Doğrusu, yaptığı bunca şerefsizlikten sonra öğrenmek de istemedim!
-İçine tüküreyim böyle bir varlığın. Onurunu yitirdikten sonra Karun kadar zengin olsa neye yarar? Titri Sultan olsa ne yazar?
-Mide dediğimiz bu ya usta! Düşünsene be usta, adam kadının her çirkefliğini kabullenerek evlatları için affetmiş! Affetmiş ama herhalde yaptıklarının bedelini kadına ödetmiş!
Bir keresinde kadın; kocası Osi ile öpüşürken ondan tiksiniyorum demişti!
-Peki onu da tanıdın mı? Yani kadının kocası Osi’ydi değil mi? Osi’yi de tanıdın mı?
Şair dalmış olmalı ki;
-Haaa adamı da tanıdım. Aklı başında biri gibi oldukça saygın ve de mütevazı biri. Ne var ki yaşının çok üstünde görünüyor! Yaşanan onca şeyden sonra kim olsa çökerdi tabi. Bana baksana usta kadın hakkında öğrendiklerim beni bile çökertti. Ama Allah var çocuklarına da çok bağlı! Bir araya geldiğinde çocuklarına baygın gözlerle baktığına şahit oldum en çok da küçük oğlunu sevdiğini dışa vuruyor, gururla bakıyordu. Sanırım geleceğinin teminatı gibi görüyordu. Oldukça asi bir kadın! Ağzı da bozuk mu bozuk, küfürlü mü küfürlü! Söylediğine göre küfretmeyi Murat’tan öğrenmiş! Muratın her iki kelimesinden birisi küfürmüş. Kadının her bir hücresinde ar damarı çatlamış, arsızlığı adeta yüzünden akıyor. Tıpkı Maria’nın ar damarının çatladığı gibi!
Şiirlerinde yazılarında kullanmış olduğu bazı sözcüklerin anlamını bilmese de, Allah var iyi de bir şairdir kendisi! Yine bir buluşmamızda sormuştum; "merakımı mazur gör, ne zaman şiir yazmaya başladın?" diye.
"Hatırlamadığını söyledi!"
-Çıkmış kitabın var mı?
"Nerdeee" diye cevap verdi.
Ve ekledi;
-"Karnım açken, eğnim çıplakken hangi parayla kitap çıkartayım? Bana el uzatanlar kolumu kaptı. Etimden yararlanmaya çalıştı. Ne bir sponsor buldum. Ne de adam gibi bir adamla karşılaştım!"
-Doğrusu üzüldüm söylediklerine! Sayfa tasarımını, editörlüğünü, kapak tasarımını da ben üstlendim! Sonunda bir kitap sahibi oldu. Görmeliydin be usta. Sevinçten uçacak gibi mutluydu. Tabi ben de çok mutlu olmuştum. Kitabı redakte ederken anladım ki, onca sene küfesinde biriktirdiği acılar kendisini yoğurmuş! Ve şairliğini böylece açığa çıkarmış!
-Ooof evlat of. Çarkına tükürdüğüm. Çivisi çıkmış bu dünyada acılar insanı ham iken yoğurup, yoğurup pişiriyor. Garibimin çektiği yenilir yutulur cinsten değil. Onca acıyı kim çekse şair olur zaten.
-Dilinin her lehçesinde bir düşmüşlüğü görürsün usta! Her hecesinde ölmüşlüğü yaşıyor sanki! Kendisini, yaşadıklarını anlatırken, bazen duygulanıp gözleri doluyordu! Birlikte bir seyahatimiz olmuştu. Dönüş yolunda kocasının ve oğlunun yanında, bir mevzu hakkında kocasına, eliyle de göstererek "üçün birini aldın mı" diye argo bir kelime kullanmıştı. Adam mahcup olmasın diye mütevazı bir iyimserlikle ben duymazdan gelmiştim! Sonraki zamanlarda, ağzının çok daha küfürlü olduğunu öğrendim! Bazı sohbetlerimizde bana bile, fütursuzca küfürler ederdi, Doğrusu kaç kere aklımdan geçti. "Bir ölü dirilmiş." Diye ihbarda bulunayım mezarlıklar müdürlüğüne!
-Ah be evlat, bazen insan için bir nefes bin ölümdür. Bazen ölüm bir kurtuluş, yaşam esaret. Yaşarken ölebilmek asil insana yakışır. Diline pelesenk küfürleri de olmasa kafayı sıyırırdı belki.
-Bilirsin usta, benim nazarımda küfreden kadın ölü sayılır. Ama yine de yapamadım. İhbar edemedim bir türlü! İçim burkulsa da anlattıklarına bir derviş edasıyla susuyor, altın tepside sunulan sükûtu yeğliyordum! Çünkü bir şairin dilinden acılarla geçmiş bir ömrün hikâyesini dinliyordum!
-Peki bütün bunları nereden öğrendin? Kendisi mi anlattı sana? Bir başkasından mı duydun?
-Dedim ya uzunca bir süre birlikteliğimiz oldu. Birlikteliğimiz sırasında kadının kendisinden öğrendim be usta. Ayrılmazdan kısa zaman önceydi, artık bütün bu çirkinlikleri para karşılığı yaptığını söyledi! O anda sanki gökkubbe üstüme çöktü be usta!
Usta, yasaran gözlerini silerek yutkundu;
-Evlat... Yalnızlık, en çok ta içinde kaybolduğumuz yalnızlık! Zincire vurulmuş kalabalıklar gibi yalnızlık! Belki kendini bulmak istercesine yalnızlık. Ya da kırk yıla sirayet kahve hatrında yalnızlık. Ne bileyim, belki buruk bir tebessüm hatırlatır insana köhneyen yalnızlığı. Ki görmedim hiç yalnız kalanların çokluğu nakşettiğini. Oysa ben, örselenmiş bir yürekle,
Şair, ustanın sözünü bitirmesine izin vermedi; -Nereden bilebilirdim ki, böyle bir şair kadının avrat pazarında rapsodilerle dans ettiğini? Meğer tam bir orospuymuş usta!
Bu sohbetle herşey ustanın gözünde daha bir netleşmiş oldu. Oldukça üzgün ve ağlamaklı;
-Öyle deme be evlat. Yazık etmişsiniz bu güzel aşka! Keşke kolundan tutup kaldırsaydın. Keşke ağlayan yüreğine omuz verseydin.
Allah kahretsin keşke ayrılmasaydın! Şimdi yüreğime kor düştü. Alev, alev tutuştu yandı yüreğim be evlat!
-Ah be usta. Oruspu dediğime bakma sen. Varsın bedenini satsın. Kastım bu değil ki zaten.Yeter ki ruhunda oruspuluk olmasın!
Neyse be usta, olan oldu, geçen geçti! "Her derede bir at öldürmeyince baytar olunmuyormuş" Tam da bütün bunları öğrendiğim zaman ben de baytar olmuştum be usta!
Acıdım haline. Hala da acırım, üzüldüm! Gerçekten düşmüş biriydi! Tabi bunda tek suçlu olan da kendisi değildi. Erkek egemen bir toplumda, şerefini, onurunu üç kuruşa satan, uçkur düşkünü pezevenklerin de payı vardı. Yine de elinden tutup kaldırmak istedim. Olmadı, olmadı, olmadı!İçimi kanatırcasına acıtmıştı be usta. Tutup da kaldırmak istedim olmadı. Ne var ki, onca çirkefliğin yanı sıra, bir de vefasızlığını gördüm! O gün, üzerime batıl bir düşün gölgesi gibi düşmüştü! Ve böylece hem gözümden hem de gönlümden düşmüştü! Meğer farkında olmayan bir tek aptal benmişim! Meğer o, en yakınında olanların bile gözünde çoktan ölmüş biriymiş! Ve ben, yaşayan bir ölüyü böyle tanıdım be usta! Böyle tanıdım! Ne var ki, bu ölüyü içimde hala taşır, hala ilk günkü gibi severim!
Usts, şairin anlattıklarından oldukça etkilenmiş derin bir of çekerek bir müddet sessizliğe bürünmüştü.
-Of be evlat of. Cehennem koru olsaydı içimi bu kadar yakmazdı! Neler çekmiş, nelere katlanmışsın sen böyle?
Şimdi beni iyi dinle evlat. Sana evlat diyorum. Ki özünde de evladım gibisin. Bir sırrımı seninle paylaşacağım. Bana söz vermeni istiyorum! Bu söyleyeceklerim aramızda kalacak ve kimseye bu anlattıklarımdan bahsetmeyeceksin!
-Ketum olduğumu bilirsin be usta, sana söz veriyorum!
-Ah be evlat sana söylemek istediğim şu...
Yani bir itirafta bulunacağım. Bir anlamda bu güne kadar işlediğim günahlarımın itirafı olacak! Evet, evlat, ben düşündüğün kadar iyi bir insan değilim! Hatta senin tasavvur edemeyceğin kadar kahrolası kötü bir insanım! Kadının anlattığı herşey doğrudur!
Şair ustanın bu söylediklerine bir anlam veremez şaşkınlık içinde kekeleyerek;
-Ne,? Nasıl yani? O kadını sen nerden tanıyorsun ki?
Usta, şairin sözünü keserek)
Evlat... Hem de çok iyi tanıyorum. Ama bu kadar kötü şeyler yaşadığını bilmiyordum. Çünkü o günden sonra benimle görüşmek istemedi. Allah hiçbir babaya, böylesi bir acı yaşatmasın! Annesi rahmeti olduktan sonra bunalıma girmiş, kendimi alkole vermiştim. Ki o gün bugündür alkolsüz bir gün geçirdiğimi hatırlamam. Kumar batağına saplanmıştım! Geceleri sabahlara kadar kumarhanelerde geçirirdim. Böylece evimi, arabamı satmıştım.
Nihayet tefecilerden borç para almış ve günü geldiğinde ödeyememiştim! Hiçbir çıkar yolum kalmamıştı. O kızı, yani öz kızımı ben satmıştım. Osi’nin babasına! Yani anlattığın o kadının babası benim!
Ama böylesi bir batağın içine, böylesi bir iğrençliğin içine düştüğünü bilmiyordum evlat üzgünüm. Hemde çok!
-Vay şerefsiz usta. Usta mi? Ne ustası be?.. Ulan senin gibi bir babanın yedi ceddini... Meğer sen ne kadar karakteri zayıf bir insanmışsın. Ulan şerefsiz, o kız yanında kalmış olsaydı ensest ilişki bile yaşardın sen! Her buluşmamızda kadınları oruspu diye yaftalayan sen, meğer erkeğin oruspusuymuşsun! Yazık... Şu anda sana acımıyorum bile. Çünkü benim nazarımda sen zavallının birisin!
Demek bu duruma düşeceğini bilmiyordun he? Bu durumda oruspu dediği kadını, ki bu kadın öz kızıdır. Öz kızını satan bir baba şerefsiz pezevenk değil mi? Öz kızını para karşılığı satan bir baba, pezevenk değil mi? Beni senin gibi bir şerefsizle tanıştıran kadere lanetler olsun. Keşke senin gibi bir sürüngeni hiç tanımamış olsaydım!
-Evlat n’olursun.
-Bana evlat deme şerefsiz!
-Şimdi üstüme düşen neyse yapmak istiyorum.
-Sende vicdan var mı ki be şerefsiz? Hangi vicdandan bahsediyorsun?
-Ben bir baba olarak gereğini yapamadım. Babalık görevimi yerine getiremedim. Benim yüreği güzel şairim, evladım, oğlum.
-Sakın bir daha bana oğlum deme, sakın!
-N’olursun evlat senden tek ricam, onu bul ve hak ettiği güzel bir yaşamı sağla ona! Lütfen bu söylediklerimi bir baba vasiyeti olarak kabul et ve gereğini yap.
-Sen bunları hakkedecek bir adam değilsin. Ama ben de vefasız, duygusuz biri değilim. Ne de olsa benim üstümde emeğin var. Ki benim de mayamda vicdan olduğuna göre, hiç kuşkun olmasın gereği yapılacaktır. Hem de şimdi!
diyerek baraı doğru yürüdü Bar tezgahında bulunan bıçağı aldı ve bir hışımla ustanın yanına gelerek bıçağı ustanın boğazına dayadı;
-Ulan usta, ben seni adam sanmış, babam gibi sevmiştim! o şerefsizin sen olduğunu bilseydim, şimdiye kadar bin defa gebertmez miydim seni! Ulan şerefsiz, nedir bu ülkede kadınların ve çocukların sizden çektiği? Biriniz başlık parası der çocuklarınızı satarsınız, diğeriniz borç batağına girer karılarınızı, kızlarınızı satarsınız! Parayı hep başınızın üstünde tutarak alçalırsınız! Ama merak etme. Şu andan itibaren sadece vicdanın değil, bedenin de ebediyen rahat edecektir. Tabi ruhun huzur bulursa! Şimdi gırtlağının kesildiğini görmek birçok şerefli insanın arzusu olabilir. Lakin bende bu şair ruhu olduğu müddetçe senin gibi zavallının seviyesine asla inmeyeceğim. Kafanı kesmek belki de senin için bir kurtuluş olur. Ama seni o olmayan vicdanınla başbaşa bırakıyorum. Şimdi kalk defol şerefsiz. Bir daha karşıma çıkma.
-Haklısın be evlat. N’olursun affet beni evlat. Yalvarırım affet!
Usta oturduğu yerden kalkıp meyhaneyi terkederken, mekanda konuşmaya şahit olanlara kendisini affettirmeye çalıştı.
-Hey sen, bayan, yanında oturanın kim olduğunu biliyor musun?
Ne?
Hayır mı? Ben söyleyeyim. O yanınızda oturan terzidir.
Sen bayım, bilet alırken omuzuna çarpan adam kimdi biliyor musun? Özgecan’a tecavüz ederek öldüren katildir!
Ya sen bayım, mesala siz bayan, suçsuz günahsız olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
Ben mi?...
Haklısınız. Kabul edin ki ben bir şerefsizim. Ve yine kabul edin ki bir bunalım sonrası öz kızımı sattım! Ya siz? Hangi biriniz mahsumsunuz? Sen bayım, anlıyorsun değil mi? Çoramış topraklar gibiydi yüreğim. Bilmedim, bilemedim asıl sattığım şeyin onurum olduğunu mabedim olduğunu! Yalvarırım affedin beni!
Sen bayan, kızımın şahsında satmış olduğum kadınlık onurunuzu nasıl geri alabilirim bilmem. Ama size yalvarıyorum affedin beni!
Ya sen bayım? Hiç mi hata yapmadınız? Hatalar, kusurlar biz insanlar için değil mi? N’olur yalvarırım affedin beni!
Sen bayım, sen, sen, ve sen bayan, Hangi birimiz imgemizde bir tanrı yaratmadık ve hangi birimiz yarattığımız tanrıyı katledip çürüyen cesedi üzerinde ağıtlar yakmadık? Hangi birimizin ruhu kirlenmiş değil? hangi dokunuşumuz berrak sulara abdest aldırmadı ki?
Ama biliyorum ak sütten çıkmış ak kaşıklar gibi çoktan infaz etmişsiniz beni. Yalvarırım affedin, affedin, affedin beni!
Usta başını öne eğerek, şaşkın bakışlar arasında meyhanenin kapısından çıkıp gitmişti.
Ertesi gün ustanın, yüksek bir binanın çatısından atlayarak intihar ettiği gazete manşetlerindeydi!
Efkan ÖTGÜN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.